Nuran YILDIZ

HİÇ BİR SORUN, BU BAKIŞ AÇISIYLA ÇÖZÜLMEZ

----- 14.09.2020 - 16:45 -----

(Bu yazı bir dış politika yazısı değildir.)
Avrupa Parlamentosu’ndaki videolu toplantıda, Türk ve AB bayraklı logo ekrana gelince Alman parlamenter, “Türk bayrağı, bizim bayrağımızı gölgeliyor, gösterilmesin” demiş.
Hak verilmiş, görüntüden çıkarılmış.
Bu olay, sorunlara ve durumlara yaklaşımın en yanlış yolunu da örnekliyor.
Ortada bir mesele varsa, çözümü hep “öteki”nin üzerinden arıyoruz.
AB bayrağı nasıl bir ülke bayrağı tarafından gölgelenecek kadar güçsüzleşti? Sorulmuyor.
Gündelik yaşamda da, siyasette de böyle
Yaşadığımız her “sorun”da, projeksiyonu kendimize çevirsek birçok meseleyi çözme gücüne de kavuşuruz.
Hayatımızın aktörü biz oluruz.
Durum analizini başkaları üzerinden yapar, başkalarını suçlarsak, kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyiz.
Her tür ilişki biçiminde, “öz” kendimizdedir.
Pek çok ülke ile sorun yaşıyorsak, uluslararası iletişimimizi gözden geçirmemiz gerek.
Piyasa koşullarında rakip bizi geçmiş gidiyorsa, markamızı konumlarken yaptığımız yanlışı bulmak zorundayız.
İnsan ilişkilerimizde (aile, dostluk, aşk vs.) mutsuzsak, hep sorun yaşadığımız kişide kusur bulmakta bir tuhaflık yok mu?
Aynaya sadece, nasıl görünüyorum diye bakılmaz ki? Ya da ayna sadece görüntünüzle ilgili bir kavram değil.
Siz, siz olun, yaşanan her sorunda başkasını suçlamadan, arabeske de bağlamadan kendi özeleştirinizi yapıp, kendi kararlarınızı almaya bakın.
“Öteki”ne ilişkin sorunlar, ancak siz kendi sorunlarınızı çözmeye başlarsanız çözülmeye başlar.
Bağımsız değişken siz olursanız, “öteki” otomatik olarak (size) bağımlı değişken olur.

“GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK”
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun “Gazi Mustafa Kemal” demesi sorun çıkardı.
Haberi okuyunca yazmam şart oldu.
Elbette isimlendirme önemlidir.
Ama sevdiklerimize, kendimize ait hissettiğimiz isimler koymak da önemlidir.
Dikkatli okur bilir, benim için O, her zaman “Mustafa Kemal”dir.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganıyla da ilgisi yok.
“Mustafa Kemal”in bu ülke için kazandığı büyük zaferlerin, devrimlerin henüz 1934’te “Atatürk” soyadını almadan önceye ait olduğunu bildiğimden…
O’nun karakterinin “Mustafa Kemal”de özetlendiğine inandığımdan.
“Atatürk” soyadı da yüreğimde azizlerden azizdir ama O, benim için imkânsızlıkları imkânlı yapan “Mustafa Kemal”dir.
Gündelik konuşmalarımda ise “Paşam” diye söz etmekten büyük haz duyarım.
Sevdiklerime nasıl hitap edeceğimize biz karar veririz, yeter ki sevmediklerimize hakaret eden ifadelerden uzak duralım.

MADEM YENİ AMİRAL GEMİSİ OLMAK İSTİYORSUN
Tam da medyanın en etkisiz, en yerlerde sürünen döneminde Fatih Portakal’dan Nevşin Mengü’ye, Olay Tv’den Sözcü Tv’ye ortam kaynıyor.
Oradan ayrılıp buraya gidenler var ama, işsiz gazetecilere iş olanağı doğacak olması da var.
Bu ortamda Sözcü Gazetesi kendisine, “medyanın yeni amiral gemisi” diyor.
Boşluğu yakalamışlar. Doğru.
Ve fakat, amiral gemisi olmanın koşulları var;
Kendini sadece muhalif olmaya konumlamayacaksın.
Yoruma değil, habere odaklanacaksın.
İktidardan beslenmeyeceksin, muhalefete de yaslanmayacaksın.
Muhabirlerin masa başı haber yazmayacak, onları sokağa yollayacaksın.
Ülkeyi yönetmeye, ekonomiyi düzeltmeye heveslenmeyeceksin, haberi yapacaksın, çekileceksin.
Sözcü Tv’nin yayın yönetmeni olan Erdoğan Aktaş’ın bir sohbetimizde dediği gibi;
“Gazeteci sorunlara odaklanmalı, siyasetçilere değil. Haberi yaparsın, kimin hoşuna gidip, kimin hoşuna gitmeyeceğine bakmazsın.”
(Arkadaşım Erdoğan Aktaş’la ilgili yazacaklarımı ise Sözcü TV’nin açılışına bırakıyorum.)

OSMAN MÜFTÜOĞLU HOCAYA NOTLAR
Sevgili Hocam, Covid 19’dan korunmak, bilinçlendirmek için çok çaba harcıyorsunuz.
Ve fakat.
Hayatı sadece bilgi değil, eylem biçimlendiriyor.
Mesela;
Sağlık Bakanı “100 bin karantina kaçağı var” diyorsa, işin başında övündüğümüz sistemin artık işlemediğini de ifade ediyor demektir.
İnsanlar Covid 19 testi yaptırırken, “Sonuç çıkana kadar kendinizi karantinaya alın” diye tembihlenmiyor.
Virüs, sanki test sonucu pozitif çıkınca devreye girecek gibi, test yaptıranları uyaran neredeyse yok.

BENİ BU KONULAR DELİ EDİYOR
Ülkemin bakıma muhtaç yaşlılar ve engellilerle ilgili büyük bir politikası yok ama muhalefetin de bu konuda politikasının olmaması beni deli ediyor.
40 yıldır CHP’de üst görevlerde bulunan Gürsel Tekin’in, CHP teşkilâtına dair sorunları yeni fark etmiş gibi konuşması beni deli ediyor.
Üniversitelerin online eğitim politikaları belirlenirken sınıfların 10 kişilikmiş gibi düşünülerek “ödeve odaklanalım” denmesi, beş ders verip toplam 200 öğrencisi olan hocanın o ödevleri nasıl izleyeceğinin düşünülmemesi beni deli ediyor.
CHP sözcüsü Faik Öztrak hastalanınca, Bakan Berat Albayrak’ın geçmiş olsun telefonu etmesi, büyük olay oldu. Ekran önünde kavga edenlerin ekran arkasında kanka olduklarının bilinmeyişi beni deli ediyor.
Japonya gibi ülkelerde, Covid dahil parasız aşı için uğraş verilirken bizde bir zatürre aşısının 400 TL olması, zenginler yaşasın, yoksullar ölsün anlayışı beni deli ediyor.
Yunanistan’ın Midilli Adası’ndaki ailesiz 406 mülteci çocuğun eziyet görmesine rağmen bir tanesini bile alıp evime getiremiyor olmak beni deli ediyor.
Instagram’da takipçi artırmam için, “özel yaşam paylaş”, “takibe takip yap”, “birilerine sataş” türü öneriler beni deli ediyor.
Tanıl Bora, Ferzan Özpetek, İskender Pala gibi neredeyse her yıla bir yapıt bırakan yazarları gördükçe, kitap bitiremeyişim beni deli ediyor.
Maske tasarımında başka ülkelerde, gülümseme, ateş ölçme gibi işlevler öne çıkarken, bizimkilerin renk, desen gibi şekilcilikte kalması beni deli ediyor.
İngiltere’de tarih öğretmeni, “Kim Milyoner Olmak İster”den tam dokuz buçuk milyon lira kazandı. Bilginin ödüllendirildiği yarışmalar dururken oradan oraya koşturan Survivor tipi yarışmaların gördüğü ilgi beni deli ediyor.
Demet Akalın ünlüsünün, her fırsatta yaptığı yardımları (!), “adam ettiğim çocuklar”, “sevindirdiğim kız çocukları sayesinde” diyerek gözlere sokması beni deli ediyor.

ABZÜRT BİR FİLMİN İÇİNDEN GEÇİYOR OLABİLİR MİYİZ?
Kim derdi ki, kına geceleri kaçak olarak düzenlenip, terör yuvası muamelesiyle basılacak? Ama öyle.
Halay çekilen düğünleri de polis/jandarma basıyor.
Mahkemenin mübaşiri, devletin savcısını elinde silahla kovalıyor.
Dolandırıcılar “jigolo” şirketi kuruyorlar ve üstelik “Marka Tescil Belgesi Sureti”ne sahipler! Dolandırılanlar bunu sorgulamıyorlar bile.
Hayatı film olan, en iyi jokeyimiz bindiği atı yumrukluyor.
Kesin abzürt bir filmde figüran rolündeyiz.

TEK BAŞINA NASIL BİR İNSANSIN?
Başlıktaki soru oyuncu Belçim Bilgin’in, Hakan Gence’ye söylediklerinden.
Bence “sürü” halinde yaşayan canlılar sınıfında olan insanın tek başınalığı, bunu göze alışı tam bir güç gösterisidir.
Tek başına bırakılmışlığı ise hazin bir öykü.
Tercihse meydan okuma, itilmişse dram.
Tek başına nasıl bir insan olduğuna bakmadan, neyi sevip sevmediğini, neyi isteyip istemediğini, hayatla kişisel derdini, başkalarından ne bekleyeceğini bilemezsin.
Birlikte yürümenin değerini, kimse tek başınalıktan gelen biri kadar bilemez.
Bilen bilir.

“OLMAZ”LA NASIL BAŞ EDERSİNİZ?
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin “Ömrüm ‘kadından olmaz’ diyenlere ‘Olur, olur bal gibi olur’ diyerek mücadele etmekle geçti” demiş.
Beni tanıyanlar bilir, çevreme her zaman “Bana sakın ‘olmaz’la gelmeyin” derim.
“Olmaz” içimizde beslediğimiz düşmandır.
Önümüzü keser, fırsatları teper, başarıyı engeller, mutsuzluk getirir.
Önce kendinize, sonra fikrinize inanırsanız, dünyanın “olmaz”ları “olur” yapacak insanları beklediğini görürsünüz.

SÜPER LİG’E DAİR İKİ NOT BIRAKAYIM
Bir.
Bu yılın şampiyonu dört büyükler arasından çıkmayacak.
Bir Anadolu kulübü şampiyon olunca da ben, zayıfların, korunaksızların, medya desteği olmayanların güçlüleri yenmesinden çok mutlu olacağım.
İki.
Fatih Terim’in “Transferde tek seçenek değilsek oyuncuya ısrarımız olmaz” ifadesi, uzun zamandır duyduğum en güçlü ifade.
Hayat da böyledir, tek seçeneğe indirmektir mesele.
“Benimle onun arasında kaldıysan onu seç” demişti yazar, “çünkü beni gerçekten sevseydin seçenek yapmazdın.”

AKLIMDA KALAN
“Neden gazete alıyorsunuz?” sorusu: Her sabah gazete aldığım marketin çalışanı artık dayanamamış olacak ki “Neden gazete alıyorsunuz, her şey internette var” dedi. “Kağıt kokusunu severim” dedim, kağıda dokunmayı sevdiğimi söylemedim. Dahası da var. Çocuğa, gazeteyi kağıttan okumakla internetten okumak arasındaki farkın, açık büfe ile alakart arasındaki farka benzediğini nasıl anlatabilirsin ki? Açık büfede her gördüğünü tabağa doldurursun, yarısını yer daha çoğunu çöpe atarsın. Yüzünüzü buruşturur, “keşke ondan almasaydım” dersiniz. Alakartta ise masaya oturur, bilinçli tercihler yapar zevkiniz çerçevesinde karnınızı doyurursunuz. Daha da çok da, bu kadarı yeter burada.