Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Yazmasan olmuyor, yazsan olmuyor!

Günlerdir hiçbir şey yazmak geçmiyor içimden. Halbuki öyle cazip konular gelip geçiyor ki önümden.

Hülya Avşar ve AKP’lilerin Başbakanla kedigiller arasında kurdukları ilişki üzerine söylenenler…

Baykal’la görüşmesinden hemen sonra Murat Karayalçın’la yaptığımız sohbet...

Türkiye’nin en önemli bakanlarından birinin kapalı kapılar ardında kulağıma söyledikleri…

MHP Genel Başkanının grup toplantısındaki son çıkışı…

Cazip konular hepsi de. Yine de yazasım gelmiyor günlerdir…

Yalnızca ben değil, gazetelerde köşe tutan bazı dostlar da aynı dertten muzdarip. Ben şanslıyım Internet’te yazma ayrıcalığından yararlanıp kendi kendime ara verebiliyorum, onların böyle bir şansı yok…

Yazmadıkça okurlarım geriliyor. Hasta mıymışım diye meraklananlar... “Ne diye yazmıyorsun” diye fırça çekenler...”Hiç değilse ne zaman yazacağını yaz” diyenler…

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki yazsan olmuyor, yazmasan olmuyor.

Mesela Genelkurmay Başkanının dünkü epey sert konuşması tüm yukarıdaki konuları bir yana itecek türdendi.

Genelkurmay Başkanlığı görevine ilk geldiği günden beri iletişimden yana, diyalogdan yana olan Org. Başbuğ’un geldiği nokta düşündürücü. Org. Başbuğ’u dinlerken bıçağın kemiğe dayandığında çıkan o sesi duyar gibi oldum.

“Bu kadar sert olmasaydı” diyenler var. Evet, keşke olmasaydı. Dönüp tarayın arşivleri, son haftalarda kaç kez sert olmayan, nezaket içinde bir üslupla anlatmışlar dertlerini. Kaç kez “yapılanlar yanlış”, “uyanık olun sistemli ve bilinçli bir saldırı var” demişler, nazikçe.

Ordusu “sistemli ve bilinçli saldırı” altındayken bu kadar vurdum duymaz tavır takınan kaç ülke, kaç siyasetçi, kaç kurum bilirsiniz?

Kaç kez medyanın kudretli genel yayın yönetmenleri çağrılmış, anlatılmış bir bir? Kaç kez Ankara Temsilcileri çağrılmış, konuşulmuş? Benim saydığım bir ayda en az 3 kez Genelkurmay Başkanı ve İkinci Başkanı düzeyinde anlatılmış dönen dolaplar, çevrilen oyunlar. Olmamış.

Hani derler ya kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir diye, tam öyle. Sanki herkesin kulaklarının duyması, gözlerinin görmesi için birinin bağırması gerekiyor. Ne hazin bir durum.

Medya yöneticilerinin, sermayenin, televizyon entelektüelinin öyle dolu ki gözleri kendi görüntüleriyle, öyle dolu ki kulakları kendi sesleriyle, bağırmazsan duyulmuyor.

Gazetenin biri güya kamuoyunu bilgilendiriyor. Ama nasıl? Doğru olmayan bilgilerle, görüntülerle, bağlamından koparılan verilerle. Kendilerini “kamuoyunu en çok düşünen” olarak sunanlar, kamuoyunu yanıltmak için türlü taklalar atıyorlar.

Ve bu dezenformasyonu savunan entelektüeller var, hayret ediyorum. Basın Konseyi Başkanı ifade özgürlüğüne saygılı olmaya davet ediyor da (haklı olarak) dezenformasyon konusunda ağzını açmıyor mesela… Şaşırmak bile şaşırtıcı o kadar derinde bir duyarsızlık…

Org. Başbuğ bu kadar sert konuşmasaydı diyenler var. Evet, keşke konuşmasaydı… Günlerdir sistemli olarak gerçek diye sunulan belgelerin gerçek olmadığının fark edilmesinin o sert sesi duyduktan sonraya denk gelmesi vicdanları sızlatmıyor mu halâ?

Medyanın bir kısmını esir alan hangi kirli amaç insan kanı ile yıkanacak kadar, terörle beslenecek kadar kör edici olabilir? Hangi kamuoyunu bilgilendirme işlevi gerçekleri örtecek kadar çirkin amaçlar için kullanılabilir?

BİR DERS…

Ülkeler zor bir süreçten geçerken kurumlarıyla bir bütün oluştururlar. Hükümeti, muhalefeti, medyası, ordusu tek bir ses çıkarırlar, tek bir beden gibi. Örneğin “özgürlükler ülkesi” ABD’de, terörle ilişkili konuşulacak ve açıklanacak konular Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından belirlenir. Böylece her kafadan bir ses çıkmaz bizimki gibi.

Devlet sorumluluğu, ülke bilinci kaosun en az terör kadar zarar verici olduğunu bilmeyi gerektirir.

Dolayısıyla çağdaş devlet olmakla olmamak arasındaki farklar yalnızca AB ilkelerinden geçmez. Çağdaşlık her şeyden önce bir düşünce biçimidir.

HAİN KADINLAR

Hep derim ya, ben kadınlardan korkarım. Hain erkekler ortada dururlarken öylece, hain kadınlar küçücük bedenlerinin içine gizleyebilirler hainliklerini. O küçücük cüsseden beklemezsiniz o büyüklükte kötülükleri.

Zaten en büyük avantajları da mini minnacık oluşlarıdır. O yüzden bakın tarihe, büyük toplumların, büyük adamların sonunu getiren hain kadınlardır çoğu zaman…

Küçücük hain kadınlar… Hırslı kadınlar… Ruhları çürük kadınlar… Korkmalı onlardan.

Sızıverirler incecik yapılarıyla içinize. Sizi satarlar, ülkelerini satarlar…

Bilmem anlatabildim mi sevgili okur?

BİR AKP’Lİ BAKANI ALKIŞLAYACAĞIMI DÜŞÜNMEZDİM HİÇ

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, işkenceden ölen Engin Ceber’in ailesinden devleti ve milleti adına özür diledi. Sevindim.

“Çocuğunuzun yaşamak hakkına sahip çıkamadık özür dileriz” cümlesi, çocuğunu yitiren bir aile için ne ifade eder bilemem. Ama iyi şeyler olmadığını kestirmek zor değil. Yine de her insanın yaşama hakkını korumakla görevli olan devletin, “ben bu görevi yapamadım” demesi dikkate değer. Alışılmadık. Yeni.

Böyle bir ölümün ve böyle ölümler için özür dilemek zorunda kalmayan bir bakanın olmadığı bir ülkede yaşamalıydık insanca…

AKLIMDA KALAN

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın üç şiirinden dizeler: Bir şair ölürse bir yerlerde, bir renk eksilir dünyadan, “söz”e tutkun ben, buna inanırım. Fazıl Hüsnü Dağlarca da gitti ruhumuza güzel şiirler yapıştırarak. Söylediği üç şiirindeki dizeleri yıllardır hiç aklımdan çıkarmadım: Biri “Tanrı /kurşunkalemle yazmıştır kişiyi” dizeleriydi. İkincisi, dün haberturk.com’da yer alan “uzun yaşamışsın derler bana/ bilmezler seni uzun beklediğimi” dizeleri. Üçüncüsü de liseden beri aklımda kalan “Mustafa Kemal’in Kağnısı” başlıklı uzun şiiri. O şiirin en çarpıldığım dizelerini paylaşmak isterim sizlerle:

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.

(Haberturk.com 16.10.2008)