Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Köşk'ün kimliği ile "First Lady"nin kimliği karışmasın!

Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde “kurumsal kimlik” çalışmaları başlatılmış. Başlatan Genel Sekreter Mustafa İsen.
Mustafa İsen’in iletişime, özellikle de kurumsal iletişime verdiği önemi iyi bilirim. Duyarlı olduğu iletişim konusundaki görüşlerine de saygı duyarım.
Köşk’ün Gül ailesi dönemindeki en büyük artısının, avantajının Mustafa İsen’le çalışmak olduğunun altını çizmem gerekiyor. Bir çok krizin onun maharetiyle çözüldüğü kesin.
Köşk’teki değişikliklerin çoğunun mimarı, fikir babası o. Çankaya’nın halka açılması da onun fikri, entelektüellerin ağırlandığı yemek de. (Yemeğe katılanlar kimin fikri onu bilemem.)
İsen’in kurumsal kimlik konusunu gündeme getirmesini doğru buluyorum. Ne var ki, bu işe Hayrünisa Gül’ü karıştırması doğru değil. Riskli.
“Kurumsal kimlik” kurumu ifade eden, kişilerle doğrudan bağlantısı olmayan bir kavram. Köşk’ün her yeni sakiniyle birlikte değişmesi düşünülemez.
Kurumsal kimlik, bir kurumun uzun dönemde stratejik olarak planlanmış amaçlarına ulaşmayla ilgili yöntemlerin tek bir güç yaratacak şekilde birleştirilmesi ve bunun yansıtılması (M. Ak, Kurumsal Kimlik ve İmaj, 1998) olarak tanımlanır.
Bu nedenle, her ne kadar “first lady”nin götüreceği hediyeler, onların paketleri vs. söz konusu olsa da, burada görüşünü belirtmesi gereken Bayan Gül olmamalı. Kendisinin zevkleriyle ilgili kuşkum bir yana, işin profesyonelleri (Köşk yönetiminden ve yaratıcı ekipten oluşan) kararları olması gerektiği gibi vermeli. Bayan Gül’ün istediği gibi değil.
Kaldı ki bir kurumun kimliği, o kurumu yönetenin eşinin zevklerini dikkate alarak kişiselleştirilemez. Başka “first lady”ler geldiğinde kurumsal kimlik materyalleri yeni baştan mı değişecek? Olur mu böyle şey?
Mustafa İsen bu ayrıntıyı atlayacak biri değildir, Bayan Gül’ün baskın kişiliğine karşı duramamış olabilir mi?

“KAMUOYUNA DUYURU” YANLIŞI

Bizde kurumlar medyada yer almak için bahane bulmaya pek heveslidir. Onların iletişim bilgisi kuşkulu iletişimcileri de bu fırsatları pek kaçırmak istemez. Böylelikle kendilerini işe yarar hissediverirler çünkü.
Bu durumun en bildik örneği “kamuoyuna duyuru” ilanlarıdır.
Bir firma, kurum hakkında bir, iki gazetede olumsuz haber çıkar çıkmaz bu ilanları gazetelere koyuverirler.
Dün (pazar) de City’s böyle bir ilan vermiş. Konu, Nişantaşı binasının kaçak olduğuna dair yapılan haberlere itiraz.
City’s bu ilanla iki önemli yanlış yapmış oldu:
Bir, City’s’le ilgili böyle bir konu olduğunu duymayan, bilmeyen insanlara da duyurarak krizin alanını genişlettiler.
İki, söz konusu haberleri ilan metninde aynen vererek (üstelik koyu ve altını çizerek), hem o haberleri okuyanlara yeniden hatırlattılar, hem de okumayanlara okutmuş oldular.
Oysa “kamuoyuna duyuru” yöntemi çok dikkatli kullanılması gereken, metni de iletişim yönetiminin tüm hassas noktaları dikkate alınarak yazılması gereken bir yol ve yöntem.
Herkes iletişim bildiği iddiasında olduğundan, durumu anlatmak da hiç kolay değil.

ARTUN ERTÜRK: “İSTANBUL’DA NEFS KONTROLÜ ÇOK ZOR”

Geçenlerde, Emrehan Halıcı’nın evinde dostları için düzenlediği özel bir partiye katılmıştım.
Milletvekili, iş adamı ve kuşkusuz “en zeki insan” ödülüne aday Emrehan Halıcı’nın, o niteliklerini bir yana bırakıp müzisyen, davulcu Emrehan olarak düzenlediği gecede çok eğlendim. Hatta bir ara kendimi bateri çalarken buldum. Sıfır kulak ben ve bateri çalmak! Takvim gazetesi bu komediyi fotoğraflamış bile.
O güzel akşam, güzel dost Nihal Sandıkçı’nın organizasyon yeteneğinin sonucuydu. Nihal, Emrehan Halıcı’nın tüm nitelikleri bir yana, davuldaki ustalığına, coşkusuna, enerjisine hayran olduğumu biliyor.
Davetin amacı, Ankara’da amatör, profesyonel müzikle uğraşan müzisyenlerin geçen yaz başı verdiği rock konserinin DVD’sini birlikte izlemekti. Özel dostlar için, sınırlı sayıda yapılmış DVD kaydı.
O akşam tanıştım Artun Ertürk’le. Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları, Kompozisyon Bölümünden mezun. Necil Kazım Akses’ten 100 tam puan alan ilk ve son öğrenci.
Yaz başındaki konserde sahnesine hayran kalmıştım, konuşurken de anlattıklarına.
Çalmadığı bir müzik aleti yok gibi. Müzik prodüktörlüğü yapıyor. Besteci. 2003-MTV listesinde birinci olan “Ayrılamayız biz” onun şarkısı. 2005-MTV Ödülleri Türkiye ve Avrupa birincisi “İstanbul seni hapsetmiş” şarkısı da onun.
Artun kendisini en iyi gitar çalarken ifade ediyor. Sahnede devleşiyor. Müzikten de, arkadaşlarından da rol çalıyor, göstere göstere çalıyor hem de.
Artun Ertürk’ün aklımda kalmasını sağlayan ise “Bunca başarı öyküsüne rağmen neden İstanbul’a yerleşmiyorsun da, burada biz taşralılarla takılıyorsun?” soruma verdiği yanıt.
Dedi ki “Ankara’da kendimi daha güvende hissediyorum”, sonra ekledi “Hem İstanbul’da nefs kontrolü zor. Onca mücadele içinde bir de bunun mücadelesini vermek yorar.”
Artun Ertürk kendisini gizlemiş, gerçek bir star. Haberiniz olsun.

AKLIMDA KALAN

AIDS için soyunanlar: Billur Kalkavan AIDS için soyunmuş. Fotoğraflara bakınca gördüğümüz, soyunmaktan hayli ileri bir durum. Anadan üryan derler öyle. Oysa AIDS için soyunmak değil giyinmek daha anlamlı gelir bana. Amaç “AIDS için farkındalık yaratmak” değil belli. Çıplaklık kendi başına ticari bir değer, bir “meta” olduğundan beri soyunan soyunana. Bahaneyi bulan atıveriyor üstünde ne varsa. Soyunmak için bahane arayan da pek kalmadı ya. Çıplak beden de tüketilince, çıplaklığı yeniden üretip yeniden tüketime sokmak için “meme kanserine karşı soyunanlar”, “kürk için hayvan avlamaya karşı soyunanlar” ve “AIDS’e karşı farkındalık yaratmak için soyunanlar” gibi yeni anlamlar yüklemek gerekiyor. AIDS için soyunuk değil giyinik olmak daha işe yarar ama bu, kimin umurunda ki?

(Haberturk.com 17.11.2008)