Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Mesele Aragones değil ki...

Evet, başlığa Fenerbahçe’den bir isim koyarak risk alıyorum, farkındayım. Fenerli olmayanların okumama, Fenerli olanların şimşeklerini çekme riskini..
Olsun. Yeni zamanların sloganı değil miydi “Risk al!”
Gerçekten Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumda mesele Aragones değil. Ondan önce de Zico değildi. Ondan önce de Daum değildi.
Dünyanın en iyi teknik adamlarının (ki hep öyle takdim edildiler) Fener’den başarısızlıkla ayrılması bir rastlantı olabilir mi?
Fener’den önce ve sonra başarılı olan teknik adamları bu duruma düşüren nedenler ortada öylece duruyor da, başta medya olmak üzere herkes devekuşu sendromunu yaşıyor bir kez daha.
Bir kez daha tanrılar kurban olarak teknik direktör istiyor. Tanrılar yöneticiler. Onlara adak sehpasını kurma hizmetini de bir kısım “taraftar” yerine getiriyor.
Yıllardır takımın önüne geçen yöneticiler erki öyle güçlü ki Fener’de… Dünyaca ünlü teknik adamlar rakip takımlardan önce onlarla mücadele etmek zorunda kaldılar. Ve bu mücadelede de hep kaybettiler.
Saha kenarında düşünceli duran Aragones’in neyi düşündüğünü sanıyorsunuz gerçekten? Yenen golleri mi, yönetimle nasıl baş edeceğini mi?
Lunapark’ta tüfekle ördek vuran yalancı kahramanlar gibi Aziz Yıldırım. Getirdiği teknik adamları bir bir geri gönderiyor. İhtişamla getirildi teknik adamlar. Ne kadar gerekiyorsa o kadar para kondu ortaya. O para aslında teknik adamlara ödenen bir miktar olmaktan başka bir işleve de sahipti; Aziz Yıldırım’ın gücünün altını çizmek!
O paraları alan teknik adamlar kısa süre sonra yönetime teslim olmak ya da kariyerlerini korumak gibi bir ikilemde kaldılar. Kariyerlerini dikkate alıp gereğini yapmaya karar verenler soyunma odalarında Aziz Yıldırım’la burun buruna geldiler.
Ağabeyinin Aziz Yıldırım’ı soyunma odasından kovmasıyla başlamadı mı Zico’nun gönderilme süreci? Unuttunuz mu?
Yıllardır Aziz Yıldırım’a danışmanlık yapanların şimdi gazetelerine onun için “Kendi yaptı, kendi yıktı” manşeti atması ne tuhaf değil mi?
Medya böyledir, hata yapmanız için gaza getirir, dibi boyladığınızda kenara çekilir.
Peki adak sehpası hazırlayan bir kısım taraftara ne demeli?
Tuttuğu takım yerine takımın yönetimine bu kadar angaje olmuş bir başka kulüp taraftarı bilmiyorum. Bilen var mı?
Gerçekten Fenerli olmakla Azizci olmak arasındaki farkı hatırlayan kaldı mı?
Ve taraftarı lime lime bölünen, birbirlerine karşı böylesine bilenen başka kulüp var mı?
Takımını adam gibi tutan Fenerlilere yazık değil mi?
“Aragones gitsin” derken biraz sıkılmak gerekir.
Mesele teknik adam meselesi değil ki, mesele anlayış meselesi…

YORUM YAZAN İKİ KİŞİYİ ARIYORUM!

“Oldu mu Şimdi?” yazıma gelen okur yorumları arasında ikisi çok dikkatimi çekti. “Misafir” koduyla yazanlardan biri “Nuran ne güzel yazmışsın…Bir de bu yazdığın güzellikleri geniş kitlelere okutabilsek işte o zaman çok daha güzel olacak..” demiş.
Samimiyetine bakılırsa tanıdık biri. “Okutabilsek” dediğine göre gazeteyle de ilgili. Aklımdan geçen isimlerin bir kısmına sordum, onlar değilmiş. Aklımdan geçen isimlerin diğer kısmına sormadım, onlar zaten kıskançlıktan böyle bir cümle yazmazlar.
Her kimse bana bir ses verirse mutlu olurum. Ses vermezse de ona söyleyeceğim şey şudur: Ben zaten burada yeterince geniş kitlelerce okunuyorum, bir sıkıntım yok yani…
İkinci “misafir” kodlu yorumu yazan ise “bayılıyorum sana, senin kaleminden çıkana” demiş. Bu kadar içten bir övgü haliyle her zaman olmuyor, o nedenle de bu cümleyi yazan her kimse kendisini tanıtsa fena mı olur?

OKURLARIM…OKURLARIM…

Son birkaç gündür bu köşede duran yazımla ilgili o kadar hoş e-postalar aldım ki sizlerle paylaşmam lazım:
“Yazınıza ba-yıl-dım :) Harika. Ben bir eleştirmen değilim, yazar hiç değil, olamam, beceremem. Ama en yoksunundan iyi bir okursam şayet; bugünkü yazınıza bayıldığımı
söylemeden geçersem bu yazıya haksızlık etmiş sayacaktım kendimi. (Orhan O.)”
Yazarın yanıtı: Eğer siz bu e-postayı yazmamış olsaydınız bu kadar şımarmış olmayacaktım ben de…

“İsminizin Fehmi Koru'nun yazısında geçmesi hayra alamet değil bence. Daha önce
andıklarının başı dertten kurtulmuyor. (Mustafa Y. S.)”
Yazarın yanıtı: Ne hikmetse ben de Fehmi Koru’nun yazısını okurken aynı şeyleri düşündüm. Ama oldu bir kere. Bana bir öneriniz var mı? Böyle durumlar için Aziz Nesin’in çok sevdiğim bir sözü vardır: Du bakali nolcak…

“Selam; bence Fehmi Koru çok iyi etmiş, dün tesadüfen köşesine göz gezdirirken dikkatimi çekti ve dönüp sitede altı yedi yazınızı okudum.. İyi de oldu, keşfettim, daha doğrusu keşfetmemi sağladı... Bir okuyucu daha kazandınız... Bir anlamı varsa tabii... (Abdullah K.)”
Yazarın yanıtı: Anlamı olmaz olur mu? Elbette var ancak siz biraz geç kalmışsınız, çünkü yazmaktan yorulduğumu hissettiğim günlere denk geldiniz. Demek ki reklamın iyisi kötüsü olmuyormuş gerçekten de.

“Yazınızın ‘gitme lütfen, lütfen gitme’ kısmını biraz daha açıklayarak anlatmanızı bekliyorum...(Esat)”
Yazarın yanıtı: Dikkatinize hayran oldum. Bence de o yazımın en güzel yeri o cümleydi. Merak etmeyin bir cuma yazısını da o konuya ayıracağım.

“Fehmi Koru'yu zaten ciddiye almadığım için, yoruma değer bulmuyorum (Akın D.)”
Yazarın yanıtı: Bizim ülkenin de durumu bu. İyi bir durumda, mutlaka çıkıntılık yapacak biri bulunur. Akın Bey eminim Fehmi Koru siz böyle düşünüyorsunuz diye üzüntüden kahrolmuştur.

AKLIMDA KALAN

“Ayaklarım tutmuyor şu an heyecandan” cümlesi: Acun Ilıcalı’nın, Christina Aguilera’yı konuk olarak getirmesinin nedeni kızıymış. Tam bir Christina hayranı olan 14 yaşındaki genç kız duygularını anlatırken “Ayaklarım tutmuyor şu anda heyecandan” demiş. Bu cümleyi okurken en son ne zaman ayaklarımın heyecandan tutmadığını anımsamaya çalıştım. Ve aynı duyguyu yeniden yaşamaya duyulan ihtiyacın insan olmanın en güzel yanlarından biri olduğunu düşündüm.

(Haberturk.com 24.10.2008)