Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Hürriyet'in karakteri...

AKP, Başbakan'ın iddia ettiği gibi “ortalama Türk”ün partisi midir, tartışmalı.
Ancak Hürriyet “ortalama Türk”ün gazetesidir.
60 yıldır büyük gazete olmayı başardığı için Hürriyet’i, 18 yıldır onun genel yayın yönetmeni olduğu için Ertuğrul Özkök’ü kutlamak gerek.
Bir marka büyükse kendini değiştirme özgürlüğünü elinde bulundurur. Markalar için kurumsal kimliğin unsurlarını değiştirmek büyük risktir ama en büyük marka bu riske girebilir.
Bir de etraflarında kayda değer rakip olmayınca istedikleri gibi oynayabilirler. Bakınız Google’a. Dünyanın en değerli, aynı zamanda en esnek markası. Yere göre, zamana göre değişebiliyor, esneyebiliyor.
Bir marka için ne lüks!
Hürriyet de 60. yılında bu değişebilme özgürlüğünün kendisine verdiği fırsatı kullandı. Yazı karakterini değiştirdi.
Etli, iddialı karakterden zayıf, iddiasız bir karaktere geçti. Batıdaki bazı benzerleri gibi.
Batı zevkleriyle “ortalama Türk”ün zevklerinin küçük bir zümre haricinde örtüşmesi nadirdir ama yine de bu cesaret için yöneticilerini kutlamak lazım.
Yeni yazı karakteri Hürriyet markası için zayıf kaçmış gibi geliyor bana. Sanki zayıf karakterli harflerle yazılmış haberler, eskisi kadar büyük ve önemli haber algısı yaratmıyor.
Sayfa tasarımları daha karmaşık, düzen bozulmuş sanki.
Köşe yazarları başka gazeteye misafir gelmiş gibi. Eğreti duruyorlar.
Daha önemli sorun reklamlar işin içine girince ortaya çıkıyor.
Görünür ve fark edilir olmak için gazete reklamları daha baskın karakterler kullanmayı tercih eder. Öyle olunca Hürriyet’in haber ve metinleri reklamların baskınlığı arasında kaybolup gidiyor.
Reklamların sütun X cm’si haberleri zaten kısaltıp, küçültüyordu. Şimdi buna zayıflayan yazı karakteri de eklendi.
Evet Hürriyet’in bir değişim yaşaması gerekiyordu ama sanki bu değişim yazı karakterini zayıflatmak olmasa iyi olurdu.
Bu duygu zamanla geçer mi? Sanmam. Hislerim değişime direnç mi? Bilemem.
Biz yeni duruma alışırız, yeni iyi olduğundan değil, zihin eskiyi unuttuğundan alışırız.

SEVGİLİ AKİF BEKİ DİKKAT ET YERİNE TALİP VAR!

Belli ki Can Paker’in evindeki yemek konusunda kimse Başbakan Erdoğan’ı uyarmamış.
Uyarmak ne demek? Başbakan'ın epeydir kimseye bir şey danıştığı yok.
Danışma kurulu olarak seçtiği gazetecileri de bir ev yemeğinde toplamış.
Kendi krizini kendisi yaratmış.
Ne Paker uyarmış “Efendim şimdi sırası değil” diyerek.
Ne de yemeğe çağrılan gazeteciler el ovuşturup, hava basmayı bırakıp Başbakan'a riskleri hatırlatmışlar.
“Kalabalıklar içindeki yalnız adam Başbakan”a etrafından kimse de yemeğin eksilerinin artılarından çok olduğunu söylememiş, söyleyememiş.
Sonuç; yemek bitti. Dedikoduları sürüyor.
Yemekte olan gazetecilerin dünkü köşelerinde “O konu konuşulmadı”, “şöyle konuşuldu” gibi işin suyu çıkarılmış.
Ama en çok Nazlı Ilıcak yemeğin sözcülüğünü üstlenmiş.
Nasıl bir korumacı üslup anlatamam.
Nasıl bir avukatlık, nasıl bir sözcülük, nasıl bir savunmacılık.
Başbakanın basın sözcüsü, eski dostum Akif Beki bu kadarını yapamaz.
Akif’i uyarmak isterim;
Sevgili Akif, bundan bir buçuk yıl kadar önce Nazlı Hanım'la yediğim bir öğle yemeğinde bana ilk sözü “Siz Sabah’ta yazıyorsunuz, ben Takvim’de. Oysa ben Sabah’ta yazmalıydım” olmuştu.
Sesindeki hırsa hem imrenmiş, hem de irkilmiştim.
İmrenmiştim çünkü, hırs gerektiği kadar bile sahip olmadığım bir histi.
İrkilmiştim çünkü, bir kadının bu kadar hırslı olması en başta kendisine zarar verirdi.
Neyse..Sevgili Akif, o günden bugüne olana bak. Şimdi ben Sabah’ta yazmıyorum, Nazlı Hanım ise Sabah’ın baş köşesinde.
O nedenle dünkü köşesindeki basın sözcülüğü denemesini görünce senin için endişe ettim.
Yerinde gözü varsa vay haline…Kendine yeni bir iş aramaya başla arkadaşım.
Benden söylemesi..

AKLIMDA KALAN

Sevgililer arasındaki kavgayla, savaş arasındaki benzerlik: Alain De Botton okudunuz mu hiç? Okumadıysanız mutlaka okumalısınız. Mümkün olduğunca tüm kitaplarını okumaya çalışıyorum. Dün “Görmek ve Fark Etmek” kitabına başladım. Daha başlarda bir yerde diyor ki “Sevgililer birbirine karşı ancak gerçek bir savaş alanının kaldırabileceği ölçüde kaba olabilirler.” Doğru söze ne denir? Bu konuya bir hafta sonu yazısında ayrıntılı olarak değinmeyi umuyorum.

(Haberturk.com 08.05.2008)