Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Ergenekon'un kepçeyle imtihanı

Medyanın kamuoyunu bilgilendirdiğine kayıtsız şartsız inananları ben pek ciddiye almam. Dahası demokrasinin bir türlü gelişmiyor oluşunu bu yanlış inançla da ilişkilendiririm.
Medya ancak yamulmuş bilgiyi verir, o da bilgi değildir.
Ankara civarındaki tüm Atatürk evlerinin etrafında kepçelerin toprağı eşelemesini izlerken medya ve bilgilenme arasındaki muazzam fark geçti aklımdan.
“Yalnızca Atatürk evlerinin etrafına kepçe vurmanın simgesel anlamlarını üretmek gerçeğin kendisi olabilir miydi?” diye düşünmeden edemedim.
Tasarımcısı her kim olursa olsun, Ergenekon operasyonu bir iletişim çalışması olarak projelendirilip iletişim hocası olarak benim önüme gelseydi acaba kaç puan verirdim?
(Zihinlerin sorularla işgali, işgalin her türlüsünden iyidir.)
Aylardır dalga dalga süren operasyonda o kadar önemli isimler göz altına alınıyor, peki nedenini açıkça biliyor muyuz? Hayır.
“Ergenekon terör örgütüyle ilişkili” rivayeti dışında ne biliyoruz? Hiç.
Soruşturma gizlidir de, birilerinin soruşturma makamı adına çıkıp Susurlukçu biriyle, o Susurlukçuyla mücadele eden biri arasında nasıl bir bağ kurulduğunu en azından başlık düzeyinde anlatması gerekmez mi?
Bilgi veren olmayınca bu soruyu andropozun eşiğinde bir yorumcu “bu durum tren kompartmanları gibidir, her birinde başka oluşum vardır” gibi saçma salak yanıtlıyor.
Biri de çıkıp “iyi de tren tüm kompartmanlarıyla aynı yöne gider, İbrahim Şahin’le, Sabih Kanadoğlu’nun yönleri ayrı, aynı trende işleri ne?” diye sormuyor.
Ortalık geyikten geçilmiyor. Muhabir var, yorumcu var, olay var, savcı var, polis var, siyasetçi var ekranda, bir tek bilgi yok!
Ankara’da Atatürk evlerinin etrafını kazan kepçelerin üzerine düşmüş kamera ışıklarıyla naklen kazıları izliyoruz hepimiz.
“Bir kepçe daha geldi” diyor muhabir sesinde bir sırrı ifşa eder tonla.
“Şimdi kazmaya başladı.”
“Orada bir şey yokmuş, öteki tarafı kazıyor” diyor, “Susurluk silahları aranıyor.”
Başka televizyondaki muhabire göre Susurluk silahları değil ceset aranıyor.
Birileri kesin bizimle dalga geçiyor da yukarıdan mı, dışarıdan mı belli değil.
“Neden bu gizli örgüt tüm silahları (ya da cesetleri) hep ortalık yere gömüyor?” sorusunu soracağımız kimse yok.
Birileri (kim bilmiyoruz) “Susurlukçu İbrahim Şahin’in evinde bulunan haritalardan” söz etmiş medyaya.
Bu bilgiyi medyanın tümüne birden aktaran kim? Medya bu bilgiyi kime dayanarak veriyor? Bilmiyoruz.
Bilgilendirme yok. Belirsizlik kol geziyor. Güvensizlik, emniyetsizlik her yere sinmiş.
Bu hissi içimden atmak için başrolünde Amerikan valisinin oynadığı “Terminatör”ü izlediğimi varsaymaya çalışıyorum. Nedense o film geliyor aklıma başkası gelmiyor.
Sağlıklı bilgi akışı, iletişim yok.
Öyleyse “iyi niyet ve güven yaratmak” amaçlı iletişim yönetimi açısından bu projeye benden koskoca bir sıfır!
Ama bir de işin diğer yanı var.
Kaynağı belirsiz bilgi akışı sağlanarak kafalar karıştırıldı mı? Evet.
İbrahim Şahin’le, devletin saygın görevlerinde bulunmuş saygın isimleri aynı resmin içine yerleştirildi mi? Evet.
Ergenekon’u bir türlü inandırıcı bulmayan bir kısım kafalarda soru işareti uyandırıldı mı? Evet.
En önemli isimlerin ekranları kaplayan gözaltına alınma görüntülerinin yerini aniden kepçelerin kazı görüntüleri aldı mı? Evet.
Gözaltı yerine kepçe naklen yayını koyarak gündem değiştirme konusundaki tüm medya oskarlarına Ergenekon’u aday gösteriyorum.
Bu yanıyla bu proje olağanüstü başarılı tasarlanmıştır. 100 üzerinden yıldızlı 100 puanı hak etmiştir.
Bir yanı 0 (sıfır) puan, bir yanı yıldızlı 100. Ne tuhaf değil mi?

BURASI TÜRKİYE…
Önce (emekli) Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri gözaltına alınıyor.
Bunu duyan avukatı Emniyet’e gidiyor.
“Sen de aranıyorsun zaten” deyip avukat gözaltına alınıyor.
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri serbest bırakılıyor.
Avukatı içerde…

SAKLIBAHÇEMİ İSTİYORUM!
Ankara’da, Gökçek’li yıllarda betona gömülü yaşadığımız için bizim soluk alacak yeşil alanlarımız, mesire yerlerimiz pek yoktur.
Yeşil alan metrekaresi suni çime endekslendiği, Dikmen vadisinin etrafı yüksek binalarla çevrelenip hava akımından yoksun bırakıldığı için, biz gökyüzünü görmek için tepemize, ormanı görmek için televizyona bakmak zorundayız..
Şehrin çok dışına gitmeden yeşile atamayız kendimizi.
Gençlik Parkı bile şimdi beton yığını.
Bir zamanlar en yeşil başkentler arasında gösterilen Ankara’da, beton yığınları arasında soluk almak için Saklıbahçe’ye gider olmuştuk.
Gerçekten de adına yakışırdı. Hazine binasının, AŞTİ’nin, Armada’nın hemen yanında, o kadar şehrin içinde ve o kadar gözden uzak kalabildiği için.
Bir kenarına AKP binası yapılırken de çok üzülmüştük. Kendimizi yeşil bir vahaya attığımız anda bir parti binasıyla burun buruna gelmeyi istemezdik.
Yine de Saklıbahçe’ye gitmekten vazgeçmemiştik.
Kepçeler o bahçede, silah ya da ceset aramak için vurdukça toprağa, yüreklerimizde de hüzün çukurları açıldı.
İstemezsen görmezsin ısrarıyla, AKP binasını görmeden oturmayı öğrenmiştik, peki şimdi acaba ceset hangi ağacın altında gömülü hissinden kurtulmamız mümkün olabilecek mi?

AKLIMDA KALAN
İkna edici iletişimde kaynağın güvenilirliği: Mesajın güvenilirliğini belirleyen en önemli belirleyicilerden biri kaynağın güvenilirliğidir. İletişimde en basit bilgilerden biridir bu cümle. Basit ve önemli. Onun için güvenilir bir imaj yaratmak isteyen liderlerin sözcüleri seçilirken o kadar ince elenir sık dokunur ki, neredeyse küçükken suçiçeği çıkarıp çıkarmadığına kadar araştırılır, incelenir. Bizdeki durum ise ortada. Başbakanın sözcüsü Kemal Öztürk göreve geldiği günden itibaren hakkında yazılanlara bakın, ne ararsanız var. Kemal beyin ilk açıklaması “ben yanlış anlaşıldım” oldu. Eski sözcü Akif Beki’nin ilk açıklaması hiç değilse “Başbakan yanlış anlaşıldı” idi.

(Haberturk.com 12.01.2009)