Nuran YILDIZ

DAHA ÇOK İNSAN DUYARSA, DAHA İYİ OLMUYOR…

----- 19.09.2016 - 00:30 -----

Dünyanın en güzel gülüşü, dünyanın en güzel bakışıyla birlik olup bu dünyadan gitti.

Büyük olasılık arkalarına bile bakmadılar.

Tarık Akan’ın gülüşünden ve bakışından söz ediyorum. Sinema hayatsa, hayatın rengi biraz daha siyah şimdi.

Benim kuşağımın ilk platonik aşkının kahramanı. Dolap kapaklarına yapıştırdığımız ilk kartpostal.

Emel Sayın’ı, Filiz Akın’ı kıskançlıktan yiyip bitirmemizin nedeni.

Güzel adam. Baştan sona, içten dışa güzel.

İki yıldır hastaymış. Bilmiyorduk.

Koskoca iki yıl mücadele etmiş hayatta kalmak için.

Kalmış da.

Ne zaman ki medyanın diline düştü. Ne zaman ki “Tarık Akan hasta”, “Tarık Akan komada” haberleri çıktı, “Hasta değilim” açıklaması yapmak zorunda kaldı.

Ne zaman ki, “Tarık Akan Bodrum’da hastanede” haberi yapıldı, “Ne hastanedeyim ne de Bodrum’da” demek zorunda kaldı.

En son. “Tarık Akan öldü” haberleri yayıldı, “Ben ölmedim” telefonu etmek zorunda kaldı.

İki yıl hastalıkla mücadele etti de, bizim “ölüm”den beslenen medyamızla mücadelede yorgun düştü genç düşlerimizin prensi.

Tıp’ta şöyle bir şey var. Eğer birisi ölümcül bir hastalığa yakalanmışsa bu hastaya ve hasta yakınlarına söylenmeli.

Katılırsınız katılmazsınız, bu tıpta etik tartışmalarının en önemli konularından biri.

Bizimki gibi duygusal toplumlarda ciddi bir hastalığa yakalanan kişinin ölme olasılığı yüzde 90 ise, hasta yakınlarının durumu öğrenmesi halinde ölme oranı yüzde 100 olur.

Oysa yüzde 10 hayatta kalma olasılığı, mücadeleyi gerektiren ve gerçekleşme olasılığı hayli yüksek sayılabilir bir oran. Yüzde 1 bile öyle.

Moral, bu tür hastalıkların anahtar sözcüğü.

Ve fakat. Hasta yakınları durumdan haberdar oldu mu, moral çökmüş demektir. Hastanın evi çoktan cenaze evine dönmüştür, hastaya az sonra ölecek birine bakar gibi bakma başlamıştır.

Bunları neden yazdığıma gelince…

Ciddi hastalıklar etrafımızı sarmış durumda.

Ölümcül bilinen bir hastalığa yakalanmış birini tanıyorum. Doktorun yüzüne “üç-beş ay ancak yaşarsın” demesinden hemen sonra hastane kapısında o, ben ve eşi oturuyorduk.

Ne yapacaktık?

Hüzün, çaresizlik ve her an öleceğini bilen biriyle yan yana oturmak hayatın akışını ve yönünü değiştiren bir deneyimdir, bilen bilir.

Orada, ona ve eşine bir öneride bulundum. “Bu hastalık üçümüzün arasında kalsın, kimse bilmesin. Kötü haber tez yayılır, yayılmasın.”

Önerimin nedenini açıkladım. Durum öğrenilirse evleri, daha yaşarken cenaze evine dönerdi ve bu da ölüme giden sürenin kısalması demekti.

Bu çok zor kararda anlaştık. Kimse bilmeden bu hastalıkla mücadele edecektik. Daha umut veren bir doktor bulacaktık.

(Sahi, doktorlar umut veren insanlar mıdır, ölüme hazırlayan insanlar mı?)

Bulduk. Yeni kullanıma sunulan ve etkisi konusunda zamana gerek duyulan bir ilaca başlandı.

Hastane kapısında oturduğumuz günün üzerinden tam 10 yıl geçti. Bu süre içinde, üçümüz de bu sırrı saklamayı başardık.

Diyeceğim o ki, medya Tarık Akan’ı öldürmeye bu kadar hevesli olmasaydı, o da yaşadığına inandırmak için o kadar çabalamazdı, ömrü muhtemelen uzardı.

Süreci tamamlanmamış kötü haber, olabildiğince az kişiyle paylaşılmalı.

Daha çok insan duyarsa, daha çok yaşanmıyor.

Ve Tarık Akan’a: Yüzlerce kez izlediğim Filiz Akın’lı “Emine”yle beni aşka inandırdığın gibi, en sevdiğim Türk filmi olan “Canım Kardeşim”le beni hayatın sertliğine vurduğun gibi kanatlı beyaz atına binip gittin gibi.

BAZEN BİR DEVİ BİR SİNEK YIKABİLİR

Arda Turan öyle sözler söyledi ki, Fatih Terim’in karşısında “dilsiz”leşen futbol camiasından bile ses geldi. Kulüpler Birliği Başkanı Gümüşdağ, Arda’ya Twitter’dan selam çakıverdi.

Sırtını Barselona’ya dayayan Arda, Türkiye’de futbol oynayan herkesin sözcüsü oldu.

Ne dedi Arda?

Çok şey dedi. En önemlisi “Bizi halktan özür dileyecek şeyler yapmış gibi göstermek doğru değil. Biz asla öyle şeyler yapmadık” dedi.

Üstüne “Trip atma” dedi, “prim istediler lafları iftiradır” dedi, Terim’in son cilalarını da söküverdi.

Dahası. “Federasyondan bir kişi arayıp olur böyle şeyler demedi” deyiverdi.

Arda konuşarak ne yaptı?

Birincisi, Terim’in tek adamlığı altında ezilen futbolculara ses olup arka çıktı.

İkincisi, TFF’na, “Futbolu Terim’e bırakıp çekildiniz, futbolu sahipsiz bıraktınız” diyerek uykudaki Federasyonu hafiften sarsıverdi.

Üçüncüsü, ülkeyi yönetenlere “Milli Takımı emanet ettiğiniz adam yalancıdır, iftiracıdır” dedi.

Dördüncüsü, Terim’in dokunulmaz sanılan tahtını kökünden sallayıp, imparatorluk tacını kolunun altına tutuşturuverdi.

Beşincisi, kendini yenilemeyen bir teknik adamın başarısızlıklarını futbolcular üzerinden temize çekmesine “dur” dedi.

Altıncısı, Galatasaray’a giden yolu ustaca döşeyen Terim’e, “o iş o kadar kolay değil” deyiverdi.

Yedincisi, üzerine bir de GS taraftarının Riekerink’e sahip çıkmasıyla, Arda’nın sesinin çıkması birlikte düşünülünce “küçük dağları ben yarattım”cı Terim’in havasını indiriverdi.

Sekizincisi, Terim’in futbol kamuoyunun zekâsıyla dalga geçişini gözler önüne serdi.

Başlığa dönersek, Arda Turan kesinlikle bir sinek değildir. Ne var ki Fatih Terim’in egosu yanında herkes bir sinektir.

İÇ BOŞALMA LİGİ

Tüm kavramların içi hızla boşalıyordu. Birinciliği, evlilik programları arasında, evlenecek tiplerin transferleriyle “aile” kavramına verdiler.

BAYDI

Tıpkı Teoman’ın müziği bırakıp bırakıp yeniden başlaması gibi, Sezen Aksu’nun da müziği her albüm öncesinde bırakıp sonra yine başlaması fena baydı.

AKLIMDA KALAN

“FETÖ” kısaltması: Acaba diyorum, hiç aklınıza geliyor mu, bu “FETÖ” kısaltması, durumun vahametini gizlemek için işliyor olamaz mı? Bazen kısaltmalar, konuyu ciddiyetinden uzaklaştırmaya, karikatürleştirmeye hizmet edebilir. Süreci yönetenler (?) bu konu üzerinde hiç düşünmüş müdür? Düşünmemişlerse bir zahmet düşünüverseler diyorum.