Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Tutarlılık ve fırsatçılık

AKP gençlik kolları toplantısında “10. Yıl Marşı” okundu ya… Alkış tutmayan neredeyse kalmadı.
“10. Yıl Marşı” başlarken AKP laikliğe karşı bir partiydi, marş bittiğinde ise laik, dönüşmüş, cumhuriyetin değerleriyle barışık bir parti oluvermişti.
Hatta Ertuğrul Özkök hızını alamamış kendisini10. Yıl Marşı’nı söylüyor sanıp, coşkuyla AKP’yi devrimci bile yapıvermişti.
Zaten AKP’nin devrimciliği konusunda kimsede pek kuşku yok da, neyi devirdiği konusunda kuşku çok.
Oysa bir kurum için, bir birey için, bir ürün için onaylanabilir imaj oluşturmanın koşullarından ikisi tutarlılık ve devamlılıktır.
Bu koşullar bir siyasi parti için çok daha önemlidir.
Tutarlılık, eylem ve söylemlerin birbirini tamamlıyor olmasıdır. Eylem ve söylemin birbirine aykırı olmaması halidir.
Devamlılık ise bu tutarlılığın sürmesi hali.
İşte o zaman güvenilir, inanılır bir imaj oluşturulabilir.
AKP’nin başına ne geliyorsa tutarlılıktan değil, sürdürdüğü gel-git halinden geliyor.
Dolayısıyla “10. Yıl Marşı” söyleyelim diyenler AKP’ye yarar değil, zarar getirmeye devam edenlerdir.
Çünkü yaptıkları “fırsatçılık”tır.
Fırsatçılık ise, zaten kendi imajından muzdarip bir sözcük.
Tarihin her döneminde fırsatçılık olmuştur. İktidara yakın yerlerde de, uzak yerlerde de.
Fırsatçılık için illa makam, mevki de gerekmez.
Fırsatçılığın büyüğü, küçüğü olmaz. Önemlisi, önemsizi de.
“Fırsat”ın imajı ne kadar iyiyse “fırsatçılığın” imajı o kadar kötüdür.
Fırsat size olanak sunar. Fırsatçılık ise içinde kurnazlık taşır.
Fırsat kendiliğinden ortaya çıkan bir durumdur ve değerlendirilebilir. Fırsatçılık ise uygun durumu kollamadır. Bir punduna getirme işlevi barındırır.
Sinsidir.
Özal’ın “Benim memurum işini bilir” sözleri “fırsatçı” memurların sloganı oluvermişti.
Siyasette fırsatçılık, bir anını bulup koltuğu kapıvermektir. Koltuk sahiplerinin bir gözleri açık uyumaları ondandır.
Bir de süreç fırsatçılığı vardır. Bir punduna getirip kendi amaçlarını gerçekleştirmek.
AKP’nin kapatılma davası, süreç fırsatçılığının sonucudur.
%47’nin kendilerine her istediklerini yapma fırsatı verdiğini düşündüler.
Kendi adamlarını bol keseden atama fırsatı.
Kısa yoldan köşeyi dönme fırsatı.
Fırsat bu fırsat deyip türban konusunu aradan çıkarma fırsatı.
Hatta fırsat bu fırsat durumunu abartıp, türbanı kamuya da taşıma fırsatı.
Devletin her yeri fırsat kaynıyor sandılar.
Hükümet etmenin ülkeyi yönetme fırsatı verdiğini fark bile etmediler.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na da dava açma fırsatı verdiler.
AKP siyaseti “Fırsatını bulduk, hükümet olduk” siyasetinden, Temmuz 2007’den itibaren “fırsat bu fırsat” siyasetine dönüştü.
AKP gençlik kolları toplantısında “10. Yıl Marşı” söylendi.
Bu fırsatçılık AKP’ye mahkemede ayrıcalık sağlar mı bilemem ama zihinlerde tutarsızlık yaratacağı kesin.
Tutarsızlık, inandırıcılığın iflasıdır. İnandırıcılık ise, bir siyasi partinin can damarıdır.
AKP, normal koşullarda bu ülkede yaşayan herkesi kucaklayacak olan, söylerken hepimizin içini titretecek olan bir marşı geç de olsa söyledi diye methiyeler düzenler çok.
Methiye sahipleri kahvedeki adam, dağdaki çoban olsa anlarım. Onlar mevcut duruma, “an”a bakar. Bakmakta da haklıdır.
Ama bunu kocaman köşelerinden kocaman isimli adamlar yapınca, aklım tatile çıksın istiyorum.
Aklı başında imajına sahip bu kadar şakşakçısı olunca Erdoğan ve AKP hata yapmasın da kim yapsın?

AKLIMDA KALAN

Fetullahçıların işsiz güçsüz adamlar oluşu: Dün Fetullah Gülen’e “Feto” diyen gazeteciye kızan savcı dedikodusundan söz etmiştim. Fetullahçı cemaat yememiş, içmemiş e-posta döşenmiş. Bu ülkenin en örgütlü gücü olduklarını bildiğimden pek şaşırmadım. Medya dünyasından kim Fetullahçılığa bir söz söylese e-posta yağmuruna tutuluyor. Zaten Fetullahçı olmayan medya mensubu yok denecek kadar az, onlar da e-posta içinde boğulmak isteniyor. İnsan da ister istemez düşünüyor; bu tarikatın mensupları hep işsiz güçsüz takımından mı ki sürekli oraya buraya e-posta yazıp, göndermeyle uğraşabiliyorlar? Hele bir tanesi “Siz akademisyenliğe devam edin, yazı yazmayın” diye akıl vermiş. Ben de yanıtladım elbette: “Siz de başkasına ne yapması gerektiğini söyleyeceğinize kendiniz ne yapmayacağınıza karar verin, beni okumayın.”

(Haberturk.com 17.04.2008)