Nuran YILDIZ

AYDIN DOĞAN: “BEN DE KELKİTLİYİM…”

----- 28.09.2015 - 10:30 -----

Suç benim değil. Bayram sonu keyifli bir yazıyla merhaba diyecektim, olmadı.

Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanını yalanlayan açıklaması ortalığa düşüverdi.

Tam da “Aman Aydın Bey, sağın solun dolduruşuna gelmeyin. Süreci itidalli yönetin” yazısı döşenecektim. Fırsat kalmadı.

Hürriyet’te, “Ben hiç kimseye öyle bir şey demedim” başlıklı açıklaması yayınlandı.

Açık mektubun metin analizini yapıp, saptamalarım ne kadar isabet etmiş merakıyla Ertuğrul Özkök’ü aradım.

Bodrum’da, teknede, beyaz şarabını yudumlarken yakaladım.

(Telefon dinleyenler zahmet etmesin, konuşulanları buraya yazıyorum.)

“Mektup çok profesyonelce yazılmış gibi” dedim, “Aydın Bey kendisi mi yazdı?”

Özkök açık kapı bırakmadı, “Tamamıyla kendisi yazdı” dedi.

Metinde ilk dikkatimi çeken, hitap kısmında “m” harfinin eksikliğiydi. “Cumhurbaşkanım” değil, “cumhurbaşkanı” diyordu. Devamındaysa. Demirel için “Cumhurbaşkanımız” ifadesi kullanılmıştı.

Daha üç-beş yıl önce Büyükanıt’ın başı bu “m” harfinden derde girmemiş miydi?

Fazla sert bir giriş olmuştu. İletişim böyle bir şey. Bir “m” harfinin eksikliği çok şey demekti.

Özkök bu saptamama açıklık getirdi, “Aydın bey yapılan haksızlığı kabullenemiyor.”

Peki, “Siz Kasımpaşalıysanız ben de Kelkitliyim” vurgusundaki meydan okuyucu dile ne demeliydi?

“Meydan okuma değil” dedi Özkök, “sadece insanların doğdukları yerle ilgili sosyolojik bir ifade.” Kasımpaşa ile Kelkit’in bir farkı olmadığını anlatmak istemiş.

Bunca yıl iletişim analizini yapan biri olarak Erdoğan’ın, “Kasımpaşalıyım” vurgusunu sosyolojik olarak değil, meydan okuyucu bir ifade olarak kullandığını hatırlattım.

Aydın Doğan’ın kullandığı “devlet insanı” ifadesini konuştuk. “Devlet adamı” yerine seçilmişti, cinsiyet ayrımcılığı yapmamak için. Mektubun bütününde bu sadece bir ayrıntıydı.

Elbette Aydın Doğan’ın mektubunda Demirel’in kendisine yazdığı mektubun yer alması önemliydi. Özkök ile hemfikirdik o konuda.

Metin analizlerimiz benziyordu. Da. Duruma bakış açımız benzemiyordu.

Bana göre mektubun dilinde meydan okuma vardı, ona göre Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanının suçlamalarına karşı kendisini ifade ediyordu.

“Bir iletişimci olarak fikrimi söylemek isterim, duymak ister misiniz?” dedim. İstedi.

“Ben olsam böyle bir açıklamayı yapmazdım” dedim, “Bu tür mektuplar mevcut durumu kötüleştirmekten başka işe yaramaz.”

Devam ettim: “Mektup yazma işini ben fazlaca naif bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum.”

Ertuğrul Özkök ile bu konuda anlaşamadık. Ona göre Aydın Beyin amacı kendisini üçüncü şahıslara ifade etmekti.

Tüm mesele de zaten bu üçüncü şahıslar. Bence. Onların konuyla ilgilisi zaten taraf ve neyin ne olduğuna dair kendince kesin bir inancı var. Konuyla ilgisizine ise davul çalsan ne önemi olur ki…

Sonuçta iletişimde duygulara yenilmek, başa bela bir durumdur.

Cumhurbaşkanının danışmanlarına öneri: İki kişi arasında konuşulanları (gerçek ya da değil) ortaya dökmek hoş bir resim ortaya çıkarmıyor.

Aydın Doğan’ın ekibine öneri: Ateşe benzin dökmek pek akla uygun bir yöntem değil.

SUUDİ’LER BİLMİYOR MU, UMURSAMIYOR MU?

Yine. Suudi yönetiminin neden olduğu yüzlerce ölü, bir o kadar yaralı olmamış gibi davranılacak. Hiç değilse birkaç not düşeyim.

Majesteleri, lütfen şunlara dikkat ediniz;

Bir, helikopterler zenginleri oradan oraya taşımak için üretilmemiştir. Hem acil durumlar hem de alanı yukarıdan takip ve denetim için kullanmayı neden düşünmezsiniz?

İki, anons diye bir yöntem var. En ilkeli, verin helikopterdeki görevlinin eline megafonu insanları uyarsın.

Üç, onlarca kamera sisteminiz var. O sistemleri kalabalıktaki olağan dışı durumları izlemek için değil, önlemek için kullanmalısınız.

Dört, bir sene Mekke’ye hacı adaylarını almayın, tüm sülaleniz hacı olsun, belki böylece jiplerle kalabalığa dalmaktan vaz geçerler.

Beş, insanları gruplara ayırmak, zamanı dilimlere ayırmak gibi basit bir yöntem var. Öyle saldım çayıra Mevlâm kayıra olmaz ki.

Altı, en kıytırık kafelerde bile soğuk buhar püskürten düzenek varken, sorun Erol Olçok’a, miting alanlarını bile serinletmiş kişidir, size de yol öğretsin.

AKLIMDA KALAN

Merak ettiğim istatistik: Gün geçmiyor ki, takla atmamış “hafif ticari araç” haberi duymayayım. Kaza yapma oranı yüksek. Takla atma oranı ondan daha yüksek. Trafiğin teröristleri gibi kol geziyor bu araçlar. Belki de bu araçların anatomisi trafiğe uygun değil. Belki de bugünlerde Wolkswagen’de yaşanan egzoz skandalının benzeri bu araçlar için geçerlidir. Dünya ülkelerindeki sayısıyla Türkiye’deki sayısını karşılaştıran bir rakam var mıdır? Sürücülerinin kendini F1 pilotu sanıp diğer sürücülerin ensesine binmesi de cabası. “Hafif ticari” belki de fazla hafif ki dört teker üzerinde zor duruyor. Acaba bir yerlerde birileri de benim gibi merak etmiş midir? Bu hafif araçların karıştığı kazalarla ilgili rakamlar var mıdır? Meraktayım.