Nuran YILDIZ

ÜMMÜYE TEYZEMİN OYU “EVET” Mİ, “HAYIR” MI?

----- 28.03.2017 - 16:00 -----

Yukarıdaki sorunun bir önemi var mı bilmiyorum, çünkü Ümmüye Teyze, Ronaldo’nun reklam filmlerini yönetiyor artık!

“Gerçek”le aramızdaki tek bağ referandum derken, o da söylemlerle alabildiğine fiktif bir platforma oturmuş durumda.

‘Artık ‘gerçek’, gerçeklikten uzaklaştıkça var olabiliyor” saptamasını yapan hangi düşünürdü hatırlamıyorum. (Robins? Bauman? Her ikisi birden?)

“Gerçeklikten uzaklaşmak”, “gerçeğin” yerini “gösteri”ye bırakmasından başka bir şey değil.

“Gösteri” ise, gerçeğin karikatürize biçimde taklidinden başka bir şey değil.

Günümüz insanının kendisini “gerçek”ten uzaklaştırıp, “gösteri”ye teslim olma arzusu, gerçekle baş etmenin zorluğundan kaynaklanıyor.

Bu konuya devam edersem, sıkıcı ve de anlaşılmaz olma çukuruna düşebilirim.

Ümmüye Teyzenin, dünyanın en büyük futbolcularından Ronaldo’nun filmini yönetmesindeki “abzürtlük” üzerine düşündüklerimi, anlaşılabilir şekilde nasıl yazabileceğimi düşünürken...

Çikolata festivali imdadıma yetişti.

Mersin’de kurduğu tiyatro topluluğundan Ronaldo’yu yönetmeye “sıçrayan” Ümmüye Teyze ile, 15 Temmuz şehitlerinin simgesi haline gelmiş Ömer Halisdemir aynı çizgide buluştu.

Başlangıçta. Her ikisi de gerçekti. “Gösteri”nin cazibesi, her ikisinin gerçekliğinin de içini boşaltıverdi.

Ümmüye Teyzem Türk Telekom’un reklam yönetmeni oldu, şehit Ömer ise çikolatadan bir heykele dönüştü.

İzlediğimiz “ideal olan”ın (köyden bir kadının çıkıp film yönetmesi, sevdiğimiz bir kahramanın sevdiğimiz bir malzeme olan çikolatayla tasviri) verdiği keyif, gerçek dünyanın sevimsizliğini ört bas ediverdi.

Ümmüye Teyzenin köylük yerde tiyatro yapmasının samimi ve sıradışı gerçeği, Ömer’in darbeci generali öldürme kahramanlığı gerçeği tüketilebilir ürünler olarak paketleniverdi.

İnsanın kendisine “imajlar dünyası”nda yer bulma hevesi, “gerçeğe tahammülsüzlüğü” medya üzerinden alınıp satılabilir hale getiriliyor.

Gördüğümüz “ideal”, dünyevi gerçeği askıya almamıza hevesli kılıyor.

Ne var ki, reklam ve halkla ilişkiler dünyamızın düşük nitelikli iş yapma biçimi, büyük şaşa ile başladığı “gösteri”yi, küçük bir hatayla yerle bir ediyor.

Ronaldo söyleşisine götürdüğü gazeteciler konusunu ve içeriği öyle bir abartıyor ki, “hanut”çuluktan ters tepiyor.

Ya da.

Yaptıkları işe aşık olmaktan, Ümmüye Teyze’nin gazete haberini kontrol etmeyi unutuyorlar.

Ve Ümmüye Teyze “gerçeğin” değil, sadece “gösteri”nin bir parçası olduğunu tüm masumiyetiyle ortaya dökerek “yönetmen” filan olmadığını şu sözlerle itiraf ediyor:

“(Çekim sırasında) Ne Ronaldo benim dediğimi, ne de ben onun dediğini anladım. Sadece gülüştük ve sarıldık.”

Kıssadan hisse bir: Günümüzde, teknoloji üzerinden dolayımlanan “gösteri”, gerçeği taklit eder. “Gerçek” de ancak varlığını “gösteri” üzerinden sürdürebilir. Maalesef.

Kıssadan hisse iki: Dışımızdaki dünyayı “gösteri” üzerinden algıladığımız için, küçük bir dokunuşla dünyanın yerle bir olması ihtimali her zaman yüksektir.

Not: Umarım çok da anlaşılmaz yazmamışımdır bu yazıyı. Canım sıkılıyor bu ara.

CHP TELEVİZYON KURUYORMUŞ!

Bir televizyonun kurulması, işsiz gazetecilere iş olanağı yaratması açısından sevindirici.

Sadece o kadar.

Yoksa.

Halk Tv’nin aynısından yapılacaksa.

Kaba bir muhalefet için kullanılacaksa.

Merkeze yığılanların dili yerine kendi gibilerin dilini kullanacaksa.

Lütfen. Rica ederim, CHP televizyon kurmayı aklından bile geçirmesin.

BENDEN SÖYLEMESİ

Referandum sonucunu gösteren anketlere bakılırsa durum yüzde 51 civarında dolaşıyor.

Birinde “evet” yüzde 51.

Birinde “hayır” yüzde 51.

Ben de diyorum ki, ankete bakan yanılır. Trump anketlerinin üzerinden daha beş ay geçti arkadaş.

SURİYELİ NEDİR?

İktidar partisi için, “AB ülkelerine kızdığımız zaman üzerlerine salacağımız bir silah” mı?

Muhalefet partisi için, “iş gücümüzü tehdit ettiği için geri gönderilmesi gereken işsizler ordusu” mu?

Doktorlara göre, “yeni tür hastalıklara neden olan bir tür virüs” mü?

Bu zulüm nedir?

Hem de hepimizin geçmişte ya da gelecekte “göçmen” olma durumu varken.

BUNU SEVDİM

Bir, Behiç Ak’ın İstanbul benzetmesine bayıldım:

“İstanbul bizi üzerinden atmaya çalışan bir rodeo atı gibi. Biz de inatla üzerinde durmaya çalışıyoruz.”

İki, sevgili Ayşe Arman’ın kısa Şevket Çoruh söyleşisini çok sevdim.

Çoruh’un ustalarına saygı ve vefasındaki alçak gönüllülüğüne hasta oldum.

Üç, Ertuğrul Özkök’ün, Frida Müzesine girerken şapka çıkarılmasının zorunlu olduğunu yazmasını da sevdim.

Biz, şapka ve saygı arasındaki ilişkiyi kurmayı bilmeyen, bu görgüye sahip olmayan bir toplumuz.

GÜZEL KADIN, GÜZEL KADINLA ALDATILMAZ

“Aşk Uykusu” filmi, iki kadın arasında kalan bir adamın hikâyesiymiş.

Aldatma hakkında yazılmamış, filmi yapılmamış ne kaldıysa artık.

Kadınlardan birini Gökçe Bahadır, diğerini Hande Subaşı oynamış.

İkisi de güzel kadın.

Bu olmaz.

Aldatmanın özünde “farklı olan” vardır. En basit şekilde, güzel biriyle birlikte olan, çirkin biriyle aldatır.

Ya da tam tersi olur.

Bakınız Hülya Avşar’ın, Feraye Tanyolaç ile, Lady Diana’nın çirkinler kraliçesi Düşes Camilla ile aldatılışı.

ÇOK MERAK EDİYORUM

Ne ses tonu, ne de tarzı olan Murat Yıldırım’ın, “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasına sunucu olmasına,

Zerre karizması olmadığı halde büyük sinema oyuncusu muamelesi görmesine,

Gıdım reytingi olmadığı halde dizilerin aranan jönü olmasına yol açan güç nedir, nerden gelir?

AKLIMDA KALAN

Hollywood’un YPG’yi konu alan filmi: Hollywood’un, YPG hakkında film yapması bizimkileri hayli rahatsız etmişe benziyor. Oysa bizimkiler Hollywood’un diğer isminin “propaganda makinesi” olduğunu, bir başka isminin “milli güvenlik sineması” olduğunu bir bilseler… Koskoca Hollywood endüstrisinin varlık nedeninin film yapmak olmadığını, Amerikan çıkarlarını sinemanın gittiği her yerde temsil etmek, algı operasyonu yürütmek olduğunu bir bilseler... Kendi sinema anlayışımızı baştan sona gözden geçirirlerdi. Dahası, o mantığın zerresini anlasalar, Türkiye’yi eleştiren her filmin festivallerde ödüller almasının övünülecek bir şey olmadığını da anlarlardı.