Nuran YILDIZ

SEÇ: YA MAVRACI OL YA DA HABERCİ

----- 03.04.2015 - 09:30 -----

Savcı rehin aldırılıp öldürülünce. Gazetecinin yapması gereken nedir? Haberin peşine düşmek.

Diğer gazetecilerle aynı çerçeveleri çizmek yerine, habere yeni bir şey eklemek.

Bizimkiler öyle yapmıyor. Haber önünden akıp giderken cep telefonlarına sarılıp tweet atmaya abanıyorlar.

Attıkları tweet habere yeni boyutlar getirse anlayacağım. Haberci 24 saat haberci gibi yaşar(dı). Bizimkiler fikir patlatıyorlar. Yorum yapıyorlar. Taraf oluyorlar.

Gazetecilikle aktivistlik arasında fark var. Gazeteci bir aktivizm türüne sempati duyabilir, taraf olabilir. Bunu haberine yansıtabilir. Haberi oradan değil de buradan görebilir. İçeriğe, süreye yansıtabilir. Bu da gizli değildir.

Ne var ki gazeteci, habere konu durumun aktörü olamaz. Öznesi olamaz. Olmamalıdır.

Köşe yazarı değilse. Haberin yorumu ile kendi yorumunu birbirine karıştırmamalıdır.

Zamanın salgını “ben merkezcilik”, “kendini sevicilik”, “kendine tapıcılık” haberciliği de rehin aldı. Nasıl ki savcının kafasına silah dayanmış ve o silah çekilmişse, “ben”cilik de haberciliğe aynı şeyi yapıyor.

İşi haber bulmak ve yaymak olanlar, popüler birer figür olmayı da işlerine dahil ediyorlar epeydir.

Herhangi bir durumda, araştırmaya ayrılacak enerjilerini “tweet” atmaya boca ediyorlar. Milletin onların fikrini meraktan öldüğünü sanmak da neyin nesiyse?

Okur/izleyiciyle, kendi “takipçi”lerini aynı grup sanmak gibi bir hataları var.

Örneğin Mirgün Cabas’ın son “tweet”i. Mirgün en iyi gazetecilik okulundan mezundur. “Mavra yapmak”la, “haber yapmak” arasındaki farkı bilir.

Twitter’ın milyarlarca dolarlık kârı, mavra üzerinde yükselir. Doğası budur. İnsanlar bilinçlensin ve özgürleşsin diye bir derdi yoktur. Öyle olsa idi, bilinçli ve özgür insanlar önce Twitter’ı imha ederdi ki, “Twitter düzenli toplum” buna izin vermez. Mirgün bu teorik bilgiye sahiptir.

Mavraya gelince. Mavranın kralını Ahmet Hakan yapar. Ahmet de haberci olduğunu iddia etmez zaten. O sadece işin mantığını kaptı ve orada uzmanlaşmayı seçti.

“Haberle haberci arasında mesafe olmazsa olmaz” ilkesini iyi bilen Mirgün, önünde haberlerin en sıcağı varken kişisel fikrinin sarhoşluğuna kapılıverdi. Saçma.

Doğan Yayın İlkeleri Kurulu açıklama yaparak tavrını koymakla doğrusunu yaptı.

Konu sadece Mirgün de değil. Habercilerin çoğu, işiyle kişiyi karıştırıyor.

Geçenlerde haber spikeri Gülbin Tosun’u eleştirmiştim attığı tweet nedeniyle. Fox yöneticilerini de kızdırdığını öğrenmiştim.

Bu tür gazetecilik, tweet dünyasının sahte ilgisine teslim olmuş bir gazeteciliktir.

Ve suç sadece o gazetecilerde de değil. İşi haber yapmak ve vermek olanlara “ne kadar popülist olursan o kadar para ve şöhret kazanırsın” derseniz, onlar da popülizmin her yolunu denerken gazeteciliği unutuverebilirler.

Bir mesleğin etik ilkeleri popülizme ve de mavraya teslim edilebilir mi? Meslek kuruluşları mavradan olursa edilebilir.

KOLAYCILAR

Medyanın savcı Kiraz’ın katledilmesini ele alış biçimi. Tam bir rezillik.

Rezillikte de ikiye bölündüler: “Habercilik yapıyoruz”cularla, “böyle habercilik mi olur”cular.

Ya onların yanında durman gerekiyor ya bunların. İkisinden de değilsen, fikrin güme gitme olasılığı yüksek.

Teröristlerin savcıyı rehin alması. Dünyanın her yerinde haberdir. Gazetecinin elinde fotoğraf varsa, onu basmak da haberciliktir.

Bu durumda bakılması gereken haberi kimin yaptığı ve haberin nasıl yapıldığıdır.

Teröristlerin servis ettiği görüntüyü. Üstelik de tüm sembolleriyle yayınlamak sorumsuzluk ve de kolaycılık olur, gazetecilik olamaz.

Bir süredir böyle yapılıyor gazetecilik. Birileri haber servis ediyor, medya yayıyor.

Yeni dünyada terör örgütleri medya yoksa uzun süreli var olamazlar.

Gazeteciler terör örgütlerinin haber servisinden, terör örgütleri gazetecilerden beslenip duruyor.

ÇOK ŞEKER!

Senan. Genç bir doktor. Güzel gülümsüyor. Yaramı pansuman yaparken dikkatli davranıyor. Canımı yakmamaya özen gösteriyor.

Bana çok şeker geliyor. “Çok şekersiniz” diyorum. İki kez falan. Yanımdakiler dürtüyor. Doktor yanlış anlayabilirmiş!

“Ne yanlış anlaması yaaa” diyorum. “Ben profesörüm, şekere şeker deme özgürlüğüm var.”

Bence. Bizimkilerin “yanlış anlanabilir” dedikleri şey, olsa olsa hastanın doktoruna duyduğu minnet hissidir. Gerisi hikaye.

AKLIMDA KALAN

Yap-boz bir süreç: Adliyeler. Önce. Polisler tarafından emniyeti sağlanıyordu. Sonra. Devlet küçülsün. Her şey özelleşsin modası içinde. Özel güvenlikçiler tarafından korunmaya başladı. En üzüldüğüm meslek grubu özel güvenlikçiler. İnsanlar üzerinde bir etkileri yok. Pek çok konuda yetkileri yok. Sağlıklı eğitimleri yok. Meslek prestijleri yok. Yok. Yok. Ama ağır koşullu sözleşmeleri var. İşlerine son verilebiliyor. Kapılardan giren psikopat sürüleriyle amirleri arasında sıkışıklar. Şimdi de. Kapıdan. Teröristler ellerini kollarını sallayarak adliye binasına girince. Yeniden başa dönecekmişiz. Adliye korumayı özel güvenlikçilerden alıp polislere verecekler. Sistemi düzeltmek yerine sürekli sistem değiştirmek de bu ülkenin kaderi. Yap-boz mantığında bir ülkeyiz.