Nuran YILDIZ

“AMİRAL GEMİSİ”NDE MÜRETTEBAT DEĞİŞİYOR!

----- 20.01.2017 - 11:30 -----

Yazacaklarımı belki başkası yazmıştır da kendi telaşımdan atlamışımdır.

İstanbul medyasında ve Ankara politika kulislerinde konuşulanları neden yazmasınlar ki?

Telefonda konuştuğum çok önemli gazeteci “Duymuşsundur” dedi, “Hürriyet’in yayın yönetmeni değişiyor.”

“Bunu tahmin etmek zor değil ki, uçan kuş bile bekliyor bunu” dedim.

Konuşmanın devamında öğrendiklerime gelince.

Ergin’in yerine Fikret Bilâ geliyormuş. Bilâ’nın Ankara’da kalmasını isteyen Hürriyet yönetimi gündeme Fatih Çekirge’nin ismini getirmişlerse de kabul görmemiş.

Dahası var. Yılda bir kez Ertuğrul Özkök’ün gitmesine dair yapılan haberler bu kez doğru çıkacak gibi.

Özkök iktidara ne kadar şirinlik yaparsa yapsın artık Hürriyet’te yazamayacakmış.

Özkök’süz Hürriyet düşünülse bile, Aydın Doğan düşünülemez. O nedenle Özkök’ün geri planda varlığını sürdürmeye devam edeceği söyleniyor.

Kısacası, Özkök’ün nehir kenarında oturup önünden geçen cesetleri izlediği günler bitiyor.

Dahası var. Mehmet Y. Yılmaz’a da yol görünmüş. Asla ve kat’a yazması istenmiyormuş.

Ahmet Hakan’ın durumuna gelince. Hele bir Kanal D Haber performansına bakılsın, sonra karar verilecekmiş.

Bir iki yazı önce hatırlatmıştım, her konumun kaygan, herkesin ince bir buz tabakası üzerinde olduğu zamanlardayız.

“Amiral gemisi”nde olanların bir anlamı var mı? Bir yandan bakarsak çok anlamı var, bir yandan bakarsak hiç anlamı yok.

Esasen ortada okyanus da olmayınca “gemi” metaforu da gereksiz.

Bir de uzun zamandır Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’e almak için çabaladığı Oray Eğin’in Habertürk’e transferiyle ilgili konuşulanlar var. O da başka yazıda artık..

AHMET HAKAN’IN HABER PERFORMANSI

Ahmet Hakan’ı ilk gün izledim. Sonraki performanslarını bilmiyorum.

İlk yayında aklımdan geçenler;

Bir, gerçekten de aynı nehirde iki kez yıkanılmıyormuş.

İki, ne kadar ekranda yatıp kalksan da iddialı bir işe başlarken heyecan kaçınılmazmış.

Üç, haber sonundaki “madde madde” bölümü fazlasıyla çocuksuydu.

Dört, Kanal D haber tanıtım anonsları Goebbels’in “40 kere söylersen..” ilkesinden yola çıkmışçasına fazla.

Beş, Serdar Cebe’nin nesi vardı ki, hiçbir risk taşımadan haber sunuyordu.

YİNE DIŞI HOŞ, İÇİ BOŞ BİR İŞ

Birileri bir araya geldi, “Hayatına sahip çık, sokağa çık” kampanyası düzenledi.

Amaç güzel. Terörden ürküp evlerine kapanan insanlara “hayat devam ediyor” hissi yaymak, ticaret çarkını da böylece döndürmek hedefleniyor.

Ve. Fakat.

Kampanya filmindeki “sokağa çık bir şeyler yap” diyen ünlülerin tamamı, bulundukları mekânlarda yapayalnız.

Mesela Ata Demirer balıkçıda tek başına. Başka balık alan yok.

Kenan İmirzalıoğlu sahilde yürüyor, yalnız. Hadi onunkine romantizm diyelim, iyi de Fatih Terim’in de, Burcu Esmersoy’un da yemek yedikleri restoranda in cin top oynuyor.

Hülya Koçyiğit deseniz, kadının alışverişte olduğu mağazada ondan başka kimse yok.

Demet Akbağ, karlı bahçede tek başına kahve içiyor.

Bu filmi izleyen biri, “Etrafta kimse yok, alemin delisi ben miyim niye evden çıkayım” demez mi?

Ah İstanbul… Yine dışı hoş, içi boş bir işle sana haksızlık yapılıyor!

BİR SÖZCÜĞE SAHİP OL VE ONU SIKI TUT

Markalaşmada temel ilkelerden biri “bir sözcüğe sahip olmak”tır. O sözcüğün geçtiği yerde, o marka hatırlanıyorsa iş başarılmış demektir.

Sporda da böyledir bu.

Efes’in “basketbol”, Beşiktaş’ın adındaki jimnastiğe rağmen “futbol” sözcüğüne sahip oluşu gibi.

Vakıfbank da “voleybol” sözcüğüne sahipti. Gerçekten de bu ülkede kadın voleybolu “Vakıfbank” demekti. Kupa finalinde Fenerbahçe’ye yenildiklerinde üzülmem ondandı.

ŞANSAL BÜYÜKA LİG TV’DEN AYRILIRKEN

“Şansal Büyüka Lig Tv’den ayrılıyor” haberini okuyunca;

Bir, kendi gitse bile ruhu gezer orada dedim.

İki, Şansal’ın futbol dünyasındaki ilişkileri de bitse dedim.

Üç, futbol dünyasında bir adamın bu kadar yer kaplaması zaten yanlıştı dedim, sonra aklıma diğer yer kaplayanlar geldi.

Dört, bizim futbolumuzda bir Şansal gider yerine küçük Şansal’lar gelir, acaba gitmese miydi dedim.

Beş, derin futbolumuzda onca haksızlığa uğrayan futbolcular, teknik adamlar, hakemler bir “oh” çekmiş midir dedim.

Altı, iyi de biz hep Aziz Yıldırım’ı konuşmaktan, Şansal’ın futbolumuzdaki çürümedeki rolünü hiç konuşamadık ki dedim.

AKLIMDA KALAN

“Medyadan haber beklemek esas saçmalıktır!” cümlesi: Medyadan iki şey bekleyemezsiniz: Bir, haber. İki, bilgi. Ayrıntılarına girmeyeceğim. Girersem uzun, sıkıcı bir akademik yazı olur. Kimsenin anlamak için uğraşmaya zamanı da, niyeti de yok. Mustafa Varank durumu özetledi zaten. Reina’da katliam yapan teröristin yakalanma sürecinde medyanın rolünü “halkı saçmalıklarla oyalamak” şeklinde ortaya koydu. Çoktandır araştırmacı gazetecilik, iğrenç bir dedikodu haberciliğine çevrildi. Herhangi bir olay sonrası medyanın haber niyetine yaptığı şey katilin olaydan sonra nasıl kaçtığı, ne yediği, ne içtiği vs. gibi insanı ebleh yerine koyan laf kalabalığından başka bir şey değildir. Tv haberciliği, “Doğan görünümlü Şahin” gibi, “haber görünümlü dedikodu”dur.