Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Askerler konuşurken siyasetçiler ne düşünür?

Günlerdir manzara değişmiyor. Ön sırada Cumhurbaşkanı, Başbakan, bir arka sırada bakanlar. Yüzlerinde mimiksiz olmaya özen gösteren bir ifade.

Ortalaması 35-40 dakikadan dört konuşma dinliyor yukarıdaki ekip; eski ve yeni Kara Kuvvetleri Komutanları, eski ve yeni Genelkurmay Başkanları. Protokolde olmak da zor iş. Kaçmak yok, dalıp gitmek yok, uyuklamak yok (içi geçmek var), salonun diğer konuklarını kesmek yok.

Her komutan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri üzerinde durup, laikliğe vurgu yapıyor. Cemaatleşmeye, dinci yapılanmaya dikkat çekiyor. Bu sırada ifadesiz yüzlerle ön sırada oturanların aklından neler geçiyor acaba?

“Siz konuşmaya devam edin biz atı aldık, Üsküdar’ı bile geçtik.”

“Şu koca ülkeyi yönetmeyi başardım, üç komutanı laiklik konusunda susturmayı başaramadım!”

“Çok konuşmayın, konuştukça sıra size de gelecek.”

“Bırakın canım, zararı yok senede bir gün konuşmalarına tehammül edelim, geriye kalan 364 günde nasılsa biz konuşuyoruz.”

“Şu protokolde oturmak da olmasa ülkeyi yönetmek güzel iş. Bir yasa çıkartıp protokol işlerini toptan kaldırmak mümkün mü acaba?”

“Yüzümdeki ilgiyle ama ifadesiz dinleme maskesini takmaktansa, Shakespeare oynasam daha kolay olmaz mıydı ki?”

“Adamlar haklı belki de, koskoca komutanlar sonuçta, dur biraz dinleyelim, ömrümüzü adayıp, uğruna hayatımızı koyduğumuz düşüncelerimizi değiştiririz belki de.”

Sizce ne geçiyor olabilir akıllarından? Yazın, yazayım.

GEÇEN HAFTADAN AKLIMDA KALANLAR

Kara Kuvvetleri’nin ve Genelkurmay Başkanlığı’nın devir-teslim törenleri ve resepsiyonun üçüne birden katılan biri olarak işte aklımda kalan ayrıntılar:

Kim şahin, kim güvercin şimdi belli olmaz.

Kara Kuvvetleri’nin devir-teslim töreninden sonra bir gazeteci arkadaşım sordu: “Roller Işık Koşaner şahin, İlker Başbuğ güvercin olarak paylaşılmış gibi ne dersin?” Yorum gibi soru. Org. Başbuğ’un görev süresinde yaptıklarının dökümü sayılabilecek teknik konuşmasıyla, Org. Koşaner’in keskin konuşmasını karşılaştırıyordu.

Oysa Org. Başbuğ’un bir konuşma stratejisi olduğunu tahmin etmek zor değildi. İlk gün görevinin gereğini yapmış bir kuvvet komutanı, ikinci gün dünyanın en büyük ordularından biri olan TSK’nın, -ki kendisini laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, kollayıcısı olarak tanımlayan- başkomutanıydı.

“Sen artık bu işi yapamazsın!”

Ertesi günkü Genelkurmay’daki devir-teslim töreni ise görkemliydi. Açık söylemek gerekirse Org. Büyükanıt konuşurken aklım salondan çıkıp gitti. Ömrünü askerlikle geçirmiş bir generalin sivil yaşama uyumunun ne kadar zor olacağını düşündüm. Sudan çıkmış balık olmak zordu. Zordu, yalnızca o işi yapmayı bilen birine “sen artık bu işi yapamazsın” demek..

Büyükanıt’ın her ses titremesinde benim de içim titredi. Ve birileri bana “süren doldu” demeden “sürem doldu” diyebilmeyi planladım.

Baykal’ın zamanı değerli, biz boşta gezer…

Genelkurmay’daki devir-teslim töreninin saati yaklaştıkça protokol yerini almaya başladı. Ankara, ODTÜ ve Başkent Üniversitesi rektörleri, Hükümet üyeleri girdi salona. Sonra KKTC eski cumhurbaşkanı Denktaş, elinde fotoğraf makinesiyle. Törene 5 dakika kala komutanlarla birlikte Başbakan ve Cumhurbaşkanı da yerlerinde.

Baykal yok. Koltuğu boş. CHP lideri geç kalmış. Kendisine “kusura bakmayın tören başladı, içeri alamayız” denmiş.

Peki, bizim zamanımız Baykal’ınkinden daha mı kıymetsiz? Biz, vaktinde orada olanlar, tören yoksa boşta gezer takımdan mıyız?

Meğer Baykal töreni ciddiye almamış, önceki günkü demecinden anlaşıldı. Ona göre, bu tür konuşmalar sonradan gereğini yapmadıkça ciddiye alınmıyormuş. Söylediği doğru da onun ağzından şık değil. Bir de Baykal ordunun gereğini yapmasından ne anlıyorsa artık.

“Babanız Genelkurmay Başkanı oldu”

Görevi devralan Org. Başbuğ’u dinlerken aklımı salonda tuttum. Org. Başbuğ iyi bir hatip. Bazı noktalarda öyle bir vurgu yapıyor ki sesiyle, kafamıza yumruk yemiş gibi oluyoruz. Tüm salon pür dikkat. Sonuna kadar. Konuşma bittiğinde kopan alkışın kesilmesi için Org. Başbuğ’un kürsüden inmesi gerekti.

Salonda Org. Başbuğ’un kızıyla oğlunun olduğunu öğreniyorum. Ama göremiyorum, kokteyl sırasında bahçede de göremiyorum, kimse de göremiyor. Varlar ama yoklar. O kadar mütevazı bir portre çiziyorlar ki, ikisinden birinin omzuna dokunup “pardon sizin babanız genelkurmay başkanı oldu farkında mısınız?” diyesim geliyor.

Ve resepsiyon…

30 Ağustos resepsiyonuna yeni Genelkurmay Başkanının tarzı sinmişti. İlk dikkatimi çeken ise her yıl cumhurbaşkanı, başbakan ve komutanları “hanedan üyeleri” gibi gösteren kamelyaya orkestranın yerleştirilmiş olmasıydı. Yapay ve itici protokol görüntüsü yoktu.

Ahmet Hakan özel konuk..

Köşe yazarı Ahmet Hakan bu törene ilk kez çağrıldığı için ilgi odağıydı. Onu yeni Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ ile tanıştırma işi bana düştü. Org. Başbuğ ikimizi kendisine doğru yürürken görünce “Basın mensuplarına bir şeyler söylemek istiyorum” dedi. Benim akademisyen olduğumu bildiğine göre kastettiği Ahmet olmalıydı.
Biraz bekledi, diğer gazeteciler de geldi. Sonra 30-35 dakika süren bir “Büyük Taarruz ve 30 Ağustos” dersi verdi. Önce sordu, sonra yanıtladı. Anlattığı şeyler o kadar etkileyici bilgiler içeriyordu ki konuşmasını üzüntüyle “işte bunlar anlatılmıyor okullarda” diyerek bitirdi. “Tarih bilinci” nasıl erozyona uğruyor gazetecilere anlattı. Sonra kurmaylarına dönüp Çılgın Türkler’in yazarı Turgut Özakman’ın gelip gelmediğini sordu.. Derdi medyada başlık olacak bir cümle söylemek değildi.

Kalabalık dağıldıktan sonra Org. Başbuğ’un eşi Sevil Hanım’la Ahmet’i tanıştırdığımda keyifli bir sohbet de başlamış oldu. İki ünlüyü tanıştırmak komik, sohbetlerinin başlatıcısı oldum demek daha doğru. Sevil Hanım Ahmet’e takdir duygularını anlatırken “tamam” dedim, “Ahmet’in bu kesimde inandırıcılık sorunu kalmamış.”

Sertab Erener’den kurtulduk!

Sevinçle fark ettim ki artık işkenceye dönmüş olan Sertab Erener konserinden kurtulmuşuz. Yerine muhteşem yorumuyla Funda Arar gelmiş. Sevindiğimi öyle belirtmiş olmalıyım ki Sevil Hanım “Sadece orkestra caz çalsa daha iyi olurdu” diye fısıldadı. Haklıydı. Sevil Hanım Yıldırım Mayruk imzalı zarif, arkası fiyonklarla süslü, gri elbisesiyle sade ve şıktı. (Bir moda yazmadığım kalmıştı.)

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ’a ilgi büyüktü. Herkes bu devirde AKP çizgisinde olmadan atanmayı başaran yeni rektörü kutlamak için yarışıyordu.

Dans yok, Fenerbahçe yok!

Her yıl Genelkurmay Başkanı ve eşinin polemiklere konu olan dans “gösterisi” bu kez yoktu. Gazetecilerin “özel bir şey alabilir miyiz?” ısrarlarına rağmen Fenerbahçe muhabbeti de yoktu. Zoraki espriler yerine vakur bir tarz seziliyordu.

Bir 30 Ağustos daha geçti… Aziz Nesin’in çok sevdiğim tabiriyle “Du bakali n’olcak?”

(Haberturk.com 01.09.2008)