Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Altaylı'ya özür borcu/Bush ve Gül: Fantastik başarı

Genelde iyi öğrenciyimdir. Hayatın tenefüslerle kesilmeyen büyük bir ders olduğunu bilirim. Bazen iyi öğrenci de çuvallayabilir, benim gibi. Neden mi?

Sabah’taki ilk yazılarımdan birinde (sanırım ilkinde) Gül-Erdoğan ilişkisinin sorunsuz olmadığını, nedenlerine de sonraki yazımda değineceğimi yazmıştım. Genel Yayın Yönetmenim Fatih Altaylı “Bir şeyi yazmaya karar verdiğinizde, sonraya bırakmasanız iyi olur” demişti. Sonraları ne demek istediğini çok iyi anladım ama içimden de “Ne yapayım köşe yazarı doğmadım ya” diye geçirmiştim. Önceki yazımın “Aklımda kalan” köşesinde Bush-Gül ilişkisini ve fantastik durumu bir sonraki yazıya bıraktığımı yazmışım. (Umarım Altaylı o yoğunlukta okumaya zaman bulamamıştır. Yani lütfen okumamış olsun!) Bir daha yapar mıyım? Bilmiyorum ama en azından yapmamaya dikkat ederim.

Gelelim “fantastik ABD gezisi”ne. Cumhurbaşkanı Gül’ün Başkan Bush’la görüşmesi müthiş başarı olarak sunuldu ya. Övgü dolu başlıkların altını okudum. Bir başarı görmedim. Gözümü kapatıp açıp yeniden okudum, yine başlığa çıkarılan, yorumlara konu olan başarıyı göremedim. Araya başka işler sokup, dikkatimi dağıtıp geri dönüp yeniden okudum, yine başarı bulamadım. Bir gazete değil, neredeyse tüm gazetelere aynı şeyi yaptım, gazetecilerin gördüğü başarıyı değil görmek hissiyatına bile sahip olmadım. Peki medya üzerindeki bu başarı illüzyonu nasıl yaratılıyor?

Ahmet Sever’in iletişim becerisi, Fehmi Koru’nun “her şey benden sorulur” edası bu illüzyonu yaratmaya yeter mi? Bence yetmez. Bir de biz bakalım şu “olumlu ziyaret” dediklerine:

-PKK’ya karşı işbirliği tam gaz devam edecekmiş. Biz bunu Başbakan’ın ziyaretiyle zaten öğrenmemiş miydik? PKK meselesi ara ara gaz verilerek çözülebiliyorsa, demek ki frene de basılarak çözülebilir. Gül, Bush’a “frene bas da PKK meselesi bitsin” demiş mi? Dememiş. Ne yapmışlar? Çözmek için gaz vermişler. Bu bir başarıymış.

-Peki Kıbrıs sorununun çözümünde BM’nin yeniden devreye girmesi için ABD’nin ağırlık koymasını istemek nasıl bir başarı ey okur? Bu Türkiye’nin dış ilişkilerinin, BM ile ilişkilerinin iflasını göstermiyor mu? Kıbrıs konusu da ABD’ye ihale edilmiş ve zat-ı muhteremlere göre oh başarılı olmuşuz.

-Türkiye’nin AB üyeliği için Başkan Bush, Sarkozy ve Merkel ile konuşacakmış. Biz istemişiz, rica etmişiz, bizi kırmamış. Anlaşılan o ki Bush bizim yeni Dışişleri bakanımız oluvermiş. Resmi gazetedeki onayı eksik kalmış, olsun, o kadar olur. Zaten Dışişleri bakanımız var mı bilmiyoruz. Ya Abdullah Gül bünyesinde o makamı da Köşk’e götürdü ya da Sayın Cumhurbaşkanı Köşk’ü Dışişleri’ne taşıdı. Henüz caddenin iki yanındaki konutların trafiğini çözmüş değilken işin içine Dışişlerimizden sorumlu Başkan Bush girmesin mi? Burası Türkiye, olur mu, olur.

-Gelelim bana esas şok geçirten başarıya: Cumhurbaşkanı’nın ve Türk heyetinin gözlerinin içine baka baka Bush “Türkiye’yi demokrasi ve Müslümanlığın bir arada yaşayabileceği fantastik bir örnek” olarak nitelemiş. Allah bilir tüm heyetin alkışlamaktan elleri kızarmıştır. Bu cümleyi başarı gibi değerlendirenler fanteziyi seksi keyifli hale getiren iyi bir şey sanmaktan yola çıkmış olmalılar. Öyle ya fantezi sekse bir heyecan getiriyorsa “demokrasi ve Müslümanlığın fantastik ilişkisi” de iyi şey diye düşünülmüş olabilir.

Fantezi “gerçekte var olmayan, hayal ürünü, hayali” demektir ve gerçek dünyada yaşanamayacak olayları konu eden durumlar için kullanılır. Türkiye’deki demokrasi-Müslümanlık ilişkisini fantastik bulmak gerçek dışı bulmaktır. “Gayri ciddidir, bir hayaldir, mümkün değildir” diyor Bush. Çünkü her sözcüğü özenle seçen bir gelenekten geliyor. Bizimkiler gibi o an akıllarına ne gelirse onu söylemiyor. ABD Türkiye’ye biçtiği değeri apaçık söylüyor işte. Bizimkilerin başarı dedikleri ise “fantastik başarı” olsa gerek.

AKLIMDA KALAN

-Hilary’nin Clinton’ının Türkiye ziyaretinde TBMM’de yaptığı konuşma: Bu kez aklımda eski bir konuşma kaldı. ABD Başkanı Clinton TBMM’de yaptığı konuşmada “Türkiye AB’ye girmek istiyorsa Yunanistan’la sorunlarını çözmelidir” demişti. (Onlar sözcüklerin zihinlerin yapı taşları olduğunu iyi bilir ve biz bu anlayışın çok uzağındayız.) Parlamento’da, milletvekillerinin gözlerinin içine baka baka “sorunları çözmesi gereken, tavizleri vermesi gereken taraf Türkiye’dir” diyen Başkana biz ne mi yapmıştık? Tüm milletvekilleri ayakta alkışlamıştık. O gün demiştim ki bir millet gururunu kaybederse kaybedecek fazla bir şeyi kalmaz.

(Haberturk.com 13.01.2008)