Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Öpüşmeme özgürlüğü

Tamam, toplum olarak en önemli özelliğimiz samimiyeti sevmemiz.
Tamam, otobüste, uçakta fark etmez, yanımızdakine “yolculuk nereye?” diye sormadan edemeyiz.
Ama şu her görüşmede yalap şap sarılıp öpüşme huyumuz yok mu? Oldum olası hoşlanmam. Tanışırken de öpüşür, ayrılırken de öpüşür bir milletiz. “Biz hep böyle miydik, yoksa sonradan mı olduk?” sorusunun yanıtı sosyologların alanına giriyor.
Oysa insanların “özel alanı” diye bir şey var. Bu alan “bedenin etrafındaki 50 cm yarı çapındaki daire” olarak tanımlanır.Oraya ancak çok yakınlarımız girebilir. Onlar dışında birileri girince tedirgin ve rahatsız oluruz. Kendi isteğiniz dışında o alanın ihlal edildiği durumları, mesela asansördeki halinizi düşünün.
Öpüşmek işte o özel alana girilmesinin bir yolu. Herkes herkesin özel alanında, ağaç gölgesindeki gibi rahattır bizde.
Özellikle siyasetçilerimiz oy kazanmanın birinci şartını, dudaklarını seçmenin kafatasında nereyi bulursa oraya “şap” diye yapıştırmak sanır.
Bakan Tüzmen, kendisini öptürmemekte kararlı Aytaç Durak’a neredeyse el ense çekerek öpmeyi başarınca, Durak “Tecavüz edilmiş gibi hissettim!” demiş. Söylediği şey komik görünebilir ancak, gerçek bir durumun da ifadesi.
İstemeden öpülmek tecavüz değil de nedir? İnsanların öpüşmeme özgürlüğü yok mudur?
Mesela ben özel alanım konusunda çok tutucuyumdur. Teklifsizce beni öpme özgürlüğü toplam dört kişidedir. Bence oldukça yüksek bir sayı! Üçü onlardan daha tatlısı yok dediğim yeğenlerim Arda, Ata ve Bora. Onlar beni her zaman öpebilir. Özellikle 5 yaşındaki Bora’nın kız tavlasında ona yenildiğimde “halacım üzülme insanlık hali” diyerek yanağıma yapıştırdığı teselli öpücüğü gibisi yok. Kız tavlasında hep yenilesim geliyor.
Dördüncü kişi mi? O da bana kalsın.

BİRAZCIK ŞIMARDIM!

Hakan Gündüz: “Nuran Hoca’ya baktığımda, resmine, kişiliğine baktığımda, yazılarını okuduğumda tekrar üniversiteye girip, üniversiteyi kazanmak istiyorum.”
Uğur Dündar: “Bana da bir kontenjan ayır.”
Sizi ne şımartır bilemem, beni değer verdiğim insanlardan işittiğim beğeni bildiren, güzel sözler şımartır.
Dün sabah işte öyle bir şey oldu. Hakkımda güzel sözler söylenmiş, hem de yüzüme değil, arkamdan konuşmuşlar. Radyo D’de. Uğur Dündar ve Hakan Gündüz. Dinleyen bir arkadaşım anlattı bana da. Öyle güzel şeyler söylemişler ki, ama ben en çok yukarıda yazdığım kısmı sevdim.
Dinleyemedim! Bir insanın başına kaç kez böyle bir şey gelebilir ki? Bilseydim kaçırmazdım ama kimin aklına gelir ki böyle bir şey…
Dün dinleyemedim. Sabahları işe giderken onları dinlemek vazgeçmediğim bir alışkanlıktı oysa.
Sabahları Hakan Gündüz’ü dinlerken gülüyorum, yan arabalardaki “kafayı yemiş” bakışları umurumda bile olmuyor.
Zeki ve esprili bir adam parmakla sayılamayacak kadar az. Olanlar da görüntüden kaybediyor. Onun için Hakan Gündüz’ü görmeyi hiç istememiştim. Derdim ki içimden “ne zeki ve esprili bir adam, sanırım o kadar çirkin ki başka şansı da yok.”
Meğer öyle değilmiş. Star Haber’de önceki gün gördüm ilk kez. Bakmak istemedim önce, her sabah dinlediğim o hoş sesi çirkin bir yüzle anımsamayı kim ister? Yanılmışım. Bu hoş adam kıtlığında epey hoş bir adammış…
Zeka ve esprinin üstüne bir de “cool” tarz eklediniz mi Hakan Gündüz o işte.
Sabahları (reklamdan fırsat olursa) Uğur Dündar’ı konuk ediyor programına. Onu konuk etmek büyük iş. Günü ve dünü yorumluyorlar.
Dündar o ayrıntıcı dikkatiyle gündemdeki rahatsız edici konuları ortaya koyuveriyor. “Uğur Dündarca” diye bir dil var, o dilden yorum yapıyor. Enerjisi bulaşıcı bir adam. O konuştukça sanki bana soruyor gibi “evet” dercesine kafa sallıyorum.
Yan arabadan bakanlar benden umudu iyice kesiveriyor, tahmin edersiniz.

“İMAGE MAKER” ERTUĞRUL ÖZKÖK…

Aslında artık Ertuğrul Özkök yazmak istemiyordum. Damarıma basacak çok az sayıda gazeteciden biri o. Aksilik bu ya, o da gelip gelip damarıma basıyor.
Oldum olası siyasetçilere imaj danışmanlığı yapmaya hevesli gazetecileri anlamakta güçlük çekerim. Gazetecilik başka şey, iletişim/imaj yönetimi başka şey.
Haberi yapmak başka şey, habere konu olmak başka şey.
Ertuğrul Özkök (ki son dönemdeki yazılarını eski yazılarından daha çok severim) yine Başbakan Erdoğan’a imaj danışmanlığına soyunmuş. Üstelik bu işi seviyor olmalı ki çok sık yapıyor.
Aslında hak vermiyor da değilim. Türkiye’nin en çok satan gazetesinin (şimdilik) en tepesinde olunca insan kendisini her şeye nazır hissedebilir. Kaldı ki imaj tavsiyesine soyunmuş pek çok gazeteciden Özkök’ün entelektüel ve teorik düzeyi kıyas götürmez derecede yüksektir.
Bu kez Başbakana bir restoranda, içi portakal suyu dolu bir kadehi yan masaya “sağlığınıza” diye kaldırmasını tavsiye etmiş. Tam Amerikan tarzı imaj yönetimi.
Portakal suyu tavsiyesinin nedeni, kadehin içinde alkol olmadığının daha net anlaşılacak olmasıymış. E tabii kendisi şarap konusunda uzman olunca, cin portakal, votka portakal gibi, portakal suyu rengindeki içkileri unutuvermiş.
Tavsiyesi Amerikan tarzı ama analizi Türkiş Özkök’ün. Çünkü Başbakan ne kadar kadeh kaldırırsa kaldırsın, yaz sıcağında kendisi havuza dalarken, Emine Hanım tesettürlü haliyle pencereden bakıyorsa ne kadar inandırıcı olabilir?
İmaj yönetiminde “tutarlılık” diye bir kavram var ki o olmazsa inandırıcılık da olmaz. Özkök de pratiğe odaklandığından iyi bildiği teoriyi unutuvermiş.

AKLIMDA KALAN

Ece’gillerin durumu: Ece Erken kocasından dayak yemiş, duymayan kalmadı. Yazmayan da. Şimdi dayak yiyen kadınlara destek olalım hareketine girmeyeceğim. Elbette şiddetin her türlüsünü reddediyorum, ses yükselterek insanı sindirmeye yönelik olanı da dahil. Ama nedense dayak yiyen çaresiz kadınlar için hissettiğim hüznü, Ece’gillere karşı hissedemiyorum. Çünkü o familyanın evlenilecek erkek kriterleri çok farklı. Servet, şöhret, sosyete kavramları öncelik kazanınca magandalık, maçoluk pekala görmezden gelinebiliyor. Ece Hanımın kocası’gillerin pek çok olumsuz niteliği olabilir. Ama haklarını teslim edelim ki maçoluklarını, maganda yanlarını gizlemezler. Sanırım bu adam bu kadını evlenmeden önce de dövmüştü. Ece’giller adamları nikah masasına oturtana kadar yedikleri her fiskede yüzlerinde gül bittiğini sanır. Katlanırlar. Evlenecekleri adamda “adamlık” aramak pek akıllarına gelmez. Hatta ne kadar dayak yerlerse o kadar sevildiklerine inanmak gibi bir tuhaflıkları vardır başlarda. Onun için Ece’giller ilk yedikleri dayakta seçimlerini yaparlar. Kabullenme yolunu seçerlerse ikinci dayakta suçu %50 paylaşmış olurlar. Önemli not:Çaresiz kadınlar ise bu saptamamın dışındadır.

(Haberturk.com 15.08.2008)