Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Oldu mu şimdi?

Geçmiş zamanda, bu köşede “Nedir bu Fehmi Koru’dan çektiğim?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Nerden bileyim bu cümleyi belirli aralıklarla tekrarlamak zorunda kalacağımı…
Aynı sayfada Fatih Altaylı gibi bir ismin olmasının rahatlığıyla kendi halimde yazılar yazıyorken… O varken sayfada, dikkatler onun üzerindeyken, kendimi evin arka bahçesinde, gözden uzakta sanıp keyfimi sürüyorken...
İdealist bir iletişim hocası olmaya kendimi öylesine kaptırmış, hayatın iletişimiyle, iletişimin hayatını birbirine katan, eleştiren, öğreten yazılar yazarken…
Konuşmakla iletişim kurmak arasındaki farkı anlatabilsem o bile yeter derken... Ya da “lütfen gitme” ile “gitme lütfen” arasındaki farkı. Bir sözcüğün yerini değiştirmenin bile hayatın yerini değiştirebilecek güçte olduğunu anlatabilsem derken…
Serde mertebelerin en kıymetlisi olan üniversitede hocalık vardı ya, istediğim gibi ahkam kesiyor, tüm uzlaşı, çatışma, çıkar vs. durumların dışında önüne gelene eleştiri oklarını fırlatıyorken...
Ee, ok bu, canı yananlar da oluyor ama tesellim, oklara hedef olanlara eleştiriler doğrultusunda kendilerini sorgulama fırsatı da doğuyor diye düşünürken...
Ne oldu?
Dün Fehmi Koru (nam-ı diğer Taha Kıvanç), o kadar önemli bir adam, sanki başka işi gücü yokmuş gibi, beni köşesinde “okumayı ihmal etmemeniz gereken bir yazar” olarak sunmasın mı? Sanki “kimi okusak” diye soranımız çokmuş gibi.
Haydi siz siz olun “Çocuklar Duymasın” dizisinin taş fırın erkeği gibi “ba- ba- ba” demeyin. Ya da nedir bu Fehmi Koru’dan çektiğim diye veryansın etmeyin.
Bu ülkenin köşklerine, konutlarına el ense çekecek kadar yakın olan yazarı, “okuyun” demekle yetinmeyip bir de beni “etkili biri” olarak tanımlamaz mı? Üstelik de “etkili olmayı” ancak sevgililer arasında anlamlı bulan bir kadın için yazılacak şey mi bu?!!
Peki dün onu dinleyip de benim köşeme tıklayanlar, o köşede ne okudular dersiniz? Uzaydaki kızarmış biftek kokusunu…
İşte o an, benim karizma indi mi bir anda sıfıra ve hatta sıfırın altına!!..
Fehmi Koru’nun uçları sivriltilmiş oklarıyla yazılarımı göstereceğini bilseydim, görücüye çıkmış kız misali köşeyi bucağı düzenlerdim bir güzel. Uzayda kokan biftek gibi abuk bir konu yerine döktürüverirdim güzelim bir yazı.
Son zamanlarda adeta siyasetimizin Nostradamus’u mertebesine yükselen Fehmi Bey bir de yazısına “Onun gönlü Hıncal Uluç gibilerde olsa bile…” diyerek Hıncal Uluç’a ve bana sataşarak başlamamış mı? İnsan o cümlenin devamı “benim gönlüm de onda” diye tamamlansın istiyor. Ama öyle yapmıyor, yazıyı başka yöne sürüp beklentimi boşa çıkarıyor.
İnkar edecek değilim, kocaman gönlümün bir köşesi elbette ki Hıncal Uluç’ta. Yazdıklarından çok, hayat felsefesinde, bunu da belirtmem lazım. Hani o varmaya değil de gitmeye tutkunluğu var ya.. İşte tam benlik bir bakışaçısı.
Üstelik zamanlaması da yanlış bir yazı. Oldu mu şimdi diye kızmak geliyor içimden. Tam Tempo’daki söyleşimin ve o söyleşiye konu olan yazımın gördüğü ilgiye tutunup, bambaşka bir yola döndürmüşken yüzümü…
Tam kendimi aşkların, ilişkilerin yazarı olarak konumlamaya niyetlenmişken…Olacak iş mi bu?
Aşk, ilişkiler üzerine yazdığım yazılar sırasında “bu yazarı okuyun” önerisi yapsaydı da, insanlığa daha fazla yararı dokunsaydı ya.. Yaşama dair tüm sorunlarımızın aslında aşklar ve ilişkilerden kaynaklanan sorunlar olduğunu Fehmi Bey bilmez mi? Bilir elbette.
Ömrümde ilk kez “Amaaan bana ne bu ülkenin derdinden” diyerek tam da sosyete ruh haline yükselmek üzereyken…
Oldu mu şimdi?…

AKLIMDA KALAN

Televizyon şovlarındaki üniversiteli öğrenciler: Hangi televizyon şovuna rastlasam oradalar. Sıra sıra dizilmişler. Kimi zaman gülüyorlar, kimi zaman gülüyor gibi yapıyorlar. Yönetmen “alkış” deyince, alkışlıyorlar, “kes” deyince alkışı kesiyorlar. Onlar şovların stüdyo izleyicisi olan üniversiteli gençler. O kadar saat o eziyete neden katlanıyorlar? Neden el çırpmak için gece yarılarına kadar stüdyolarda tıklım tepiş oturuyorlar? Neredeyse görmekten bıkkınlık geçirdiğimiz ünlülere yakın olmak için mi? Artık herkes ünlü ve hiç kimse ünlü değil farkında değiller mi? Stüdyoda kocaman üniversitelerin adları okundukça alkış kopuyor. Sanırsınız bilim ödülü listesi açıklanıyor. İlla gidip kitap okusunlar da demiyorum ama, bu şakşakçılığı kafamdaki üniversite öğrencisine yakıştıramıyorum.

(Haberturk.com 21.10.2008)