Nuran YILDIZ

“BİR DAHA OLSA YİNE…”

----- 23.01.2017 - 11:30 -----

Gazetenin biri, Reina’da katliam yapan teröristin sorguda söylediği cümleyi haber yapmakla kalmamış, başlığa da taşımış:

“Bir daha olsa yine yaparım.”

39 kişiyi gözünü kırpmadan katletmiş caninin hiçbir pişmanlık göstermediğinin altını çizmek, onu kahramanlaştırmak değil de nedir?

Onlara göre habercilik olan, bana göre sorumsuzluk.

Hatta densizlik, sözün nereye varacağını bilmeyen…

Hatta yönünü şaşmış gazeteciliğin otokontrolünü yitirmesi.

Vitesin boşa alınması.

Haber yapabileceği alanlar kısıtlanınca, kalan alanda bulduğunun köpürtülmesi.

Terör karşısında medyanın tutumunu tartışacak bir meslek örgütü yok mu?

Türkiye’deki meslek örgütleri “bizim oğlan bina okur” misali, işlevini gazetecilerin tutukluluğuna itiraz etmekle mi sınırladı?

Elbette onu da yapmalılar ama “terör ve medya” konulu bir arama çalışması da yapabilmeliler.

Gazetenin adını neden vermediğime gelince;

Bir, o kendisini bilir.

İki, terör konusunda medyamızdan al birini, vur ötekine.

REFERANDUM ÖNERİLERİ

Referandum yönteminden hazzetmem. Popülizme çanak tutucu bulurum.

Madem referandum yapılacak, kampanyaları için parti genel başkanlarına önerilerim var.

Binali Yıldırım’a;

Bir, kampanya nasılsa Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerine yapılanacak. Onda da 15 yıllık deneyim var, fazla öneriye ihtiyacınız yok.

İki, seçmenin zor sorularına cevabınız var, sadece kolaylarına cevabınız hazır olsun. Mesela “Erdoğan’ı seviyoruz ama, ya ondan sonra gelen Fetullah Gülen gibi olursa?” gibi sorulara.

Kemal Kılıçdaroğlu’na;

Bir, sizin gibi düşünenlerin konuşup sizin gibi düşünenlerin dinlediği toplantılardan bir an önce vazgeçin.

İki, vekilleriniz cep telefonlarına mesaj atarak yattıkları yerden kampanya yapmaya kalkmasın.

Üç, “kapı kapı gezeceksiniz” dediniz ama, ikna etmeniz gereken “evet”çilerin o vekillerden hazzetmediğini unutmayın.

Dört, boyama sarışın, güneş gözlüklü kadınları kampanyada seçmenden uzak tutun.

Beş, konuşan değil, dinleyen olun.

Devlet Bahçeli’ye;

Bir, herhangi bir önerim yok. Kendisi ne diyorsa o zaten.

SADECE YAZI YAZDIM, ÜLKE YÖNETMİYORUM Kİ

Hürriyet’te olacaklara dair bir yazı yazdım ya… Her kafadan bir ses çıktı.

“Sen de mi dedikodu yazarı oldun?” diyen oldu. (Bana haberi veren gazeteciyi soran çıkmadı.)

“Ertuğrul Özkök’ü kıskanıyorsun da ondan kovulacağını yazıyorsun” diyen oldu. (Bir öğretim üyesi köşe yazarını neden kıskansın anlamadım.)

“Yazdıklarını daha önce yazan oldu ama sen yazınca dikkate alınacak kadar güvenilirsin” diyen oldu. (Sağolsunlar.)

“Ya yazdığın gibi olmazsa, güvenilirliğin ne olacak” diyen oldu. (Sanki yazdıkları çıkmayan tek yazar benmişim gibi.)

“Aydın Doğan ne yaparsa yapsın sonuç değişmeyecek” diyen oldu. (Göreceğiz.)

Onlara yanıtım şöyle oldu: “Öyle ya da böyle olunca dünyanın sonu değil ya.”

Not: Meğer bu konuya ne kadar çok kafayı takan varmış. Aydın Bey haberiniz olsun.

SOSYAL MEDYA RAPORUM

Yine yeniden açıklamam gerekiyor:

Facebook’ta yokum. Benim fotoğrafımı kullanan bir sayfa bile var ama o ben değilim. Okurlarımın kurduğu bir grup sayfası var. Oraya dahil olup olmamayı düşünüyorum.

Twitter denen kâbusun hiçbir yerinde yokum. Olmayı da düşünmüyorum.

Linkedin’e profesyonel ağ niyetine katıldım. Ancak kullanıcısı değilim. “Listenize alın” taleplerinde, gerçekten tanıdığım insanları kabul ediyorum. Diğerleri lütfen kırılıp alınmasın. İletişim kurmak isteyen mail adresime yazabilir.

Instegram’a gelince. Gösterme merakım yok. Başkalarının gösterdikleriyle de ilgilenmiyorum.

“ÇATAL TUTAN EL” SORUNU

Ertuğrul Özkök Davos’taki elit yemeğinden bildirdiği yazısında. Yemektekilerin üçte ikisinin çatalı sağ eliyle tuttuğunu yazdı ve sordu: “Uluslararası elitin yeni trendi bu mu?”

Trendi bilemem. Alışkanlığı bilirim. Zira, ben de çatalı sağ elinde tutanlardanım. “Çatal sol elde tutulur” saçmalığını ortaya atanların akıllarından zoru olmalı.

Belki Özkök’ün elitlerinin üçte ikisi de benim gibidir, trendle falan alakası yoktur.

Büyük olasılık, benim okurlar da çatalı sağ eliyle tutuyordur. Keşke tek mesele bu olsa.

CAVCAV

Son dönemdeki gel gitlerini saymazsak onun kadar güçlü çok az adamla tanışmıştım.

Bizim futbol dünyamızda Aziz Yıldırım’ın hakkından gelebilecek tek kişiydi.

Gençlerbirliği’ni Türkiye’nin her yerinden taraftar kazandıran adamdı.

Futbolcu fabrikasıydı ama, para herşey değildi, iyi futbolcu aynı zamanda ahlaklı futbolcu demekti onun için.

Aziz Yıldırım, tüm özel hayatını ifşa ederek Ersun Yanal’la yolları ayırdığında, Ersun’u arayıp “Gel Gençlerbirliği’ni çalıştır” diyen tek o olmuştu.

Ne yazık ki, güçlü babaların oğulları, babanın boşluğunu dolduramaz. Sadece Gençlerbirliği değil, Ankara da çok önemli bir koruyup kollayıcısını kaybetti.

AKLIMDA KALAN

Nutella: Son yıllarda üst üste büyük markaların krizlerine tanık oluyoruz. Önceki yıl Valkswagen’di. Geçen yıl Samsung. Şimdi de Nutella’nın palmiye yağı. Dedik ya zemin kaygan ve kırılgan. Nutella’yı üreten Ferrero’nun Türkiye Genel Müdürü Azmi Gümüşlüoğlu, “üretim ve yağ kullanımlarında sorun olmadığını, sansasyon için seçildiklerini” açıkladı. İlgili haberleri izlerken uzun süredir çikolata yemediğim aklıma geldi ve Nutella kavanozuna kaşığımı daldırdım. Nutella, markasının gücünü tadına odaklamış. Değil palmiye yağı, zehir olsa yemekten vazgeçmeyecek bir kitle var. Önerim, bu tür krizlerde sakin kalmayı ve bilgi vermeyi başarmaları.