Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Saat 04:30...Sabaha karşı

Sabaha karşı 04:30…
Uykunun en güzel yeri. Bunu nereden mi biliriz?
O saatte kalkmak zorunda kaldığımızda yatağın içinde büzülüşümüzden. Sürünerek kalkarken bile yatağımıza, bir türlü kollarından ayrılmak istemediğimiz sevgilimiz muamelesi yapmamızdan.
Saat 04:30…
Mutlu ve huzurlu bir yaşamın sürdüğü ülkelerde uykunun bedenleri mışıl mışıl sardığı saat. Yalnızken yatağa serpildiğimiz, sevdiğimizleyken kucağına süzüldüğümüz saat.
Saat 04:30…
Endişesiz, kaygısız, yarına güvenle bakan insanların ülkesinde uykunun en derin yeri. “Kapıyı kilitledim mi?” derdi olmaksızın kendini güvenle uykuya teslim saati.
Saat 04:30…
Huzursuz yatılan yataklarda kabusun görüldüğü saat. Bilirsiniz siz de, rüyalar da kabuslar da sabaha karşı o saatlerde girer uykumuza..
Saat 04:30…
Hastalıkla, ağrıyla, kederle yattığımızda acılarımızın arttığı, uykularımızın kaçtığı saat. Evin içinde odadan odaya dolandığımız sonra bir köşeye kıvrıldığımız… Az kaldı gün doğacak diye dişimizi sıktığımız, dudağımızı ısırdığımız saat. Sancılı.
Saat 04:30…
Korkunun ve endişenin hüküm sürdüğü topraklarda polisin kapıya vurduğu, açılmazsa kırdığı saat.
İnsanların yaşlı-genç, güçlü-güçsüz olup olmadığına bakmaksızın yataklarından alındığı saat.
Saat 04:30..
Yirmi dört saatin içinde insancığın en güçsüz ve en savunmasız olduğu saat..
O saatte, kapısına dayandığı yaşlı adamın “Size çay yapayım” demesiyle karşılaşınca ne düşünür acaba insan?
Saat 04:30…
Haydi kalk ve düşün bir…

HEDİYE FAHİŞE VE SONRASI

Hafta sonu “Eşiniz size fahişe hediye etse ne yaparsınız?” konulu bir yazı yazdım ya. Yazıyı da düşüncelerinizi merak ettiğimi belirterek bitirmiştim.
Keşke belirtmeseymişim demeyeceğim. Gelen e-posta ve telefonlar ilginçti.
En fazla geri dönüş tepkili olanlardandı. Konuya değil, zamanlamaya.
Efendim ülke toz dumanken neden böyle abuk sabuk bir konuda yazmışım?
Bu soruya cevabımı o yazıda vermiştim zaten; Abuk sabuk olduğu için.
Anlaşılan o ki; siyasal iletişim yazmamı talep edenler epey fazla. Ama ne yaparsınız ki yaşamın her alanı iletişim ve bana uzak değil.
Bir kısım e-postada “Ne yapacağım fahişenin neye benzediğiyle ilgili?” yanıtı vardı. “Güzelse üzerine atlarım, ucuz türdense geri gönderirim ki yeni bir sürprizi hak edeyim” diyorlardı.
Ama yanıtların en ilginci tanıdığım, aklı başında bildiğim birinden geldi.
Dedi ki “Karımın fahişeyi odaya bırakıp gitmesine izin vermem. Ama fahişeyi yatağa atma tuzağına da asla düşmem. İkisini de alıp yemeğe götürürüm.”
Ben yine şaşkın sordum: “Niye ki?”
“Çünkü kadınlar fahişelerin hayatlarını pek merak eder. Yemek boyu karım ona sorular sorar. ‘Seni bu hayata kim itti?’ de diyebilir, iç çamaşırını nereden aldığını da sorabilir. Belki hangi pozisyonu tercih ettiğini de.”
“İyi de bundan sana ne fayda?” dedim, çene bu durmuyor.
“Olmaz olur mu?” dedi, “Karım bir fahişeden ne öğrenirse benim yararıma.”
İşin özeti; benden yalnızca siyasal iletişim yazıları bekleyenler için üzgünüm. Anlaşılan o ki aşk, ilişki ve iletişim üzerine yazmak da siyaset yazmak kadar hatta bazen daha da önemli. İlgi bunu gösteriyor.
Hem fena da olmaz, kadın-erkek ilişkilerinde yakalanan kalite siyasete de yansır. Yansımaz mı?

AKLIMDA KALAN

Coca-cola’nın Greenpeace’le işbirliği: Coca-Cola İcra Kurulu Başkanı Muhtar Kent “Greenpeace’le ortak projelerimiz var” demiş. Ulusal ve uluslararası markaların toplumsal sorumluluk anlayışı yaşamsal önemde. Toplumsal sorumluluk aynı zamanda, bir samimiyet test alanı. Bilinçli tüketici kurumların ve markaların hangi toplumsal konuda hangi markanın göstermelik, hangi markanın gerçekten sahiplenerek sorumluluk ortaya koyduğunun farkında. Bu durum bazen o kadar ilginç bir hâl alıyor ki işte Coca-Cola - Greenpeace işbirliği. Greenpeace özellikle endüstriyel şirketlerin ve onlara izin veren yönetimlerin çevreye verdikleri zarara karşı eylemler ortaya koymayı amaçlayan bir örgüt. Coca-Cola en büyük risk alanlarından birini paydaşları arasına katabildiği için Coca-Cola.

(Haberturk.com 24.03.2008)