Nuran YILDIZ

ÇAKTIRMADAN “U” DÖNÜŞÜ

----- 09.03.2015 - 10:15 -----

“U Turn”, izlediğim en çarpıcı filmlerden biriydi. İzleyicisine yaşadığı her ne ise, onun için bin şükür ettirici bir film. Eski.

Sean Penn, Nick Nolte, Billy Bop Thorntone, Joaquin Phoenix gibi dev isimler başrolde. Oliver Stone yönetmiş.

Sean Penn’in çölün ortasında arabasıyla yol alırken karşısına “U dönüşü yapabilirsiniz” tabelasının çıkmasıyla başlıyor her şey.

Bizimki çöldeki “u dönüşü” uyarısının abzürtlüğüne gülümseyip yoluna devam ediyor.

Böylece. Hayatının kabuslu günleri başlıyor. Olmaz denecek her şey oluyor.

“U Turn” öyle durup dururken gelmedi aklıma. Cumhurbaşkanının Gaziantep konuşmasını dinlerken aklıma düşüverdi.

Devamlı okurlarım hatırlar. 30 Ekim 2014’te “Ak saray Erdoğan’ın hayatını ikiye bölecek” başlıklı bir yazı yazdım.

Saraya taşınmanın Erdoğan imajındaki en büyük kırılma noktası olduğunu anlatmıştım.

O gün Erdoğan’ın epeyce yakınından biri arayıp düzeltmek istemişti: “Ama biz ak saray demiyoruz ki, Cumhurbaşkanlığı sarayı diyoruz.”

İyi de. Sorun “ak” kısmında değil ki, “saray” kısmında. Böyle cevaplamıştım.

Aradan günler geçti. “Saray”ı yumuşatıcı etkinlikler düzenlendi, adeta yol geçen hanına döndürüldü.

Bu arada saray eşrafınca, Erdoğan’ın siyasi stratejisinde birkaç hata varsa birinin bu “saray” ifadesi olduğu kabul edildi.

Durum böyleyken. Bir şehidin babası saray yaptırılmasını gündeme getirince. Süreç içerisinde gündeme gelecek yeni iletişimsel çözüm öne çekiliverdi.

Antep’te. Erdoğan’ın konuşmasında. “Saray” yerine yeni sözcükler devreye sokuluyordu. “Milletin evi” diyordu. Büyük olasılık ikna edici olmayacağını düşündüğünden “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi” ifadesini de ekledi.

Tutar mı? Bence ikisi de tutmaz. Çıkış yolunun “Çankaya” örneğindeki gibi, “Beştepe” semt ismiyle olacağını sanıyorum. Durun bakalım bu ne zaman olacak?

ONLAR İYİLER…

Bu yılın başında. Hep. Sürekli. Eleştiren olmayacaktım, söz vermiştim kendime.

Bir iyi bir de kötü varsa. Önceliğimi iyiyi yazmaktan yana kullanacaktım. Olmadı.

Kötü ve vasat ne kadar prim yaparsa yapsın. Arada bir. İyi olanın da hakkını vermek lazım.

Mesela Nazlı Çelik.

En son. Mustafa Kemal’e dil uzatan tiplere ağzının payını verişini izledim.

Nazlı, hayatta duruşuyla, iş yapışını öğrencilerime örnek gösterebileceğim az sayıda gazeteciden biri. İyi ki var.

Mesela Mehmet Demirkol.

NTV’de. Futbol yorumluyor. Çoğu kafayı sıyırmış spor yorumcusu camiasında. Soytarılığın zirve yaptığı o dünyada.

Sporun kafa işi de olabileceğini gösterirken beyefendi üslubundan hiç ödün vermiyor. Hem futbol yorumlayıp hem de saygın olunabileceğini kanıtlıyor. Demirkol’u izlemek keyif veriyor.

MEYDAN OKU: WIPLASH

Önümde iki seçenek vardı: Biri Inarrutu’nun bol Oscar’lı filmi “Birdman”, diğeri az Oscar’lı “Wiplash.”

Inarrutu hastasıyım ama bol ödüllü filmler de kabusum olunca. Az Oscar’lı olanı seçtim.

Wiplash. Nefesimi kesti. Oysa karanlık film sevmezdim. Başrolünde biri yaşlı diğeri genç iki adamın oynadığı filmlerde daral gelirdi. Wiplash’e ba-yıl-dım!

Fletcher’ın “Zamanımızda aferin çok tehlikeli bir sözcük” demesinin altına imzamı atarım.

İçinden müzik geçen filmlerde hep şarkıcılar anlatılır. Odak şarkıcı değilse. Ya kemandır ya trompet, olmadı piyano.

Bu filmde davul ve ziller başrolde. Ayrıntılar devleşiyor.

Wiplash. Kendini adamanın. Meydan okumanın filmi. Bir şeyi çok istemenin. Tutkuyla istemenin. Baştan çıkarıcı istemenin filmi. Gerisi bahane.

Çok istediğimizi sandığımız şeyleri, aslında sadece istiyormuş gibi yapmış olduğumuzu yüzümüze vuruyor.

AKLIMDA KALAN

Arkadaşımın aşkı: Arkadaşım fena aşık. Üstelik işsiz güçsüz bir adama. Ayıplıyor değilim. Hayatta öyle bir zaman gelir ki sadece aşk öncelik olur. Bizimki adama mesajla sormuş: “Ne yapıyorsun?” Adamdan gelen cevap: “İşi gücü bıraktım seni düşünüyorum!” Bizimki yüzünde mest olmuş bir ifadeyle “Ayyyy ne şeker” demez mi! Tam, “Tatlım, adam düpedüz züğürtüm diyor ama sana şeker geliyor” diyecektim ki. Vazgeçtim. Aşk rüyasından hemen uyansın istemedim.