Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

İşte hayatımızın özeti...

TBMM’de görüşülen Türk Borçlar Kanunu tasarısında öyle bir madde var ki yaşadığımız pek çok şeyin özeti... En somut göstergesi.

Ev sahipleri 10 yıldan eski kiracıları gerekçe göstermeden çıkartabilecekmiş.

Bundan 3-5 yıl önce böyle bir yasa maddesinin gündeme gelmesi bir yana, aklından geçirene bile deli gözüyle bakılırdı.

Ev sahipleri eşe dosta “Şöyle iyi bir kiracı bulsam da evimi üstüne yapsam” derlerdi.

Evi boşalan ev sahibi derin düşüncelere dalardı.

“İyi kiracı” demek, sorun çıkarmadığı sürece oturacağı garanti olan kiracı demekti. Hele bir de kiracı memur ise ev sahibinin keyfine diyecek olmazdı. Memur ödemede istikrar ve gelecek garantisi anlamına gelirdi.

Şimdi gelinen noktaya bakın.

Eskiden sloganımız “kısa vade yok” idi, şimdi “uzun vade yok!”

Eskiden aynı mahallede uzun zaman oturmak vardı şimdi 3 yıldan fazlası can sıkıcı.

Yıllanmış dostlukların yerini yol geçen hanı olmuş hayatlar aldı.

Babadan kalma bakkal-dükkan ilişkilerinin kaybedilen güler yüzünü satış görevlilerinin soğuk yüzü aldı.

Eskiden değişen adama karaktersiz deyip, olumsuz bakarlardı, şimdi uyumlu deyip, olumlu bakıyorlar.

Ömürlük aşklarımız vardı bizim, şimdi aşklarımızın biri ön kapıdan girerken diğeri arka kapıdan çıkıyor.

Eskiden oturduğumuz evlerimizin sahipleri vardı, şimdi evlerimizi işletenler var.

TUZ AMBARI’NDA BİR AJANS: MEDİNA-TURGUL

Perşembe akşamı, MPR Halkla İlişkiler’in patronu Sevgili Meral Saçkan’ın davetiyle Sevgili Jeffi Medina’nın 15.yıl partisine katıldım.

15. yıl… Yeni yıl... Yeni mekanın açılışı… Üçü bir arada.

Kalabalıktı. Eğlenceliydi. Ama üç durum vardı ki keyfimi binlerle çarptı.

Bir:

Kalabalık arasından yükselen “Hocam! Hocam!” sesleriyle bir o yana, bir bu yana çeviriyordum başımı. İstanbul reklam dünyası Ankara-İletişim öğrencileri tarafından istila edilmiş.

Demek ki neymiş? “Ankara-İletişim teorik takılır, pratikten anlamaz” diyenler bir şeyden anlamıyormuş.

Teorisi iyi olan için pratik bir niyet meselesidir. Asıl çıkmaz, teoriden yoksun pratikten kaynaklanır.

Dünyaları ben yarattım gibi hissettim. Öğrencilerimiz fakültemizin ve kendilerinin eserleriydiler ama gerçekten de dünya gibiydiler..

İki:

Tuz Ambarı. Medina-Turgul’un yeni ofisinin adresi. Kasımpaşa’da. Gerçekten de eski bir tuz ambarı.

Taş duvarlar. Büyük mekanlar. Çok para, çok emek harcanmış. Sonuçta tek kelimeyle nefes kesici bir mekan yaratılmış.

Eskiyle yeni, sokakla içerisi, insanla mekan iç içe geçmiş. Herkes görmeli. Bu mekan mutlaka dışarıya açılmalı.

“Yeni”nin eskiyi yıkmasıyla değil, “eski”nin yenilenmesiyle korunur İstanbul. Tuz Ambarı örnek.

Jeffi Medina’yı da Yavuz Turgul’u da bu muhteşem proje için kutlamak gerek.

Üç:

Partide Ajansın yaptığı reklamların espriyle uyarlanmış bir gösterisi de vardı. Reklamlardan biri şu sloganla bitiyordu: “İşsiz Adam: Yakında Türkiye’nin her yerinde.”

Bu slogan o kadar içten alkışlandı ki.. Çünkü tüm o eğlencenin orta yerinde konuşulan bir tek konu vardı, ekonomik kriz. İş adamları 2009’u gözden çıkarmış, 2010 projelerini konuşuyorlardı.

Mirkelam’lı, Metin Arolat’lı, Cem Hakko’lu, Ozan Güven’li bir partiydi. Şimdi onları da yazsam bu yazı iyice magazinleşecek. O işi bizde Rahşan Gülşan yapıyor zaten…

AKLIMDA KALAN

Aylar öncesinden bir okur mektubu ve benim “doçent” oluşum: Yazdıklarımı herkesin beğenmesi gerekmiyor. Doğal olarak neden o konuda, neden onu, neden öyle yazdığımın hesabını soran da oluyor haliyle. Okur, okuduğu yazarın kendi gibi düşünen, kendisinin yerine yazan, kendisinin uzantısı biri olsun istiyor. Gelin de bunun mümkün olmadığını anlatın. İşte o okurlardan biri benim “yardımcı doçent” ünvanıma takmıştı. Neden halâ “yardımcı” olduğumu kendisine sorun yapmış. “Yardımcı” olmayı bu kadar uzattığıma göre (kaç yıl olduğunu da saymıştı üstelik), bilgimle ilgili kuşkusu vardı. Tam da ona ünvandaki “yardımcı” kısmının kalkması için benim Üniversiteler Arası Kurul’a bu istekle başvurmam gerektiğini, süreci başlatmanın bana ait bir iş olduğunu anlatacaktım ki vazgeçtim. Ne yaptım? Bu yıl başvurumu yaptım. Bir dizi sınavdan geçtim. En sonuncusu geçen haftaydı. İletişim alanının duayenleri olan 5 profesörden oluşan bilim jürisinin oy birliğiyle verdiği kararla doçent oldum. Yani “yardımcı” kısmı gitti, alışmıştım, bence hiç mahsuru yoktu oysa. Okurun kötüsü insanı unvan sahibi yapıyor.

(Haberturk.com 29.12.2008)