Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

"Siyaset Piyasası"nda iki farklılaşma

Bu yazı siyasetle ilgilenenlere piyasa-siyaset ilişkisinde gerçekleşen iki tarihi farklılaşmaya dikkat çekmeyi amaçlıyor.

Son günlerde siyasette ve ekonomide olup bitenler bir yeni müşteri alt grubunun (çarşaflılar) oluştuğunu ve var olan bir müşteri grubunda da (işsizler) dönüşüm olduğunu gösteriyor.

Malum siyaset uzun zamandır piyasa mantığıyla işliyor. Bildik örnekle her seçim öncesi siyasetçiler “Beni al” diyorlar seçmen/müşteriye, “Onu alma, ben daha beyaz yıkarım.”

Siyaset piyasasının şimdiye kadar tanımlanan geleneksel alt hedef grup başlıkları nelerdi? Kadınlar, erkekler, gençler, memurlar, işçiler, işsizler vs.. İstediğiniz kadar çeşitlendirebilirsiniz.

Şimdi bu geleneksel alt gruplara “çarşaflılar” başlığında yeni bir seçmen alt grubu dahil oluyor.

Çarşaflılar da uyandı. Çarşafın anlamı nedir? Kadınla erkek dünyası arasına perde çekmek. Yabancı erkekler tarafından dokunulmaz (gözle, elle vs.) bir beden üretmek.

Peki Baykal’ın göğsüne rozet taktığı çarşaflı kadının yüzünde bu yakın temastan bir rahatsızlık var mıydı? Yoktu.

“Çarşaflılar”, siyasetçilerin farkında olduğu “din en karlı rant alanıdır” durumunun kendileri için de ranta çevrilebileceğini kavradılar ve yeni bir “seçmen/müşteri” alt grubu oluşturdular.

İkinci önemli değişim “işsizler” alt grubuyla ilgili. İşsizler zaten tanımlı bir alt gruptu ancak iktidarın gözden çıkardığı, muhalefetin kampanyasını konumladığı bir alt gruptu.

Şimdi ise durum pek öyle değil. Hani “Bu Hükümetin sonunu işsizler getirecek” söylemi vardı ya, o söylemi bir daha düşünmenizi öneririm.

Hızla çoğalan işsizlere “kömür al, oyunu ver” ya da “bulgur patates vereyim oyunu götüreyim” deniyor şimdilerde…

Böylece kendisini işsiz bırakan Hükümet, “işsiz kaldığı günlerde imdadına yetişen Hükümet” oluveriyor. Bu AKP’nin yarattığı ciddi bir dönüşümdür. Üstelik maliyeti Hükümet için daha düşük. Asıl kıyamet yardımlar kesilince kopacak, o ayrı.

İki yeni durum da bildiğiniz doğruları yanlışlar nitelikte. Zaman da zaten “ters-yüz” bir zaman.

Olup bitenlere siyaset geleneğinin bildik yollarıyla bakarsanız içinden çıkamazsınız. Tamamen piyasa koşulları içinden bakmalısınız, ama yeni bir bakış açısıyla…

MEDYA KÖTÜ DEĞİL, MEDYAYI KÖTÜ YAPANLAR KÖTÜ

“Medyayı kim daha iyi okur, içindekiler mi, dışındakiler mi?” diye sorsanız yanıtım “dışındakiler” olur.

Çünkü medyanın içindekilerde ciddi bir miyopluk ve hipermetropluk vardır. Hem uzağı hem yakını göremezler.

Ezber bir dünyaları vardır ve o ezberin dışına çıkarlarsa yaşama şansları yoktur bu bir, zaten sürekli arkalarını kollamaktan (tabir için afedersiniz) ezber bozacak halleri de kalmaz, bu da iki.

Bakın şu iki olaya…

Olay 1:

Star yönetimi Zenith-Juventus maçını yayınlamak için ana haberi 15 dakikaya indirmiş. İzleyiciye saygısı olan insanların yapması gerekeni Uğur Dündar yapmış ve durumu protesto ederek haberi tamamen kaldırmış.

“Haber bülteni bir kanalın namusudur” demiş bir de. Sonuç, maçın reytingleri yerlerde olduğu gibi, Star’ın prestiji de o reytinglerle yerlerde…

Neden? Star yönetimi “ana haber”e, bir tür şov programı muamelesi yaptığı için. Bir kanalın haberlerine eskimiş bir yayın politikası anlayışıyla bakılamaz oysa.

Elbette haber bülteni bir kanalın namusudur. Hatta prestijidir. Kanalın imajının da lokomotifidir.

Bırakın süresini kısaltmayı, başlama saatiyle de oynanmamalıdır. İzleyici bilecek ki hep o saatte, o kanalda, o haber olur. Hatta kanal bu duruma o kadar titizlenecek ki izleyici saatini bile kanalın haberinin başlamasına göre ayarlayabilecek iç rahatlığıyla..

Haber kanalın namusudur, haberin başlama saati bir kanalın ve haberinin ne kadar ciddiye alınabileceğinin göstergesidir.

Olay 2:

Hıncal Uluç, NTV “Yazı İşleri” Programını sunan Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır için demiş ki “Hallerinden benden hoşlanmadıkları belli.” Bir de kendini yorup akıl vermiş, ne gerek varsa..

Okurlarım bilir ki Hıncal Uluç’un hayattaki duruşu benim için önemli. Kendisine diyeceğim o ki “Onların tavrını kişisel olarak almayın Hıncal Bey, onların kendileri dışında hoşlandıkları kimse yok. (Kendilerinden hoşlandıkları da şüpheli).”

Mirgün’ü anlarım, medya onun için var olma ve yok olma savaş alanıdır. Ama sonradan “medyacı” olmuş Ruşen Çakır’ın sağa sola burun kıvırma hallerini hiç anlamam. Belki tüm sonradan olmalardaki haldir bu, bilemem.

Oysa yıllar ve deneyim insana tevazu sağlıyorsa adamlığa katkıda bulunuyor demektir. Biz öyle öğrendik.

Ne diye canınızı sıkıyorsunuz Sevgili Hıncal Uluç? Ne diye beni şaşırtıyorsunuz Allah Aşkına?

AKLIMDA KALAN

“Muhalefetin de bir ciddiyetinin olması lazım” düşüncesi: CHP milletvekili Gaye Erbatur Başbakan Erdoğan’ın “Youtube’a giriyorum” demesini fırsat bilerek “yasaklanan siteye nasıl girer? Kanunlara karşı geldiğinin farkında mı?” diye bir soru önergesi vermiş. Gülsem mi, ağlasam mı bir durum. Yeni iletişim teknolojileri konusunda çalışan arkadaşım Doç. Dr. Nurcan Törenli’ye “Bu nasıl iş, muhalefetin de bir ciddiyeti olmalı, değil mi?” diyerek sızlandım. Nurcan “Internet’i yasaklayan da yasak siteye nasıl girersin diyen de Internet’e geleneksel medya muamelesi yapıyor” dedi ve devam etti “siyasetçiler yeni iletişim teknolojilerinin mantığını henüz kavrayamamış durumda. Oysa Internet’e getirilen yasak bireye neyi yapıp, neyi yapamayacağını söyleyen bir yasak ve insan haklarına aykırı. Yapılması gereken yasaklamak değil, zararlarına karşı bilinçlendirmektir” dedi. Acaba TBMM’de bulunan vekiller komik soru önergeleri vermek yerine Internet’in mantığı konusunda Nurcan’dan bir konferans isteseler fena mı olur?

(Haberturk.com 27.11.2008)