Nuran YILDIZ

SANKİ OXFORD’A BAŞKAN SEÇİYORUZ!I

----- 02.06.2015 - 10:00 -----

Durum şöyle: Üniversite öğrencisi de, üniversite bitirmişi de okumayı sevmiyor.

Bilgi yarışmalarında özellikle 30 yaş altı kesim dökülüyor.

Uluslararası ilişkiler 3.sınıf öğrencisi Çin’in başkentinin Pekin olduğundan habersiz. Karşısındaki şaşırınca da gerekçesi embesil düzeyinde: “Daha o konuya gelmedik.”

Örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Durumu açıklayacak çok neden var. Eğitim sisteminin çöküşü en başta. Ama bir de şu var; okumaktan seyretmeye, düşünmekten “yapma”ya geçmemizi sağlayan şey: Gösteri odaklı yaşam.

“Görüyorsam ve gösteriyorsam varım!”

Gerçek bu.
Yaptıkları işten büyük servetler kazanan ülkemizdeki siyasi iletişim profesyonellerinin durumdan zerre haberi yok.

Sanırsınız Oxford’ta başkan seçiyorlar ya da Harvard’ta reklam yapıyorlar. (Kaldı ki oralar da göz’ün esiri olmuş durumda.)

Gazetelerde. İktidar partisinin, muhalefet partisinin, sivil toplum kurumlarının reklam ve ilanları oku oku bitmez şekilde.

Sanıyorlar ki kararsızlar, bilgi eksiğinden kararsız. Okuyacaklar, öğrenecekler, karar verecekler! Oysa kararsız seçmen kafası, “daha zaman var, biraz daha seyredeyim” diyor. Mantık basit.

İtiraf edeyim, ben bile trilyon dökülmüş reklamın ilk iki satırını okuyup geçiyorum. Okumakla sorunum yok ama benim de zaman sorunum var.

Emin olun. Türkiye’de siyasal reklam yapan şirketler olmasa, siyasi partiler daha az oy almaz.

KADIN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY

İstanbul’da. Kaldığım otelde. Sabah kahvaltısı için restorana girdim. Çayımı aldım, masama oturdum.

Karşı sağ çaprazımdaki masaya da bir kadın oturdu. Pek de sakınmayarak kendisini gözlemeye başladım.

Yaşça, benden hayli fazla görünüyordu.

İlk dikkatimi çeken şey, sabahın köründe kahvaltıya gelirken giydiği ayakkabılardı. 20 cm yüksekliğinde topukları vardı. Benim ayağımda ise otel terliği!

Kısa boylu, geniş kalçalı, etine dolgun ortalama kadın bedenine sahipti. Diz üstünde biten bir etek giymişti. Ben kot pantalonu geçirip çıkmıştım.

Bluzundaki yaka dekoltesi, yaşına ragmen kendine güvenini ortaya koyacak kadar derindi. Ben ise pajama üzeriyle kahvaltıya gitmek fikrinden zor vazgeçip tişört geçirmiştim.

Makyajı kusursuz denecek kadar özenliydi. Kırmızı ruja kadar. Yüzüme musluk suyunu çarpıp çaprazında oturuşuma müthiş tezat.

Saçları kuaförden yeni çıkmıştı. Saçımı kuaför tokalarıyla tutturmuş şekilde orada olmaktan utanacak gibi oldum, itiraf edeyim.

Kadını imrenerek izledim. Kadın olmak işte öyle bir şeydi…

HASTA HALİMİZİN ÖZETİ: AZİZ YILDIRIM YİNE BAŞKAN..

Yenilgiden zafer çıkarmak az sayıda ülkede mümkündür. Onlardan biri de biziz.

Tamam, Aziz Yıldırım Fenerbahçe’yi şampiyon yapamayınca Japonlar gibi intihar etsin demiyorum. Ama. Sezon başı dördüncü yıldız için üst perdeden vaatlerde bulunan biri, verdiği sözler yerine gelmeyince hiç değilse aday olmaya çekinmeli.

Herkes yalan söylüyor, bir tek Aziz Bey sütten çıkmış ak kaşık. Madem öyle, bıraksın Fenerbahçe’yi gitsin kendisini peygamber ilan etsin.

İsmail Kartal’ı teknik direktör yapan Yıldırım’ın kendisi. Riski alan da kendisi. Sonuç: Aziz Yıldırım kalıyor, İsmail Kartal gidiyor!

Yıldırım’ın kalıp, teknik adamın gidişinin kaçıncısı bu? 17? 18?

Şimdi. Galatasaray şampiyonluk kutlamalarında “Sensiz olmaz” derken haksız mı?

Hadi diyelim ki Aziz Yıldırım böyle istiyor, peki ona oy veren 5504 kişinin ruh hali nasıl bir ruh hali?

AKLIMDA KALAN

Biz böyle ayrılıkları unutmuştuk hissi: Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet’ten zarif bir veda yazısıyla ayrıldı. Son günlerde medyamızdan veda yazısı fırsatı bularak ayrılanı bulmak da, zarif şekilde veda edeni bulmak da hayli zor. “Uzun bir manifestoya gerek yok” dedi. Zaten bu kadarı bile sayfa sayfa yazıların anlatamayacağını anlatmaya yetiyordu. Aradım. Eskiden. Böyle durumlarda. “Geçmiş olsun, üzüldüm” derdim. Artık demiyorum. “Hayırlı olsun” dedim, “içinin içini yemesinden kurtuldun.” O da “Televizyon yasağım kalktı” dedi. Gazete patronları, ağzından çıkacak lafı riskli buldukları gazetecilerin televizyonda yorum yapmasına yasak koyuyorlar. Her koşula uyan gazetecilerden söz etti. Ben de ona Sennet’in “karakter aşınması”nın altın çağından söz ettim. Karşılıklı parti oyları tahmini yaptık, telefonu kapattık.