Nuran YILDIZ

ÖZETİ: İYİ BAŞLADI, KÖTÜ KULLANILDI, GİTTİ.

----- 20.06.2014 - 16:45 -----

Radikal gazetesi kapandı. Internet ortamında yaşayacakmış. Web sitesindeki açıklamada "Bu sadece Radikal için değil aslında tüm medya kuruluşları için yeni bir başlangıç. Veda değil, tam aksine heyecanlı ve güçlü bir merhaba" cümlesi vardı.

Zaman kafaların karışık olduğu zaman. Her şeyin en az iki yüzü var.

Nefret ettiğin adamı sevmek gibi.

Bir durum aynı anda iki duyguyu içerebiliyor. Aynı şey iyimser de kötümser de görülebiliyor.

Eskiden bardağın bir boş bir de dolu tarafı vardı, ruh halin gördüğün tarafa yansırdı.

Şimdi bardak metaforu çöktü. İki tarafı da aynı anda iyi de olabilir, kötü de.

Radikal’de bitiş ve başlangıç aynı anda. Konuyla ilgili ruh halim de iki katman, üzüntü ve sevinç.

Üzüldüm çünkü, medyada yer alan ilk yazılarımı Radikal İki’de yazmıştım. Aslında ondan önce Yeniyüzyıl’da yazmaya başlamıştım. Radikal, Yeniyüzyıl’ın mirası üzerine konmuştu, hatırlayan var mı?

Radikal İki, Tuğrul Eryılmaz yönetiminde o zamanlar tam bir düşünce arenasıydı. Bir tarafa teslim olmamıştı daha. İyi ifade edilen tüm fikirlere açıktı sayfaları.

Üzüldüm; her kapanan gazete bir kağıt parçası değildir nihayetinde. Birçok işsiz gazeteci demektir. Gazetenin yönetiminde ve vitrininde olanlar bir şekilde yolunu bulur da, olan gazeteyi esas çıkaranlara olur.

Sevincimse bir yanıyla Soner Yalçın’vari. Yakın dönemin birçok çirkin senaryosuna çanaklık etmiş bir gazete kapanıyor. Fikirleriyle değil, hizmetleriyle kirletilmiş bir gazete.

Taraf gazetesinin kuyruğuna yapışarak bu ülkedeki pek çok suçsuz insanın haksızca tutuklanmasının, ölmesinin ağır günahlarını taşıyor.

Başlardaki çözüm arayan gazete işlevi, Türkiye’de kaos ve kriz yaratmak için mikser işlevine dönüşmüştü. Bu yeni işlevinin okurca reddi, sürekli küçülmek zorunda bıraktı. Önce gazetecileri işten atarak, sonra boyut olarak.

Bir gazete düşünün ki, yaptığı kötülükler, iyi haberlerinden daha çok.

ODAĞINDA “RADİKAL İKİ” OLAN ANILAR…

2003’ün Ağustos’u. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ilk YAŞ kararları sonrası askerlerin devir teslim törenleri.

Sıcak mı sıcak bir akşamüstü. Yazlıkta gazetelere bakıyorum. Emekli olan her asker görevini devrederken açmış ağzını yummuş gözünü.

Ara sıra yazdığım Radikal İki’nin baskıya girmesine birkaç saat var. Büyük olasılık sayfalar yapılmış olmalı. Yine de şansımı denemek istiyorum.

Hızla bir yazı kaleme alıp Tuğrul Eryılmaz’a gönderiyorum: “Asker Konuşuyor, Karizma Gidiyor!”

Askerlerin bu derece üst perdeden politikaya girmesinin kendi duruşlarına zarar verdiğini anlatan bir iletişim yazısı. Nasılsa gazete baskısına yetişmeyecek ama içimde de kalmasın diyorum.

Ve Radikal İki o yazıyı basıyor. Günler, her an darbe olacak diye yatılıp, şükür bu gece de olmadı diye kalkılan günler. Son yıllarda özgürlükçü, demokrat, liberal etiketleriyle palazlanan “aydınımsı”ların tir tir titrediği, ağızlarını bıçağın açmadığı günler.

Yazıyı okuyan arıyor, “Askeri eleştiren yazıyı yazarken korkmadın mı?” Korkmamış olan ben, bu sorularla azdan tırsmaya başlıyorum, demek ki korkmam gereken bir şey yazdım diyorum.

Aradan günler geçiyor, Genelkurmay’a çağrılıyorum. “İşte” diyorum, “şimdi hapı yuttum. Ya askerden fırça yiyeceğim ya da karanlık odalarında işkence edecekler.” İçimden Tuğrul Eryılmaz’a küfürler savuruyorum, ne vardı son dakika gelen yazıyı girecek? “Yetişmedi” dese kızmayacaktım ki.

Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’la böyle tanışıyorum. “İşkencelerden işkence beğen” diyecek sanırken, o “Yazınızı okuduk, yazdığınız eleştirileri önemli buluyorum, bu konuyu biraz açmanızı rica edeceğim” diyor.

Beklenti sınırlarım içinde olmayan bu ilgi ve nezaket, beni ters köşeye fırlatıyor. Şaşkınlığım bitince anlatıyorum. Siyasete üst perdeden müdahale ifadelerinin doğru olmadığını ve bir sürü eleştirimi sıralıyorum.

O günlerin sonrasında üsluplarında demokrasi vurgusu öne çıkmaya başlıyor. Gazeteler, özellikle Hürriyet “Ordudan demokrasi dersi” başlıklarını atıyor.

Daha sonra İlker Başbuğ Birinci Ordu’ya gitti. Dostluk arada bir merhabalarla sürdü. Kendisi Genelkurmay Başkanı olunca kutlamaya gittiğimde, kurumsal iletişimde çalışan bir subayın önünde meşhur bir iletişimcinin ismini gördüm. Ve ağzımdan şu cümle çıktı, “Eğer bu kişiden danışmanlık alıyorsanız, sonunuzu pek iyi görmüyorum.”

Sonrasında aynen dediğim gibi oldu, Başbuğ beni de şaşırtan açıklamalar yaptı. Kimi soytarı gazetecilerin benim yaptırdığımı iddia ettiği işlerin arkasında o meşhur iletişimci vardı. O günlerde yaptığım açıklamalarda “Ben danışmanlık yapmadım, yapsam Türk ordusu bu halde olmazdı” dediğimi hatırlayanlar vardır.

Adımı danışman olarak ortaya atan cemaat medyası, Tanklar ve Sözcükler kitabımdan cümleleri bağlamından koparıp, beni ordunun müdahalesini onaylayan biri gibi sundular. İtibar pek tahammül ettikleri bir kavram değildi. Eyüp Can yönetimindeki Radikal’de, Cüneyt Özdemir yazılarıyla ve haberlerle beni tehdit ettiler.

Radikal gazetesiyle Taraf gazetesi işbirliğiyle çalıştılar. Basın tarihinin utanç sayfalarında yerlerini alacaklar.

İlahi Tuğrul Eryılmaz, tüm bunlar sen o yazımı son dakikada Radikal İki’ye koyduğun için oldu:)))

HESABI SORULMADAN BU DEFTER KAPANMAZ

Bugün sadece Radikal üzerine yazacaktım. Ama olmaz. Anayasa Mahkemesi hukuksuzca suçlu bulunmuş askerlerin ve sivillerin itirazlarını kabul etti. Hukuka inanmış herkesi sevince boğdu. Sevinçler bile hüzünlü, yılları eksiltilmiş hayatlarına bakarken.

İçimden geçenler;
Bir, o insanları hukuku hiçe sayarak cezaevlerine attıran, öldüren, hem de gözlerimizin önünde, hem de yanlış yapıyorsunuz çığlıkları arasında mesleklerini kötüye kullananlardan (polis, savcı, yargıç, gazeteci) hesabı sorulmadan bu defter kapanmaz. Kapanmamalı.

İki, kişisel. Mamak’ta yatan yüksek lisans öğrencim Ayhan Üstbaş, yazdıklarını ailesinden aracıların getirip götürmesine gerek kalmadan, bir hoca ve öğrencisinin yapması gerektiği gibi, karşılıklı, tartışa tartışa tez yazabilecek artık. Tutuklu diye alt perdeden yaptığım tez eleştirilerini bu kez bir hoca tersliğinde üst perdeden yapabileceğim. Hoş geldin Ayhan. İki kızını da doya doya kokla şimdi ama tez sürecini de aksatma, özgürlük sarhoşluğunda.

AKLIMDA KALAN

Alnı öpülecek iki yürekli kadın: Meseleler erkekler üzerinden konuşulsa da değişimleri kadınlar yapar. Balyoz davası sürecinde iki kadın aklımda duruyor. Birisi AYM önünde adalet nöbetini başlatan avukat Şule Nazlıoğlu Erol. Onun gibi kararlılıkla adalet talep eden hukukçuların alınlarından öpülür. İkinci kadın ise Albay Berna Dönmez. Dava sürecinde de sonrasında da o yokmuş gibi davrandılar. Sayfa sayfa onu yazmadılar. Medyamız, belki de kadın olduğu için ona yapılan haksızlıklarda sağırlaştı ve de körleşti. O ise içerden dışarıya “ben de varım” diye bağırmadı. Gücünü sadece ailesinden aldı. Onurlu bir şekilde yaşadı, dik durdu, alnından öpülesi bir kadın.