Nuran YILDIZ

KADIN İÇ ÇAMAŞIRI ÜZERİNDEN GAZETECİLİĞİMİZ

----- 01.04.2015 - 09:30 -----

Dürüst olalım, çok ama çok uzun zamandan bu yana, Türkiye’de gazetecilikten “kadın”ı alırsanız geriye pek az şey kalır.

Gazeteler renklenirken, kadına ayrılan yer de büyümeye başladı.

“Orta sayfa Helga’ları”, “arka sayfa güzelleri”, “güzel kadınlar”, “ünlü kadınlar” derken…

Kadın hareketinin güçlenmesiyle “şiddet gören kadınlar” da yer bulmaya başladı.

Tam medyamız, kadının gerçek halini gördü, üzerindeki baskıyı anladı derken, ölen kadınlar üzerinden de “ölen güzel kadınlar”ı tercih etti.

Özgecan cinayetine karşı toplumda gelişen ciddi tavır, medyada güzel kadınlarla temsil edildi.

Ölümünün üzerinden yıl geçmiş küçücük Özgecan’ın fotoğrafı bugün hemen her fırsatta yeniden gündeme geliyor.

Son bir yılda ne çok kadın ölmüştü. Ama. Medyamız ölen en güzel kadın sıralamasında birinciliğe Özgecan’ı koymuştu.

Şimdilerde. Politik gerilim ve ekonomik çıkarlar nedeniyle habercilik krizi yaşayan medyamız magazinel kadınlara yeniden yöneldi.

Gülben Ergen’e, toplum psikolojisi üzerine söyleşiler yaptırırken sorgulanmayan gazeteciliğin, Hande Soral’ın iç çamaşırı göründü diye sorgulanması ikiyüzlüce bir tutum değil midir?

Ve maalesef bu ikiyüzlülük, karakter aşınmasıyla ifade edilebilecekken, benim kafamda tam bir bölünmüşlük kavramında karşılık buluyor.

“Neyin haber olduğuna” dair yaşanan bölünmüşlük, Cengiz Semercioğlu’nun yazdığı gibi “Hürriyet budur, kendi haberini kendi yazarları eleştirir” saflığından kaynaklanmaz.

Gazetecilik mesleğe dair “ortak değerler”ini, “ortak ilkeler”ini yitirmiştir.

Hemen her mesele, sadece ideolojik olarak değil, çıkarlar nedeniyle de gazetecilerin kendi aralarında çatışma ortamına dönüşmüştür.

Aynı gazetede ve hatta aynı bedende bile.

Şimdi. Hande Hanımın iç çamaşırı fotoğrafı üzerinden duruma bakınca.

Beni bu konuda bir Hıncal Uluç anlamıştır, o da doğru anlamıştır.

Bir ünlünün, hele de bir magazin ünlüsünün iç çamaşırı görünen fotoğrafı elbette haberdir.

Değerli haber, değersiz haber ayrı tartışma konusu.

Bu konuda Hıncal bana katılmasaydı da. Yalnız kalsam da böyledir.

İnandığın şeyler güçlüyse, bazen etrafındaki kalabalık yalnızlıktır.

Ben “bir magazin haberine kadına şiddet ve taciz gibi ciddi konuları bulaştırmayın ayıptır” demiştim.

Hıncal da diyor ki, “bu haberle kadına şiddeti bir tutarsanız bu kavramların içini boşaltırsınız.”

Hıncal Uluç “haber ama” diyor ve Hürriyet’e soruyor “o fotoğraf kardeşinizin, kızınızın olsa basar mıydınız?”

Bu köşede sık sık ne yazıyorum? Medyada otokontrol mekanizması işlemiyor, gazetecilik zıvanadan çıkıyor.

Gazetecilik örgütleri o kadar zavallılaştı ki, habercilik bir kadının iç çamaşırı üzerinden tartışılıyor.

Çünkü haber değil, konu cazip.

BİRİ BİZE BİR ŞEY DESİN

Önce Almanlar uyardı.

Sonra İsrail, kendi yurttaşlarının Türkiye’den ayrılmalarını istedi.

Şimdi de ABD, Türkiye’deki askerlerine ailelerini göndermeleri emrini verdi.

Neler oluyor? Başımıza bir iş mi gelecek?

SIKILMADINIZ MI?

Can Dündar, Erdem Gül davasına konsoloslar girince. Girmekle kalmayıp selfie melfie çektirince.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Haddinizi bilin” dedi, konsolosları azarladı. Aynı tavrını tekrar etti. Seçmenini sevindirdi.

Muhalefet “Hukuk yok ki, elbette konsoloslar davayı takip eder” dedi, konsoloslara destek çıktı. Seçmenini rahatlattı.

Bu nasıl bir kısır döngü, bu nasıl bir “ben bunu daha önce yaşamıştım” hissi, anlatamam.

GAZETECİLİK DÜRTÜSÜ

Bir gazeteci, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ı röportaja ikna etse ne güzel olur.

Babasını gölge gibi izleyen kız evlat.

Ailesinin en güçlü bireyi gibi bir görüntü.

Yüzünde o hiç değişmeyen müstehziyle, samimi arası bir gülüş.

31 yaşına kadar inatla bekleyip, sonra da bir adama “evet” demesi.

Beni en çok da son madde ilgilendiriyor.

Bir kadın 30’lu yaşlarına kadar hangi adamı, neden bekler?

Ve o adam tarafından nasıl ikna edilir?

Lütfullah Göktaş’a buradan yazıyorum: Böyle bir söyleşiye ben talibim.

TRT GENEL MÜDÜRÜ İLETİŞİMCİSİNİ DEĞİŞTİRSİN

TRT’de. Suriyeli kız çocuğunun terör propagandası yaptığına dair eleştiriler ortaya dökülünce.

TRT’nin yaptığı açıklama şöyle:
"Bilindiği üzere belgesellerde kurgu yapılmaz, gerçekler çarpıtılmaz, duygusal tepkiler yönlendirilemez.”

Sevgili Şenol Göka, her kim bu açıklamayı yazıp önünüze getirdiyse, onu yanınızdan hemen uzaklaştırınız.

Bu kişi kendini akıllı, milleti sersem sanmaktadır.

Çünkü kurum adına belgesellerle ilgili yazılan tüm bilgiler yanlıştır.

Belgeseller tam da kurgu yapılan, tam da gerçekleri çarpıtan, duygusal tepkilerle yönlenen bir iştir.

Belgesel, belgeselcinin dünya görüşünden ayrı bir iş değildir.
İsterseniz gidin ülkemin en iyi belgeselcilerinden biri olan Bülent Özkam’a sorun.

NOVARTİS DEMİŞKEN

İlaç devi Novartis’e Türkiye’de rüşvet vermekten soruşturma açılmış.

Sağlık Bakanlığı tam b işe başlamışken, doktorlara beş yıldızlı otellerde tatil hediye eden ilaç firmalarına da el atsın. Lütfen.

AKLIMDA KALAN

Fikret Orman’dan hiç hazzetmeyişimin haklı nedenleri: Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ı bir türlü sevemedim. Beşiktaş’a yakıştıramadım. Nedense. Belki de başkan olduğunun haftasında çapkınlık fotoğrafları gazeteleri süslediği içindir. Bana pek artist, pek samimiyetsiz gelir. Durduk yerde “Beşiktaş saray takımıdır” diyerek, “saray” gibi belalı bir sözcükle Beşiktaş’ı yan yana koyuverdi. Cumhurbaşkanının bu “saray” lafından kurtulmak için sarf ettiği çabayı unutuverdi. Ortalık karışınca da, kem küm etti. Ülkem futbolu kulüp başkanlarından yana en şanssız dönemi yaşıyor. Yazık.