Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

AKP kapanmadı, ben de şaşırmadım

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki 3 gün tatil yapmaya bile fırsatımız olmuyor.
Dün Anayasa Mahkemesi tarihi kararını verdi. Kapatılmasını (isteyerek ya da istemeyerek) bekleyen çoğunluğa rağmen AKP kapanmadı.
AKP’nin kapanacağına dair kesin fikir belirten medya mensuplarını burada isim isim listeleyebilirim. Ama daha kararın açıklanmasından hemen sonra o isimlerin yaptığı “Ben bu sonucu bekliyordum” açıklamalarına “pes doğrusu” dedim.
30 Nisan 2008. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Ankara Dedeman Oteli’nde düzenlediği tören sonrası siyasetin bildik kulislerinden Trilye Restoran’dayız. Sabah ve Hürriyet gazetelerinin, Ankara ve İstanbul’dan isimleri göz kamaştıran köşe yazarlarıyla yemekteyiz. O köşe yazarları ki siyasetçiler duruş belirlemek için onların ağızlarının içine bakarlar, pardon köşe yazılarını okurlar. O kadar önemlidirler.
O yemekte, yani bundan tam 3 ay önce, “AKP kapatılmayacak” diyen iki kişi vardı. Birisi ben, diğeri Star TV’nin Ankara Temsilcisi Nuray Başaran. İki pırıltılı gazetenin köşe yazarları ise “Kesin kapatılacak” diyorlardı her şeyi bilir havalarıyla. Kapatılmayacak dediğimiz için de bize dudak büküyorlardı.
Şimdi onların adını tek tek yazıp fiyakalarını bozmak vardı ya… Neyse… Hayatta adam satmadım!
Nuray Başaran “AKP kapatılmayacak” öngörüsünün nedenlerini kendisi yazacaktır. Ben o günkü kendi gerekçelerimi yazayım.
Falcı değilim, iyi akademisyen olmaktan başka hevesim yok. Bilgiyi ve bilginin ortamını puzzle parçaları gibi birleştirip analiz yapmak, sonuç üretmek benim işim. Bundan da çok keyif alıyorum doğrusu.
Bana göre AKP kapatılmayacaktı çünkü en başta iklim uygun değildi. Öyle AB gibi ülke dışı iklim değil, ülkenin kendi iklimi uygun değildi.
Siyasi ömrünü tamamlamak bir yana, en güçlü döneminde olan bir genel başkandı Erdoğan. Görünürde toplumla bir sorunu da yoktu.
Üstelik hukuk ve adalet ayrı kavramlardı. Anayasa Mahkemesi de adil olmak zorunda değildi ama hukuki bir karar verecekti.
Hukuk ise sosyal bir kavram. Bir değerler bütünü. Toplumdan doğal olarak etkilenir.
Kaldı ki Mahkeme’nin kapatma kararı vermesiyle birlikte ortaya çıkacak kaos ülke için daha vahim sonuçlar doğurabilirdi. Kapatılmaması ne doğuracak göreceğiz.
Bu gerekçeler ve şimdi ayrıntılandırmak istemediğim başka gerekçelerle 3 ay önce, meşhur köşe yazarları şahittir ki; AKP kapatılmayacak dedim, öyle de oldu. 15 gün önce Başbakan'ın iki çok yakın adamına, Ergenekon’un fotoğrafına rağmen kapatılmama beklentimi yinelemiştim.
Siyasi öngörü sağlam bilgi ve analizlerle olur. Öyle rüzgara göre eğilmekle olmaz. O yemekteki güzide arkadaşlara duyurulur.

ERDOĞAN’IN KONUŞMASI

Anayasa Mahkemesi’nin kararını açıklamasından sonra Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı izledim.
Kısaydı, doğrusu da buydu.
Ne var ki o kısa konuşmada, ülkeyi bu noktaya getiren durumlara dair özeleştiri yoktu. İlk açıklamada özeleştiri olmaması normal bulunsa da, ben bir özeleştiri kırıntısı aradım, bulamadım. Tam tersine Erdoğan, bugüne kadarki siyaset yapma biçimini onaylayan bir dil kullandı.
“Ciddi bir badire atlattık” dedi ama konuşması o badirenin hakkını vermedi.
“Bugüne kadar olduğu gibi…” vurgusuyla yine bildiğini okuyacağı izlenimi verdi. Oysa tüm Türkiye’nin gözü ve kulağı ona dönmüşken yeni bir başlangıç için iyi bir fırsat yakalamıştı.
Mahkemenin kararını “demokrasi zaferi” gibi sunmak demokrasiyi tehlikeye atmaktı. Öyle yaptı. Son dönemde silsileler halinde Erdoğan’a yapılan ihtarların sonuncusu (türban kararının reddi vs.) iyi değerlendirilebilirdi. Ah bu kaçan fırsatlar…

MEHMET METİNER’İN MEDYAYA ASILI YAŞAMI

Çoğunuzun “Mehmet Metiner de kim?” dediğinizi duyar gibiyim. Mehmet Metiner anlamadığım bir nedenle, son dönemin kanal kanal gezip görüş belirten isimlerinden biri. Bu durumdan da epey hoşlanmış görünüyor.
Dün akşam Habertürk’ün yayınında ben telefonda, o stüdyodaydı.
Telefonda olduğum için ilk söz bana verildiğinde, Başbakan Erdoğan’ın önünde iki seçenek olduğunu söyledim. Birincisi tansiyonu düşürecek bir siyasi söylem benimsemesi seçeneğiydi ve rasyonel olan da buydu.
İkinci seçenek ise duygusal/popülist bir dil benimsemesiydi. Siyasi deneyimler ikinci seçeneğin daha yüksek bir ihtimal olduğunu söylüyordu. Üstelik AKP’nin lider partisi olduğu için dil meselesi daha önemliydi.
Sözlerimi bitirdim ve yayından ayrıldım.
Mehmet Bey ekranda yaşamanın etkisiyle olsa gerek medyanın işleyişine kendisini kaptırmış. Medyanın talebi olan “çatışma” kavramını sevmiş olmalı ki beni bir siyaset bilimci olarak Erdoğan’a önyargılı davranmakla suçlamış.
Yayının yoğunluğundan Mehmet Bey stüdyodayken cevap hakkımı kullanamadım.
Kullanabilseydim, kendisine daha Kasım 2002 seçimlerini kazanmadan önce Erdoğan’ın bir lider olarak siyasette kapladığı alanı ve onun liderlik niteliklerini Liderler, İmajlar, Medya kitabımda yazdığımı söyleyecektim. Bu da bir önyargı mıydı? Mehmet Bey, medyanın büyüsünden kurtulabilirse bilgi sahibi olmadan yargı sahibi olmamak gerektiğini anlayabilirdi.
Ya da medyanın büyüsü aklının önüne geçebilirdi…

AKLIMDA KALAN

“Medyanın zamanı” ile “siyasetin zamanı” arasındaki tezat: Medya doğası gereği hız ister. Hızlı haber, çabukluk medyanın işleyişinin gereği. Siyaset ise bir süreçtir. Sağlıklı tartışmalar ve sonuçlar için siyaset zamana gereksinim duyar. Medya hakimiyeti söz konusuysa medyanın zamanı ve siyasetin zamanı örtüşür. Aynen Anayasa Mahkemesi’nin, AKP’nin kapatılması gibi tarihinin en önemli davalarından birinin karar sürecini 3 güne sığdırması gibi…

(Haberturk.com 31.07.2008)