Nuran YILDIZ

ÖZNE, YÜKLEM, TÜMLEÇ

----- 05.10.2015 - 12:30 -----

Haydi tüm ilişki biçimlerimizde olduğu gibi ilkokul düzeyinde durumu analiz edelim.

Öyle olunca da çocukken hepimize güzelim Türkçeyi itici kılan “cümlenin ögeleri” bahsine girelim.

Örnek cümlemiz “Ahmet’e saldırıldı” olsun.

Evet, zor cümleden başladık. Özne, tümleç net değil (basit bilgiyle bulunamıyor), yüklem net.

“Saldırıldı” yüklemdir, kimsenin şüphesi yok.

Cümledeki “Ahmet”, dil bilginizi yoklayın “sözde özne”dir, saldırılan kişi.

“Gerçek özne” yok.

Cümleyi yeniden kuralım: “Ahmet’in burnunu ve kaburgalarını kırdılar.”

Yapılan iş ne? “Kırdılar.” Yüklem.

“Ahmet’in burnunu ve kaburgalarını” tümleçtir.

“Ve” aslında bağlaçtır, ögeden sayılmaz.

İyi de özne nerede? Sonra sonra “aktör” dediğimiz özne nerede?

Bize “özne”yi bulmak için yükleme “yapan kim” sorusunu sormamız öğretildi.

Yani. Burun ve kaburga kıran kim?

Yanıtı dil bilgisi kurallarına göre ortada, kıran “gizli özne.”

Şimdi “gizli özne”yi bulmaya çalışıyoruz, ki gizli kalmasın.

İsimleri belli, sıfatları bellisiz.

Adalet ve Kalkınma Partisi üyesi oldukları söylendi.

Köşe yazarı tetikçileri oldukları söylendi.

Mafyanın adamları dediler.

PKK üyesiymiş diyorlar.

De ki bunlardan biri, yine de bir gazeteciye saldırıda bulunanların sıfatları ortaya çıksa da “gizli özne” bulunmuş sayılabilir mi?

Türkiye tarihinde (aslında tüm ülkelerin tarihinde de), “gizli öznenin gizli öznesi” diye bir cümle ögesi var. Bunu dil bilgisi dersinde öğretmiyorlar.

“Ahmet’in burnunu ve kaburgalarını kırdılar” cümlesindeki gizli öznenin gizli öznesi konusunda herkesin bir tahmini var.

Bence burada önemli olan Cumhurbaşkanının ve Hükümetin tahmini.
Bence onlar bu işin peşini bırakmayacaklar.

Dünya böyle. En sevmediğiniz insanın başına bir iş gelir ve onu çözmek için en çok siz uğraşmak zorunda kalırsınız.

NE ZAMAN Kİ NEZAKET BİR ARTI DEĞERDİR…

Gece. İstanbul’dan Ankara’ya uçuyorum. Koltuk numaram 3A.

Genellikle olduğu gibi, uçağın en itici yolcusu yanıma oturduğundan yüzümden bir bulut geçiyor. Kabin görevlisi duruma uyanıyor. 2F’ye alıyorlar.

Biraz sonra, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl biniyor. 1A ve 1B’ye oturuyorlar.

Tekin Bingöl beni görüyor. Eski dostluğun sıcaklığıyla sessizce hal hatır soruyoruz.

Bingöl pencere kenarında oturan Kemal Beye bir şeyler fısıldıyor. Anlıyorum ki benim de uçakta olduğumu söylüyor.

Kemal Bey bunun üzerine arkaya dönerek selam vermek yerine hemen ayağa kalkıp oturduğu yerden koridora çıkıyor.

Bunun üzerine, ben de yerimden kalkıp koridora çıkıyorum. Elimi sıkıyor.

Hatırımı soruyor, sonra derslerin nasıl geçtiğini, gecenin o saatindeki yolculuğumun nedenini vs. Açıkçası, yolcuların gözü önündeki ilgisinden utanıyorum.

CHP Genel Başkanını ayakta tuttuğuma neden olmaktan sıkıntı duyuyorum.

O sırada binen bir yolcuya (Çağatay Kılıç) yol vermek için Kemal Bey kenara çekiliyor.

Bunu fırsat bilip “Rahatsız olmayın” diyorum. Yerlerimize geçiyoruz.

Uçak kalkarken. Düşünüyorum.

Türkiye’nin ikinci büyük partisinin, ana muhalefet partisinin genel başkanı. Önemli ama çok önemli biri.

Gösterdiği nezaket pek kolay rastlanır bir şey değil. Ve her ne olursa olsun nezaketinden hiç ödün vermedi.

Onun tavrı büyük tezattı, zorbaların kol gezdiği günlerde.

Metrekareye düşen hödük sayısının, o metrekarede kendilerine yer bulmak için birbirini ittiği ülkemde, ne zaman ki nezaket bir artı değer olur, o zaman gelişmiş sayılabiliriz.

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin sadece rakamlarla açıklanmasına hep itiraz ettim.

O KAZAYA BİR DE BURADAN BAKIN

Ankara’da. Cebeci’de. Benim fakültemin olduğu yerde bir belediye otobüsü kaldırıma çıkıp insanları altına aldı. Şoför çıldırmış gibiymiş.

Şimdi otobüsün aksamını, sürücüsünün psikolojik testlerini inceliyorlar.

Geçiniz.

Şoförün çalışma koşullarına bakacaksınız önce.

Her gün aynı çıldırtıcı trafik. Çoğumuz bir saat bile katlanamıyoruz, delirecek gibi oluyoruz. İpsizi, sapsızı trafikte terör estiriyor.

Trafik polisi pes etmiş durumda.

Otobüslerin içi ayrı felaket. O kalabalıkta herkesin bir derdi var. Gerilim üst düzeyde.

Bir de sürücünün kendi kişisel sıkıntılarını ekleyin.

Risk içeren işlerde yöneticiler otobüsü suçlamak yerine, mesai saatlerine bakmalılar.

Bir belediye otobüsü sürücüsü, normal mesaisinin üçte biri kadar mesai yapmalı.

Böylece, sürücü istihdamını artırıp, belediye işletmelerinin zenginleşmesini yerine, insanı mutlu etmeyi öncelemeli.

AKLIMDA KALAN

“Hayal kur ama kendini kaptırma” tavsiyesi: NASA, Mars’ta yerleşik hayat için “koloni mimarisi” yarışması düzenliyormuş. Biz dünyalılar için ulaşımı olanaksız olan bir gezegende bulunan bir damlalık su benzeri bir buluntunun sonucu bu. Koloni mimarisi çiziliyorsa, yarın bilemedin üç beş yıl sonra oradayız sanılacak. Var mısınız şimdi bizimkiler oraya, residance projeleri geliştirsin. Kendisine, çocuklarına birer kat ayırıp, içini de dayayıp döşesin. Dünya da böyle yönetiliyor zaten, asla ulaşılamayacak şeylere, ulaşabileceği hissini yayarak. Bilgisayar ve simülasyon programları da dünyayı yönetenlerin en önemli aracı oluveriyor. Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüz ama o gezegen bizim gezegenimiz değil. Zira, dünya o eski dünya değil.