Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Nedir bu Fehmi Koru'dan çektiğim?

Yaklaşık bir haftadır yazmıyorum ya, gerek e-postayla gerekse telefonla soran sorana. Efendim, Fehmi Koru’yu eleştiren yazımdan sonra yazılarım kesilmiş. Bir ilgisi mi varmış?

Artık bu gibi şeylere şaşırmıyorum bile. Öküz altında buzağı ara ara bitmiyor. Öküz bile yok ortada, kimin umurunda? Aman bana ne arayıp dursunlar işte, desem de olmuyor. Boş vermek bana göre değil.

Bir haftadır yazmıyor olmamın Fehmi Koru’yla ne gibi bir ilgisi olabilir? Keşke olsaydı, o zaman ben de kendimi yazıları korku salan önemli yazar ilan edebilirdim.

İlk kez Fehmi Koru için üzüldüm. İnanılır gibi değil, ben ve Fehmi Koru’ya üzülmek? Nasıl bir imajsa beyefendininki, ilgili ilgisiz her yeri kaplamış. Evet kendisiyle ilgili aklımdan geçenleri biraz keskince yazmıştım. Aklımdan geçeni yazdım diye “Habertürk’ün cesur kalemi” bile ilan edildim Habervizyon.net’te.

Oysa Fehmi Bey o yazıdan sonra kahve içmeye davet edecek kadar nezaket sahibi biri.

Zaten Fehmi Koru’da beni korkutan şey ne o şaşalı ilişkileri, ne keskin dili, ne kıvrak zekası, ne de demagoji becerisi. Beni korkutan şey Fehmi Bey’in nezaketi.

Adam o kadar nazik ki ne kadar incelse de kaba kalıyor insan onun yanında.

Bir haftadır yazamayışımın nedeni yalnızca hocalık halleridir. Fakültede işlerim çok yoğundu. Bir tür, söz konusu öğrencilerimse gerisi teferruat gibi bir şey. (Öğrencilerimin dikkatine; Bu cümleyi Fakülte içerisinde tekrarlamam, haberiniz olsun.)

Yazmayışımla ilgili yürütülen fikirlerden çıkardığım sonuçlar ise şöyle;

- Biz ne paranoyak bir toplummuşuz meğer. Ya da paranoyak bireylerin buluşma adresi bu toplum olmuş. Yüzyıldır tartışılan yapısalcı ve işlevselci bakış açılarından hangisini seçerseniz…

- Okurlarım arasında ne önemli adamlar varmış. Bir mutlu oldum sormayın. Herhalde bir de “Ben aslında sarı boyalı saçlı bir kadınım” gerçeğini öğrendiğimde bu kadar mutlu olurdum. Ünlü anchorman’lerden meşhur köşe yazarlarına, hükümet üyelerinden very important işadamlarına kadar neden yazmadığımı dert etmiş bir okur kitlem varmış meğer.

Hele bir ünlüler ünlüsü var ki sabahları beni okuyarak başlıyormuş güne. “Aman efendim lafı mı olur, benim ki yazarak sayıklama gibi bir şey, değerli vaktinizi boşa harcamayın” desem de olmadı. Kırk yılda bir alçak gönüllü olasım tutmuştu oysa.

Mutlu oldum da, okur kalitesi denen şeyin aslında bir bela olduğunu fark etmem de uzun sürmedi. Tam sevgiliyle ilişkiler, yatak hikayeleri, magazin vs. yazmak isterken…

Tam yatak döşek yazıları yazmaya kararlıyken…

Hem de bu serideki ilk yazımın konusu sevişirken kurduğunuz iletişim vs. üzerine olacakken… Okur kalitesi dikilsin karşıma, iyi mi?

Her şeye, her şeye rağmen bir Özcan Deniz yazmazsam olmaz benim sevgili görmüş geçirmiş okurlarım. Beni şimdiden affedin.

Sonuç; Yazmayışımın sıradan bir nedeni olduğuna ve Fehmi Koru’nun uzaktan yakından ilişkisi olmadığına göre anlaşılan o ki benden de köşe yazarı falan olmayacak.

LAİKLİK TEHLİKEDE BİLESİNİZ

Türban yasasıyla falan ilgisi yok başlığın.

Diyorlar ki laiklik tehlikede değilmiş. Önce Cumhurbaşkanı söylemişti. Sık sık Başbakan tekrarlıyor. Üstelik güvencesinin kendisi olduğunu söylüyor ki, en çok o zaman korkuyorum.

Şimdi TBMM Başkanı da söylemeye başladı. İçimin rahatlaması gerekmez miydi? Tersine, aldı beni bir kaygı. Çünkü biliyorum ki bir şeyi bu kadar tekrarlamaya gelmez. Tekrarlanıyorsa korkmak lazımdır. (Kişisel tarihimden bilirim.)

Ruhumun “vatan tehlikede” jakoben alt yapısına uygunluğu varsa da korkumun kaynağı bu kadar önemli kişilerin telkini.

“Ekonomide korkulacak bir şey yok” dediklerinde biliyorum ki ekonomi sizlere ömür.

“AB’ye üyelik için uğraşıyoruz” dediklerinde anlıyorum ki tık yok.

“Laiklik tehlikede değil” dediklerinde, üstelik hep bir ağızdan söylüyorlarsa, bilin ki tehlikededir.

Öyle türban yasasından falan değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verdiği fetvalardan belli.

CUMHURBAŞKANI NEDEN TÜRBANI İMZALAMIYOR?

Şimdi de sevgili medyamı bu soru meşgul ediyor. Sanki imzalayınca Köşk’ten beyaz bayrak sallanacakmışcasına hepsi gözlerini çevirmiş Çankaya’ya bakıyor. Öyle olunca da imzalamaz tabii. Hem her taraftan “Hükümetin katibi” diye bağırın siz, hem de hemencecik imza bekleyin.

Hem “Cumhurbaşkanı tarafsız değil” diye etiketleyin, hem de hemen imza. İlk kez “Bakın ne kadar devletini düşünen, kılı kırk yaran bir Cumhurbaşkanı'yım, herkese git-gel Konya 6 saat mesafedeyim” deme fırsatı eline geçmişken.

Eee, salla baş bir Cumhurbaşkanı da pek hoş durmazdı zaten. Yoksa imzalamaz mı, elbette imzalayacak. Üstelik eşi tarafından konunun bizzat tarafıyken…

AKLIMDA KALAN

Ertuğrul Özkök’ün Simone de Beauvoir’ın çıplak bedeni üzerinden yazdıkları. Geçen pazar Hürriyet’teydi. Ne zaman amiral gemisinin kaptanı Özkök’ün kadın bedeni üzerine yazdıklarını okusam, Rodin’in kadın heykellerine bakarken hissettiklerim aklıma geliyor. Rodin o kadar yumuşak hatlarla bir kadın bedeni yaratıyor ki mermerden, teni soluk alıyor sanıyorsunuz. Bir mermer bu kadar mı yumuşak olabilir? Diyorum hayretle.. Ertuğrul Özkök’ün de kadın bedeni üzerine yazdıklarını okurken, mermerden yaratılmış bir adam bu kadar mı yumuşar yazarken? diye hayretlere düşüyorum.

(Haberturk.com 19.02.2008)