Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Beraber yürümüştük biz "Ayak Takımı"yla!

Başbakan Erdoğan AKP grup konuşmasında, işçilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama talebi için “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” dedi.
Ayakların baş olmasına gerek kalmadı. Kıyamet koptu.
Erdoğan “Benim oyum çobanın oyuyla hiç bir olur mu?” dediği için Aysun Kayacı’yı hedef tahtasına koymuştu.
Mankene adeta bir muhalefet partisi lideri muamelesi yapmış, her mitingte yerden yere vurmuştu. “Sen benim çobanımı nasıl aşağılarsın bre kendini bilmez” diye gürlemişti.
O gün Kayacı’nın “çoban” dediği kesimle, bugün Başbakanın “ayak takımı” dediği kesim aynı sosyo-ekonomik düzeye denk gelir.
Sonuç sarışın güzel kadın söyleyince büyük suç, Başbakan söyleyince büyük alkış olurdu. Olmadı.
Derinden derine “Aysun haklı” diyenler, açıktan açığa “Başbakan haksız” demeye başladılar.
Oysa “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını birlikte çığırmıştı “ayak takımı”yla. Şimdi şarkı değişmiş, yenisi “Kapı açık arkanı dön ve çık” oluvermişti. Bu gidişle en son söyleyeceği şarkı “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” olmasın sakın?
Başbakanın dün “başımın tacı” dediği kesimin “ayak takımı”na dönüşmesinden şu politik sonuçları çıkarmak mümkün:
-Taç düştü, prensler kurbağaya dönüştü.
-Ankara’da, Başbakan dahil kimse siyaseti ciddiye almıyor.
-Türkiye’de de siyaset yapmak gayri ciddi bir noktaya gelmiş hatta o noktayı aşmıştır.
-Tutarlılık bir meziyet değildir, dün övgü düzdüğüne bugün sövgü düzerek de politika yapmak mümkündür.
-Başbakan Erdoğan iyiden iyiye kendisini seçkinci bir konuma yerleştirmiştir.
-Üstelik iyiden iyiye yorulmuştur.
-Varoşlarla sosyo-kültürel bağları kopmamış olsa da, zihinsel bağları kopmuştur.
-“A takımı” denen danışman ekibi, tamamen etkisizleşmiştir.
-Kendini beğenmiş bir imaj sergilemeye başlamıştır.
-“Bizden olanlar ve olmayanlar” ayrımı dinsel bağlamın ötesinde sosyo-ekonomik bağlama da sıçramıştır.
-Ağzından çıkanla, söylemesi gereken arasında bağlar hızla kopmaktadır.
-Kömür-bulgur dağıtmanın her türlü aşağılama ayrıcalığı sağladığına derin inanç duymaktadır.
-Bir ihtimal “ayak takımı” lafının iyi bir şeye denk geldiğini sanıyor olabilir (öyleyse ardından "Ben de ayak takımındanım” demesi gerekecek).
-AKP’ye oy veren büyük bir kesimin, kendilerine “ayak takımı” diyen başbakana hayranlıkla bakma ihtimali vardır.
Kısacası aslında beraber yürünen yol aynıdır ama Erdoğan o yolu çoktan terk etmiş köşkünden otobana bakmaktadır.
Ne var ki o köşk, pek çok iktidar sahiplerinin köşkü gibi sırçadır.

NEDEN “ULUSLARARASI ÇOCUK ŞENLİĞİ”Nİ TRT DÜZENLİYOR?

Türkiye, oldum olası uluslararası alanda “marka” olamamanın sıkıntısını dile getirir. Bu konuda ciddi bir karamsarlık da hakim.
Uluslararası marka olabilmeyi kolaylaştıran temel kriter o alanda “ilk” olmak. Türkiye’nin sıkıntısı bir türlü o “ilk”i bulamamaktı.
Bütün “ilk”ler önceden kapılmıştır. Öyle sanır. Gözünün önündeki fırsatı görmemekte inatçıdır. Ya da fırsatın fırsat olduğunun farkında olmaz çoğu kez.
“23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliği” Türkiye’ye “ilk olma” ayrıcalığını sağlıyordu.
Ama kimse işin bu yönüne bakıp “marka” olmayla profesyonel ilişkiyi kurmadı.
Şenlik adeta TRT’ye terk edildi. TRT de çocuk şenliğine, hep kapısının önüne bırakılan çocuk muamelesi yaptı. Sahiplenmek istemedi, ucundan tutuverdi.
Bu şenliği neden TRT düzenliyordu? Bunu hiçbir zaman anlamadım.
TRT ve bürokrasiye sıkışan çocuk şenliği her geçen gün genişlemek ve ortak bir gelecek platformuna dönüşmek yerine her geçen yıl küçüldü, söndü. Önemini yitirdi.
Ve bu yıl katılan ülke sayısı 39’a düştü.
Göz göre göre “çocuk”, “gelecek”, “masumiyet” gibi cazip markalama alanlarından ülkece çekilir olduk.
Cumhurbaşkanının hamiliğinde, TBMM’nin ev sahipliğinde, tüm Türkiye’nin bir mekana çevrildiği, bir iletişim platformuna dönüşebilirdi oysa.
Dünya çocukları yaşayan, eğlenen gülen yüzler olarak akıllarda kalabilirdi. Masum yüzler. Güzel yüzler…
Ve Türkiye çocuk yüzleriyle aynı resimde dünyaya imaj yayabilirdi.

AKLIMDA KALAN

Soner Yalçın’ın kitap reklamındaki sözler: Doğan Kitap, Soner Yalçın’ın “Siz Kimi Kandırıyorsunuz!” (Soru işareti değil, ünlem dikkatinizi çekerim.) adlı kitabının reklamına bir metin koymuş: “Doğruyu bulmak zekâ ve bilgi meselesinden çok, kişilik ve ahlâk sorunudur.” Bu metne itirazım var. “Zeka ve bilgi”, “kişilik ve ahlak” ikililerinden biri diğerini tercih etmeyi gerektirmez. Bu metin “Doğruyu bulmak zekâ ve bilgi meselesi olduğu kadar, kişilik ve ahlâk meselesidir” olmalıydı. Yine de çıkış noktası iyi bir slogan bulmuşlar, haklarını teslim etmek lazım.

(Haberturk.com 23.04.2008)