Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

AB'nin orgazmından Türkiye mi sorumlu?

Başlığı yazdığımda, omzumun üzerinden yazdıklarımı okuyan arkadaşım klasik cümlesini söyleyiverdi:
“Sen üniversitede hocasın, bu orgazm sözcüğü hiç şık olmaz.”
“Sen” dedim, “Benim öğrencilerimin sözcük dağarcığını bilsen orgazm sözcüğünü umursamazdın.”
Son günlerde AB temsilcilerinin bir devletin iç işleyişine hadlerini aşar şekilde karışmalarına bakınca insan başka türlü düşünemiyor. Belli ki tatmin sorunları var.
Bu sorunun nedeni Türkiye değil. Türkiye’yi kendi istedikleri kalıba (kendi kalıplarına değil) sokamadıkları için, tatmin sorunu yaşamıyorlar aslında.
Başka alanlarda tatmin (ya da orgazm) olamadıkça, Türkiye’ye karşı had aşımı uyguluyorlar.
Türkiye hakkında konuşurken nerede duracaklarını bilmiyorlar. Bu ülkenin iç işlerine karışıyorlar, tamam. Üstü örtülü tehdit ediyorlar, tamam değil.
Hadi onlarınki had bilmezlik diyelim. Ancak diplomasinin çöktüğü, Dışişleri’nin tarihin en etkisiz dönemini yaşadığı bugünlerde onlara yanıt verecek olan da yok.
10-12 Nisan’da, AB Temsilcilerinden ikisi (Barroso ve Rehn) Türkiye’yi ziyaret edecekler. Uzaktan parmak sallıyorlar olmuyor, şimdi burnumuzun ucunda sallamaya geliyor olmalılar.
Daha Türkiye’ye yönelik bir tek olumlu cümle söyledikleri vaki değil. Tarih yazmadı. Arada bir sırt sıvazlayıp, gaz almaları dışında. Sıvazlanmadan hoşlandığımızı anladıkları günden bu yana sırtımıza tıp tıp, arkamıza tekme, gidiyoruz.
Ortada daha nişan yok ama, onlar bizi yatağa attık sanıyor. Yatakta olmadığımızı görünce de vurmadıkları yerimiz kalmadı.
Biz yatakta olmayınca, bize karşı olanların avukatı kesildiler.
Ya da yazmaya içim el vermiyor ama kendilerini bu ülkenin sömürge valisi de sanıyor olabilirler.
Ya yatacağız ya da sömürüleceğiz başka türlü tatmin olamazlar. Çünkü kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar, çözümsüzlükler, kısır döngüler onları tatmin etmekten epey uzak.
İç sorunlarında gittikçe daha çözümsüz bir duruma gidiyorlar. Üye ülkelerle de, üyelik sürecindeki ülkelerle de sorunlar yaşıyorlar. Liderleri birbirlerine kin kusuyor. ABD ile ilişkilerinde güç kaybediyor.
En büyük bunalım kaynakları, yaşadıkları kimlik krizi. Ekonomik diye başladılar, coğrafi diye devam ettiler, ideolojik olamadılar. Şimdi tanımsızlar, kimliksiz.
Ne yapsalar ellerine yüzlerine bulaşıyor.
Yalnızca Türkiye’de değil üye ülkeler dahil bir çok ülkede sinir bozuyorlar.
Nereden bakarsanız AB ciddi bir tatminsizlik (siz orgazm da diyebilirsiniz) yaşıyor. Olabilir, bu sorun herkesin, pardon her ülkenin başına gelebilir. Gelebilir de; AB adına Türkiye’ye laf söyleyenlere “Sorununuzu Türkiye çözmek zorunda değil” demek gerekmez mi?

AB’NİN GÜVEN EREZYONU

AB temsilcileri konuştukça, AB’ye güven tepetaklak aşağı gidiyor. Yalnız Türkiye’de değil üye ülkelerde de güven sorunu yaşıyor AB.
Geçen yıl Sabah’ta, “Türkiye, AB’ye iletişim desteği vermeli” diye yazmıştım. İletişim bilgi ve deneyim birikimimiz buna yeterdi, komplekse gerek yoktu.
Saflık bu ya, iletişim örgütlenmelerinden (şirketlerinden değil) alternatif bir “AB’nin Türkiye’deki İletişim Planı” hazırlayıp konuya sahip çıkmalarını beklemiştim.
Çünkü Türkiye’de bu işi yapan yoktu. Yaptığını söyleyenler de, Amerikan Dili ve Edebiyatı mezunu olan sarışın güzel kadınlardı.
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği, İletişim Danışmanları Derneği yöneticilerinden ses çıkmadı. Bir kısmı Ankaralı iletişim yazarını hazmetme sorunu yaşıyordu o sıralar. Kendilerini New York’ta yaşıyor tahayyül ettiklerinden, geri kalan herkes taşralıydı onlar için.
Sonuçta, AB’nin iletişimine onlar tavır geliştirmeyince sarı boyalı saçlı afetler, sıfır birikimle “AB iletişim uzmanı” olarak Ankara’da dolaşmaya başladılar. Sonuç ortada.
Halâ geç değil, iletişim üst örgütlenmeleri AB’ye yaşadıkları çıkmazda yol gösterebilirler.

“YAŞAM SOHBETLERİ”, YİĞİT BULUT VE “TELE PAZAR”

Dün “Yoldan geldim yorgunum hancı” ruh halinde televizyon izledim. Yoldan gelmiştim, Bodrum’dan. Dışarıda da yağmur.
Televizyon keyfim 12.00’de başladı. Akşama kadar devam etti. 5 saat üç kanalda, üç programla geçti.
Magazin yoktu izlediklerim arasında. Öbür uca geçip belgesel de izlemedim elbette. Bakın üç kanal, üç programda neler gördüm? Sırasıyla:

1. “Yaşam Sohbetleri”
TRT 1’de, saat 12.00’de başlıyor “Yaşam Sohbetleri.” Ünlü psikiyatr Prof. Dr. Bengi Semerci’nin gözlerinin içi gülen tarzıyla sunduğu bir söyleşi. Konuğu Cem Yılmaz, konusu öfkeydi.
Sevgili Bengi Semerci, Cem Yılmaz’la öfke konusunu nasıl bağdaştıracak merak ediyordum. Ama işin içinde işini iyi yapan bir psikiyatr olunca, Cem Yılmaz psikiyatr koltuğunda (yatar değil, oturur pozisyonda) öfkeden nasıl arındığını anlattı.
Programda bir bölüm vardı, görülmeye değer. Kamera sokaktaki insana soruyor: “Öfkelendiğinizde ne yaparsınız?”
Halkımızın bu soruya verdiği yanıtları üşenmedim not aldım:
-“Bulmaca çözerim.”
-“Torunuma öfkeleniyorum, o zaman da onu severek öfkemi geçiririm.”
-“Açık bir yere gidip bağırırım.”
-“Yürürüm.”
-“Bahçe çapalarım.”
-“Koşarım.”
-“Gülerim.”
-“Spor yaparım.”
-“Müzik dinlerim.”
-“10’a kadar sayarım.”
-“Çikolata yerim.”
Bir gazetelerin üçüncü sayfasındaki öfke cinayetlerine bakıyorum bir de yukarıdaki yanıtlara. Ya ben başka bir ülkede yaşıyorum ya da bu ülke afyonlanmış mı ne?
Cem Yılmaz’ın halâ korumaya özen gösterdiği mütevazılığına hayran kaldım. Yılmaz ilk gençliğindeki öfkesini anlatırken dedi ki; “O zamanlar bir potansiyelim var olduğunu ve onu hayata geçiremediğimi düşünüyordum. Halâ da öyle düşünüyorum.”
Program psikoloji, iletişim, insan başlıklarında önemli bir eksiği dolduracak. Ama “Yaşam Sohbetleri” bitince, Bengi Semerci gibi bir psikiyatrın kendi programında daha çok konuşmasını istedim.
Toplum olarak buna ihtiyacımız var. Yok mu?

2. Yiğit Bulut diye bir adam…
“Yaşam Sohbetleri” bitince Star’daki, "Her Açıdan"a takıldım. Ruhat Mengi’nin sunduğu tartışma programı. Ben yakaladığımda, Yiğit Bulut konuşuyordu.
Yiğit Bulut: Ekonomi yazarı. Kendisini bir süredir ilgiyle izliyorum. Daha doğrusu Temmuz 2007 seçimleri öncesi siyasete girme olasılığı konuşulunca ilgi alanıma giriverdi.
Ve diledim ki, mevcut partilerin hiç birinde siyaset yapmasın. Ama siyaset yapsın.
AKP’yle kan uyuşmazlığı olurdu. CHP’de kaliteli adamlar mezarlığına dönülüyordu. MHP ise Yiğit Bey için fazla iddiasız kalabilirdi.
Star’da izlediğim Yiğit Bulut siyasete fazlasıyla ısınmış görünüyor. Siyasi saptamaları ekonomi saptamalarından daha ilgi çekiciydi.
“Kapatma davası, MHP’yi de içermeli” derken içtendi.
“Türkiye için iki temel tehdit alanı irtica ve terör. Bunlara üçüncü bir tehdit alanı olarak küreselleşmenin getirdiklerinin eklenmesi gerekiyor” saptaması doğruydu.
Yiğit Bey sahip olduğu özgüven ve bilgiyle, siyasete çok şey katabilir.
Önerim pozisyonunda kendi iç dengesini koruması. Ne fazla gaza gelip kendisini ortaya atarak yıpratmalı ne de niteliklerine haksızlık edip geride kalmalı.
Toplumun dengesini takip etmeli ama popülizme prim vermemeli. İşi zor ama başarmak zorunda. Türkiye’nin nitelikli siyasetçilere ihtiyacı var. Hiç olmadığı kadar!

3. Son durak: “Tele Pazar”
14.30’da Kanal 1’e geçtim. “Tele Pazar”ı izlemek için.
“Tele Pazar” yazısı ekranda belirince, kendimi eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim. Hani gündelik yaşamın telaşı içinde aklınıza gelmeyen geçmiş zaman dostları vardır. Onları ne kadar özlediğinizi, kazara onlarla karşılaştığınızda anlarsınız. Keşke daha önce arayıp görüşseydik dersiniz.
Bolluk içinde yaşıyor illüzyonunda, her şeyin; dostluğun ve de kalitenin kuraklığında kaldığımız günlerde iyi geldi “Tele Pazar.” Hıncal Uluç’un şen kahkahaları eşliğinde hem de.
Şiir, spor, müzik, sanat hakkında kaliteye dair unuttuğumuz her şey var.
İzleyin, siz de öyle hissedeceksiniz.

AKLIMDA KALAN

Atlas Havayolları’nın gazete reklamları: Haftasonu Atlas Havayolları’nın gazete reklamlarını gördünüz mü? Başlığı: “İyi Saatte Uçsunlar”dı. Tamam ilginç olmak, dikkat çekmek iyi. Ama reklam salt bunlar değil ki. İyi duygular uyandırması gerekli. Daha Isparta’da düşen Atlas uçağının anısı tazeyken, ölenler için kullanılan bir söze atıf yapmak hiç yakışık almamış. Dikkat çekmek için mantık işletmeye gerek bile duymamak nasıl bir reklam anlayışı bilemem. Diyelim ki işi popülizm olan bir reklam ajansı fikri önerdi, reklamveren tarafında, durumun hassasiyetini hatırlayacak hiç kimse de mi yoktu?

(Haberturk.com 07.04.2008)