Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Dayatma varsa çaresiz alışacaksınız!

THY Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin Anadolujet uçuşlarındaki doluluk oranının %85’e yükseldiğini, eleştirilere rağmen müşterilerin bu sisteme alıştığını belirtiyor.
Bunu da bir başarı olarak sunuyor.
Ankara’dan doğuya Van’a, Urfa’ya gitmek için Anadolujet’e binmezseniz alternatifiniz THY ile önce batıya, İstanbul’a gideceksiniz, oradan doğuya.
Tersten dolanmak istemezseniz alternatifiniz “Urfacesur.”
Uçmak istiyorsanız Anadolujet.
Bize göre bunun adı dayatma, THY yönetimine göre başarı.
Bu ülkenin kaderi hiç değişmeyecek:
Seçeneksizlikten alışmaya mahkumiyet!
Hem de seçeneğin en bol, “bolluk toplumu” fikrinin en yaygın, rekabetin en kutsal olduğu zamanda bile Türkiye için sonuç değişmiyor.
AKP % 47.
Neden?
Alternatifsizlikten.
CHP %20.
Neden?
Alternatifsizlikten.
Hürriyet amiral gemisi.
Neden?
Alternatifsizlikten.
Anadolujet %85 dolu.
Neden?
Alternatifsizlikten.
Benim seçeneksiz ve güzel ülkem…

RUMELİ HİSARI İSKELE’DEN DENİZE ATLAYACAKTIM

Üç gün önce Hisar’daki İskele Restoran’da güzel bir yemekteydim.
(Hiç hoşlanmadığım yazı girişleri gibi oldu bu.)
Güneşin tepeden vurduğu bir öğle vaktiydi.
Ruhları soyunuk insanlarla doluydu masa. Güzel yürekli, sırtınızı korkmadan dönebileceğiniz insanlar.
Masamız koca İstanbul’da, dostlarla dolu minicik bir adaydı sanki.
(Bir gece önce Asmalı Mescit’te, Cavit’in Yeri’nde de öyleydi masa.)
“Yoruldum, yazlığa mı yerleşsem ne?” deyiverdim Boğazın güzelliğine kanıp.
“Neden?” sorusunu beklerken, ilk vuruş en yakın dostlarımdan birinden geldi: “Fazla mütevazısın” deyiverdi.
“O kadar mütevazısın ki, gereksiz. Sonuçta sen de yorulursun tabii, rahat olmak lazım rahat” dedi diğeri.
Gösterinin çok, gerçeğin az olduğu bir dünyanın analizini yapıyormuşum ama çoktan yana değil, azdan yana duruyormuşum.
“Bu bir tercih” demeye çalıştım ama sesimi duyan olmadı. Beni eleştirme fırsatını kaçıracak gibi değillerdi.
“Hocalığı okulda bırak, biraz ‘ah ben ne önemliyim’ yapıver gitsin” dedi olup biteni baştan beri sessizce seyreden, “Sen beşi bir gösterirken millet hiçi milyon gösteriyor.”
“Görüştüğün, dostluk ettiğin insanların binde birini tanıyanların tafrasından geçilmiyor” dedi öbürü.
Kızdılar dostlarım, “show business” olayına girmediğim için. Akşam Asmalı Cavit’in Yeri’nde, ertesi gün İskele’de.
Neredeyse denize atlayacaktım.
“Hayatta böyle durmayı seçtim” desem de “başka türlü dur” dediler.
“İlişkilerini al-sat. Millet olmayan ilişkiyi satıyor. Hatta senin ilişkilerini satıyorlar senden habersiz. Alooo!” dedi en halim selim olan.
“Dostlarını vitrine koy. En önemlilerini en öne koy ki mostralık olsun” da dediler.
Ne diye kapalı kapılar ardında kahve içiyormuşum ki, göz önünde, mümkünse en göze çarpan masayı seçmeliymişim.
Mütevazı olmanın, dostluklarını işinden ayrı tutmanın, sana anlatılanları saklamanın bir değeri yokmuş, öyle söylediler.
Hayattaki duruşumu anlıyorlar ama onaylamıyorlar.
Onlara göre bugün öğleyin Cumhurbaşkanı Genel Sekreteriyle yiyeceğim yemeği ve diğerlerini de yazmalıymışım. İşte yazdım.
Sayın Genel Sekreter, İstanbul’daki dostlara göre yemekte konuşulanları da yazmalıymışım, benden söylemesi.
Ben o eski ben olmayıp, işin şovuna kaçmalıymışım, öyle tembihlediler.

AKLIMDA KALAN

Karagümrüklüler grubu liderinin sözleri: Karagümrüklü Beşiktaş taraftarlarının lideri Erdal Keleş’e gazeteci Süleyman Arat soruyor: “Kapalı tribünün üst tarafında oturan Çarşı grubu solcu, siz ülkücüsünüz. Bir sorun yaşamadınız mı?” Keleş’in yanıtı hem güldürdü hem de düşündürdü: “Size solcu olarak sunulan arkadaşların tamamını solcu olarak niteleyemeyiz. Onların çoğu ülkesini seven, demokrat arkadaşlardır.” Keleş’in zihnindeki solcu imajı kan emen, ülkesini satan insanlara yakın. Bir ihtimal neo-liberallerle solcuları karıştırıyor da olabilir.

(Haberturk.com 04.06.2008)