Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Yakışıklı erkeklerden iyi sevgili olur mu?

Yakın bir arkadaşımla kahvelerimizi içip gazetelerimizi okuyoruz. Okumamız birden arkadaşımın derin iç çekişiyle kesiliveriyor. Merakla eğilip iç çekerek baktığı sayfaya bakıyorum. Kocaman bir Master Card reklamı. Reklamda bir adam fotoğrafı. Adama adam demek bile saygısızlık, öyle bir şey…

Üstelik adamın ne alnı, ne gözleri var fotoğrafta. Burnu, biçimli ağzı ve mükemmel yüz hatları ortada.

İster istemez “Nefis!” diyor insan. Refleks olarak yani.

Neden bu tür adamlar hep yabancı reklamlarda karşımıza çıkıyor da bizde in cin top oynuyor, insan hayıflanıyor.

Arkadaşım “Ne yakışıklı adam, kim bilir ne muhteşem bir sevgilidir” deyiveriyor, iç çekmeli ses tonuyla.

Onu duyunca aklımdan geçenleri kovup, zınk diye orada kalıveriyorum.

Gönlüm bu lafa itiraz etmek istemese de aklım itiraz ediyor: “Saçmalama!”

Benim bildiğim müthiş yakışıklı adamlardan berbat sevgililer olur. (Muzip okura açıklama: Benim bildiğim demek, benim yaşadığım anlamına gelmez, en azından her zaman gelmez.) O deneyimden geçen herkes aynı şeyi söylüyor.

Arkadaşım “nedenmiş o?” diye sızlanıyor. Ben de nedenleri bir çırpıda sıralıyorum;

1. Yakışıklı adamlar kadar bencil sevgili bulamazsın. O çevresinin yalnızca kendisini mutlu etmek için yaratıldığını sanır.

2. Vermeyi bilmez, yalnızca almasını bilir. Kendisinin sana en büyük lütuf olduğunu düşünür.

3. Ona naz, kapris yapma ihtimalin yoktur. İlk naz, kapris yaptığında fırsat bilir ve zaten kolları açık onu bekleyen kucaklara atlayıverir.

4. Her “bugün biraz geç kalacağım” demesinde aklına hemen kimlerle olabileceğine dair bir resmi geçit listesi gelir ama asla “bir işi çıkmıştır” cümlesi gelmez.

5. Parmağına iğne batsa senin tüm ilgini ister ama sana kamyon çarpsa onun umurunda olmaz.

6. Bir restorana gittiğinizde herkes önce ona bakar. O da herkese bakıyorsa hapı yuttun demektir. (Sene önemli değil. Yer ise Güvenlik’te Alpay’ın Karpiç’i. -Yani o kadar eskiden.- Kapıdan girdiğimizde herkes ona bakmıştı. O da yalnızca bana bakıp elimi sımsıkı tutmuştu. Hiç kendimi o günkü kadar güzel, o günkü kadar gururlu hissetmedim. Kadınsı durumlar işte.)

Daha listeyi uzatacaktım ki arkadaşım “Senin gibisini görmedim!” diye isyan etmesin mi? Hayal bile kurmasına izin vermemişim.

Yine de 7. maddeyi de hemen ekleyiverdim: Ne kadar üstün niteliklere sahip olursan ve güzel olursan ol, kendini onun yanında hep çirkin hissedersin.

Kısacası, yakışıklı sevgilisi olan da pişman, olmayan da.

Sizce de haklı değil miyim sevgili okur?

MEĞER HABERTURK.COM NEYMİŞ…

Başbakan çıktı bazı yazarlarının Aydın Doğan’ı eleştirdiğini söyleyerek “yerin kulağı vardır” dedi.

Ertuğrul Özkök “yerin kulağı” konusuna açıklık getirilmesini istedi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen “Bebek Balıkçısı’nda iki yazar konuşurken yan masalardan duyuldu” dedi.

Buraya kadarını büyük medyadan takip ettik.

Sonra Ahmet Hakan Haberturk.com’a yazılı açıklama yaptı: “O yazarlar ben ve Yalçın Doğan, o kulak da Suna Vidinli.”

Ardından Suna Vidinli Haberturk.com’a “Halka açık bir yerde yüksek sesle konuşulanları duyduğum için kimseye hesap verecek değilim” dedi.

Sonra Ahmet Hakan yine Haberturk.com’da, Suna’ya yanıt verdi: “Yan masada konuşulanları dinlemek aile terbiyesine aykırıdır.”

Sonra Ahmet konuyu köşesine taşıyıp oradan Edibe Sözen’e “Kendi açıklamalarını yayınlamak için sana bir hafta veriyorum Edibe” demesin mi?

Edibe Sözen de Hürriyet’teki yazıya Haberturk.com’dan yanıt verdi: “Biz ikinci Önder Sav vakasını duyurduk hepsi bu.”

Biz de, “bizi bilen biliyor” diye mütevazılık yapıp duruyorduk, yanlış yapıyormuşuz. Günlük bir milyonun üzerinde giriş yapılan Haberturk.com, sloganında olduğu gibi “Türkiye’nin en büyük Internet gazetesi”ymiş. Hatta sloganı eksikmiş, “en etkili Internet gazetesi”ymiş aynı zamanda. Biliyordum da bu kadar olduğunu fark etmemiştim doğrusu.

İMZA GÜNLERİ…

Alfa Yayınevi’nden aradılar. TÜYAP Kitap Fuarı’nda imza günü düzenlemek isteyip istemediğimi sordular. “Tanklar ve Sözcükler” kitabımın yayınevi oldukları için.

İstemediğimi söyledim.

Çocukluğumdan beri kitap fuarlarını gezerken kitabını imzalayan yazarların standlarını her gördüğümde rahatsız olurum. Tam olarak nedenini bilmiyorum bu rahatsızlığın.

Sanırım yaptıkları şeye, kitap yazmaya duyduğum saygıdan olsa gerek. Bir yazarın onca meşakkatli işten sonra ayağımıza gelip bize kitap imzalaması hoşuma gitmez.

Ya da bir yazarın standın arkasında, vitrinde durup gel beni al tarzındaki eşyalar gibi durmalarına üzülürüm.

Ve aslında bir kitabın üzerinde yazılı duran adının, sıraya geçip rutin atılan imzalarla daha da değerlenmeyeceğine inanırım.

Belki de yanılıyorum ama ben mümkün olduğunca imza günlerinden uzak dururum.

AKLIMDA KALAN

“Ya burası Patagonya ya da Hükümet kendini Patagonya’da sanıyor” hissi: Belki de ramazan günü Deniz Feneri’nin gölgesinde yardımlaşmadan söz etmenin samimi olmayacağından, belki de türban vs. konuların getirisi kalmadığından Başbakan durup durup “Aydın Doğan medyasına” vuruyor. Dün yine “Türkiye’de medyanın inandırıcılığı kalmadı, kendisini tüketti” dedi. Hızını alamadı, kendisiyle iyi geçinmeyen, kendisini eleştiren medyadan uzak durmaları için AKP’lileri uyardı. Bir iletişim hocasının bunları dinlerken içine düştüğü durumun ne hazin bir durum olduğunu bilemezsiniz. Yıllar yılı medyanın sermaye yapısının değişimini destekleyenlerin, medya-siyaset-ticaret işbirliğinin sağladığı ayrıcalıklardan yararlananların, sonra da bu durumun sonuçlarından şikayet etmesi şaşkınlık bile vermiyor artık. Başbakanın eleştirdiği hiçbir konunun çözümü için eylemde bulunmaması gösteriyor ki Türk siyasetinde “söz” eylemin yerine geçmemiş, “eylem”in kendisi olmuştur. Bende de, “Ya burası Patagonya ya da Hükümet kendini Patagonya’nın hükümeti sanıyor” hissi mevcut. Bu işin çivisi mi çıktı, vidası mı gevşedi orasını da siz tahmin edin artık.

(Haberturk.com 19.09.2008)