Nuran YILDIZ

ARTIK YOĞURDUN SİYAH OLDUĞU GÜNLERDEYİZ…

----- 23.12.2016 - 10:30 -----

11 Eylül 2001’de.

ABD’nin göbeğinde, 3000 kişi öldürüldüğünde kafalara yer eden cümle şuydu: Artık dünyanın hiçbir yeri güvende değil.

11 Eylül sonrasında. El Kaide üzerinden yapılan terörist tanımını hatırlayalım:

Müslümandı. Doğuluydu. Göçmendi. Eğitimsizdi.

Daha da ileri gidilmişti. Kirli, dökük ve sakallıydı.

ABD’nin güvenlik duvarları bu tanıma göre yeniden ve yüksek biçimde örülmüştü.

Bu niteliklerin yerleşik olduğu ülkelerden gelen uçakların yolcuları çırılçıplak soyulmadan ülkeye alınmıyordu.

Herhangi bir niteliğiniz bunlardan herhangi biriyle örtüşüyorsa, potansiyel terörist muamelesi görüyordunuz.

Ve fakat.

22 Temmuz 2011’de. Yani, 11 Eylül’den 10 yıl sonra.

Norveç’teki saldırılarda 77 kişi öldürüldü.

Saldırgan 10 yıl önceki tanımın tam tersiydi.

Hristiyandı. Batılıydı. Yerliydi. İyi eğitimliydi. Düzgün giyimliydi.

“Dünyanın hiçbir yeri güvende değil” cümlesinin yanına bir cümle daha ekleniverdi, Oslo’da: Tehdit herkesten gelebilir.

Rus Büyükelçiyi öldüren suikastçiye bakın.

Irak’tan, Suriye’den ülkemize girmiş değil. Tam ters yönden batıdan, Aydın Söke’den.

Bir polis, hem de Çevik Kuvvet’ten!!

Alıştığımız gibi canlı bomba değil, tek kişiye yönelik canlı öldürme ve ölme düzeneği.

Diyeceğim o ki, her terör eyleminden sonra klasik cümlelerle geçiştirmek yerine, “yeni dünya”yı istihbarat anlayışından, liyakat sistemine kadar başka türlü düşünme zamanı geldi de geçiyor.

Üstelik ezberlerin tepetaklak edildiği yeni zamanı anlamak için, her kesim çaba sarf etmeli.

Yoğurdu nasıl yiyeceğimiz üzerine ahkâm kesmek yerine, yoğurdun siyah olduğunu kavrayabilmiş bir anlayışına ihtiyacımız var.

Bu anlayışı geliştirmeyi, paniklemiş Hükümetle birlikte, gittikçe sümsükleşen muhalefetten, karaktersizleşen entelektüel dünyadan, pespayenin dibini bulmuş medyadan beklemek zorundayız.

Bahtsızlığımız herkesin eylem adamı olma hevesinden, düşünme adamı kıtlığı çekmemizden.

NASIL OLUR?

Dün. Okurlarımdan Umay Tuana T., e-postasında “Baktığım her yerde canlı bomba arıyorum. İyileşecek miyim?” diye sormuştu.

Yine dün, hastane ortamından dershane ortamına kendimi attığımda.
Öğrencilerimden biri, Ankara’da, Eryaman otobüsünde yaşadıklarını anlatmıştı.

Otobüste. Kadının biri sakallı, kalın montlu bir adamı göstererek “canlı bomba var!” diye bağırınca kim varsa adamın üzerine çullanmış.

Şoför kenara çekmiş otobüsü. Adamcağızı önce dövmüşler, sonra giysilerini soymuşlar.

Canlı bomba sandıkları adamın üzerine çullanan bir manyak insan topluluğuyuz epeydir.

Bakmışlar ki adam masum, “pardon” deyip üstüne de kendilerini değil, adamı otobüsten indirmişler Armada’nın önünde.

Ankara’daki çok katlı psikiyatri kliniği gökdelene dönse yeridir o kadar tırlattı millet.

Dayımın sık kullandığı ifadeyle şaftımız kaydı.

Dünün sabahı. Kardeşim sıkışık trafikte, yan arabada IŞİD görseline uyumlu dört kişiyi görünce kaçacak yer olmadığından “hayat da buraya kadarmış” deyip durumu kabullendiğinden söz etmişti.

İşte o dünün akşamı. Hastanedeki odaya dönüp annemi öperken. Rus büyükelçisinin Ankara’nın orta yerinde suikaste kurban gittiğini öğrendim.

Orta yeri de laf mı, Ankara’nın göbeğinin içinde!

Karşısında ABD elçiliği, az aşağısında TBMM, az yukarısında Başbakanlık, elçilikler ve tüm önemli mevkiiler.

Dahası. Tam karşısında polis çevirme noktası var. Ve 100 metre yukarısında da var.

Herkesin, herkesi canlı bomba sanacak kadar huzursuz yaşadığı günlerde, polis otolarının kırmızı mavi ışıklarının tam orta yerindeki binada oluyor suikast.

(Polis arabası ışıklarının kozmetik işlevi dışında bir işlevi olduğuna hiç inanmadım.)

Sonuç?

Türkiye güvenlik riski en yüksek, emniyet tedbiri en düşük ülke oluyor uzaktan bakınca.

AKLIMDA KALAN

Gazetecinin üç hali: Eskiden gazetecinin tek hali vardı, katı. O nedenle de ya kırılır ya da bükülürdü. Şimdi gazetecinin sıvı ve gaz hali de var.