Nuran YILDIZ

AHMET HAKAN’IN İKİ YAZISININ ALTINI İMZALARIM

----- 18.06.2015 - 10:35 -----

Önceki gün telefonum çaldı. Karşımda pek sevdiğim biri. “Anlamak için soruyorum” dedi, “sen şimdi Erdoğan’ı yıpratmak için yazılan bir kitabı da mı eleştiriyorsun?”

Ahmet Sever’in kitabıyla ilgili yazdıklarımı kastediyor. (Ki kitabın algısı hakkında yazdıklarım, aynen gerçekleşiyor.)

Soruyla yanıt verdim: “Yazım net değil mi? Kitapla ilgilenmiyorum, kitabın iletişim stratejisini kafaya taktım.”

“Yazı net de, ben Erdoğan’ı eleştiriyorsa iyidir diye düşünmüştüm” dedi, telefonu kapattık.

Bu tür hastalıklı iki düşünce biçimi var;

Birincisi, “Benim sevmediğim birini sevmeyen herkes iyidir, seven herkes kötüdür” anlayışı.

İkincisi, “Sen de her şeyi eleştiriyorsun” yaklaşımı.

Eleştiri, benim işim. Bakmayın siz son dönemde türeyen, para aldığı tarafa yamanan medyatik akademisyen tiplerine.

Akademinin özü eleştiridir. “Mı acaba?” sorusunun arkasından gitmektir.

Önüne gelen tabağa yumulmak değil, o tabakla ilgili bin soru sormaktır.

Etrafımdakilere o kadar çok soru sorarım ki. “Meraklı Melahat” yanımda halt etmiş. Çoğu sorum ilgiden değil, sadece sormak içindir. Alışkanlık!

Yukarıdaki birinci anlayışa gelelim. İletişimin bilimini yaptığımdan. Olaylara/ kişilere sevdiğim, sevmediğim, yakınlarım, uzaklarım kriterlerinden bakmam.

Benim derdim “iletişim meselesine nasıl yaklaşıldığıdır.”

Siyaset, medya, spor, magazin hepsi iletişim paydasında birleşiverir.

Sevsem de, sevmesem de iletişime dair iyi bir şey yaptıysa iyidir, kötü yaptıysa kötüdür.

Mesela. Ahmet Hakan’ın geçen hafta yazdığı iki yazı var ki, aynı şeyleri ben de yazıyorum, onun kadar güzel anlatamıyorum.

Yazılardan biri, “Ak Parti Cephesinin Entelektüel Sefaleti”ydi. Daha önce bu konuda onca yazı yazdım, Ahmet tek yazıyla durumu özetledi.

Diğeri “Seçimi Aydın Doğan kazanmış” yazısıydı. Medyanın siyasi davranışa “sınırlı etkisi” üzerine bu köşenin okurlarını sıkacak kadar çok yazı yazdım, Ahmet bir yazıda bitirdi.

Bazıları yürür gider, bazılarına imrenmek düşer…

KOALİSYON İÇİN TEK ŞART

Kim ne derse desin ortada sadece iki olasılık var: Ya CHP ile ya da MHP ile koalisyon kurulacak.

Diğer seçenekler nafile çaba.

Koalisyon kurulamazsa erken seçime gidilecek olması. Zor. Hem de her parti koalisyona mahkumken.

Kılıçdaoğlu’nun “yüzde 60’lık blok” dediği postmodern kavram, bizde “hayal ürünü” olarak tanımlanır.

Ve yine. CHP bu koalisyona en az iktidar partisi kadar mecburken, siyaset bilmez köşe yazarlarının gazına gelip zaman kaybederek, hükümet etme fırsatını MHP’ye kaptırırsa seyredin hengameyi.

Sözün özü şu: Koalisyonun ortaya sürülen pek çok şartı anlamsız. Alınan oy oranlarını konuşmak anlamsız. Sadece. Ortak bir amaçta el sıkışmak gerekiyor.

Ortak amaç ise “Türkiye’nin geleceği” olmak zorunda. İçerde bunalmış, dışarıda sıkışmış Türkiye’nin geleceği paydasında acilen işbirliği yapması gerekiyor.

Sadece bu payda, koalisyon hükümetini deve sırtındaki bakraç gibi sarsılmaktan kurtarır. Ekonomi de, siyaset de rahatlar.

ŞENOL GÜNEŞ’E ÖNERİLER

Pek çok spor adamının olmak istediği yerdesin. Bu nedenle;

Bir, artık sızlanmayı bırak, Beşiktaş’a odaklan.

İki, artık kendine acımayı bırak, şampiyon olmanın gereklerini hazırla.

Üç, artık futbol dünyasındaki yanlışlardan şikâyet etmeyi kes, o dünyadan milyonlarca lira kazanıyorsun.

Dört, artık sana yapılan haksızlıkları anlatmayı bırak, işine bak.

Beş, artık geçmişi bırak, geleceğe kafayı tak, bu kez bahanen yok.

Ve altı, sen Türkiye’yi dünya futbolunun ilk üçüne çıkarmayı başardığın zaman da yanlış iletişimden kaybetmiştin. Bu kez ağzından çıkana dikkat et.

AKLIMDA KALAN

Demirel’e dair sevdiğim/kızdığım şeyler: Nazmiye Hanıma düşkünlüğünü severdim. İslamköy’e bağlılığını severdim. Yetim ruhlu halkın “baba”sı olmasını severdim. Espri yeteneğini severdim. Komplekssizliğini severdim. Kızdığım şeyleri de var: Adnan Menderes’in idamını sorun olarak görüp, Deniz Gezmiş’in idamını desteklemesi. “Bana sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz” ifadesi. 12 Eylül’ü önleyici hiçbir tutum takınmaması.