Nuran YILDIZ

“CİN ALİ SERİSİ” BİLE SANA AĞIR GELİR!

----- 27.12.2015 - 09:39 -----

Mehmet Ali Yalçındağ’ın Doğan Medya Grubu’nun başına getirilmesine “doğru karar” deyip geçmiştim.

Bu kadar tepki çekeceğimi beklememiştim.

Bir grup okur açtı ağzını yumdu gözünü. Yalçındağ’ın Erdoğan’la diyalog kurması, Doğan Grubunun muhalefet etmesinin sonu demekmiş.

Medyadaki son kalelerden birini daha teslim etmek demekmiş!

Buna desteklemem hataymış!

1 Kasım’dan sonra. Merkez medyadan muhalefet bekleyen saf arkadaşlar, “Cin Ali serisi” bile size ağır gelmez mi? Bence gelir.

Yalçındağ’ın medya grup başkanı olmasını doğru bulmamın nedenlerini açayım o zaman;

Birincisi, Yalçındağ medya içeriğine işletmeci gibi bakar. İşini iyi yapmadığı halde eş dost arkadaş durumundan ego şişirenlere müsamaha göstermez.

İkincisi, kenardan baktığı süreçte, aksaklıkların nedenleri üzerine gözlem fırsatı bulduğuna inanıyorum.

Üçüncüsü, Aydın Beyin etrafında yalakalık dışında nitelikleri olmayan isimlerden bir yığın oluşturulduğunu defalarca yazdım, bu mekanizmanın Yalçındağ üzerindeki etkisi sınırlı olabilir.

Dördüncüsü, Yalçındağ’ın yeni teknolojiler hakkında çok fazla bilgi birikimi var, dahası yeni teknolojilerin mantığını kavramış.

Beşincisi, göründüğü kadarıyla iyi bir aile yaşamı var, ülkeyi bar ve meyhanelerde kurtarmaya kalkan medya dünyası içinde kendini kaybetmez.

Altıncısı, adam kasmıyor, içi boş ego çuvalı gibi gezmiyor.

ASLINDA BUNU YÖK BAŞKANI SÖYLEMELİYDİ

Başbakan Davutoğlu yurt dışında çalışan bilim insanlarına verdiği yemekte öyle cümleler söyledi ki, “keşke bunları YÖK Başkanı söyleseydi” dedim.

O zaman çok daha anlamlı olurdu.

“Ne kadar büyük ordulara sahip olursak olalım, ne kadar güçlü ekonomimiz olursa olsun, arkasında entelektüel bir zihnî arka plan yoksa hiçbir devlet baki olamaz" saptaması önemliydi.
Daha da önemlisi “huzurumuzda el pençe duracak bir bilim adamı istemiyoruz” demesiydi.

Bir meslektaş olarak kendisinin ne şart olursa olsun hiç kimsenin önünde el pençe durmadığını belirtti, “fikrimi teslim etmedim” dedi.

Son 30 yıldır böyle bir bilim dünyası yok. Bilimin, akademinin yükseltildiği bir ortam yok.

Maalesef. Bunu talep eden bilim insanları da yok.

12 Eylül’den itibaren. Bilim dünyası öylesine özgüven yitimine uğradı/ uğratıldı ki, bir siyasetçi karşısında ayağa kalkıp önünü ilikleyen bilim insanları gördüm, görüyorum.

Akademi kariyerim boyunca, bu ezikliğe hep itiraz ettim.

Öğretim üyeliğinden daha büyük bir makam olmadığına inandım.

Cumhurbaşkanlarının, kralların, padişahların hürmet edip önünde ayağa kalktığı “hocalık” için kendi dünyamda mücadele ettim.

Uzmanlık alanım gereği parti başkanları, bakanlar, milletvekilleri ile bir arada oldum. Hiç birine “Efendim”, “Sayın bakanım/başkanım” gibi biat ifadeleri kullanmadım.

Bugün demokrat kesilen pek çok kişinin, omzu yıldızlı bir asker karşısında yeri öpmedikleri kaldı, şahidim.

“Komutanım”, “paşam” ifadeleriyle ceket ilikleyip emir beklediklerini gördüm.

Genelkurmay başkanından, kuvvet komutanlarına kadar pek çok tanıdığım oldu, hiç birine “efendim”, “komutanım”, “paşam” demedim.

Sadece dışardaki dünyada değil. Üniversitemin akademik toplantılarında da, rektör salona girince ayağa fırlayıp, rektör oturuncaya kadar ayakta bekleyen hocalar gördüm, görüyorum.

Onlardan biri olmadım. Faturasını göze aldım.

“Hocalığıma” saygı gösteren herkese nezaket gösterdim. Kendi konumunu benim akademik konumumdan yukarıda görenlere de selam vermedim.

Bu nedenle. Gıcık, ukala, sivri bulundum. Zerre umurumda olmadı.

Ondan daha önemlisi, akademinin değerine hep inandım. O değere saygının mücadelesini de verdim.

E, tabi bunları yazmak kolay da, yaşamak o kadar kolay olmadı.

Başbakandan yurt dışında yaşayan bilim insanlarına yaptığı konuşmayı, bu ülkede yaşayanlara da yapmasını isterdim.

İÇİNE KÖTÜ RUH KAÇMIŞ

Olaysız bir CHP il, ilçe kongresi geçmiyor.

Bir tarafta genel merkezin adamları, bir tarafta dışardan gelip CHP’ye çöreklenmiş mikserler, bir tarafta yerel teşkilatlarda kapı tutanlar, bir tarafta da gerçek parti emekçileri.

Çoğunu tek tek saysanız “kötü biri” diyemezsiniz.

Kavgalarda başı çekenlere baksanız “CHP’yi düşünmüyor” diyemezsiniz.

İyi de neden herkes CHP’yi düşünüyor görünürken, CHP içler acısı bir hale doğru batıyor?

Bu durumun rasyonel gerekçelerini duymaya kimsenin niyeti yok. Tahammülü de yok.

CHP’nin içine kötü ruh kaçmış deyip geçelim.

EFSANELER NEDEN İNTİHAR EDER?

Yok, hayatlarına son vermelerinden söz etmiyorum.

Özellikle bizim ülkemizde “efsane” olmuş kişiler zavallılaşmadan sahneden çekilmiyor.

Mesela Türkan Şoray.

Film yönetti, hadi “hobi” dedik geçtik.

Şimdi de albüm yapmış!

Bir şarkısını dinledim. Yok böyle işkence!

Birileri para kazanacak diye, efsanelerin acıklı hale düşürülmesi üzücü.

AKLIMDA KALAN

Bir mafya babasının akıl almaz cenazesi: Efendim “mafya” adalet gözetmeyen suç örgütü üyelerine, “kabadayı” suç işlerken adalet gözetenlere verilen isimmiş! Bu saçma ayrımı bir yana bırakalım. İkisi de baskı yaparak karanlık işler çeviren kişi demektir. Ünlü kabadayı “Oflu İsmail” ölmüş. Gazetelerde sayfa sayfa ilanlar. Methiye dizen haberler. Cenazesine katılan politikacılar, sanatçılar vs. Sanırsınız ki önemli bir devlet adamını kaybettik. Cenazeden cenazeye endam eden Cavit Çağlar, Oflu İsmail için “iyi aile babasıdır” demiş bir de. “İyi aile babası”na bakın: Cinayetten hapis yatmış. Uyuşturucu ticareti yapmaktan damgalı. Fakir fukara çocuklarını uyuşturucuyla zehirlemekten servet edinmiş! İşlemediği suç yok ama cenazesi devlet töreni niteliğine ramak kalmış. Bu neyin kafası? Bize ne yaptılar? Ekmeğimize, suyumuza, havamıza ne karıştı da mafyanın, uyuşturucu tüccarının, cinayet işleyenlerin arkasından övgüler dizer olduk?