Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Simülakr bir başkan: Obama ve kampanyası

Bir yıldan fazladır izlemeye çalıştığım Obama kampanyası dün dillere destan bir devir-teslim töreni ve ardından Obama çiftinin dansıyla finale geldi.
Töreni izlerken siz ne düşündünüz bilmiyorum ama benim aklımdan iki cümle geçti:
1. Yeni bir kraliyet ihtişamı ve bu ihtişamın kendi başına iktidarını yaratmış olması.
2. Obama gerçek anlamda simülakr bir başkan. Yani gösteriyle bağlantılı, kendi gerçeğini kaybederek imajlara hapsolmuş bir başkan Obama.
Tüm kampanya ve Obama’nın imajı iki temel kavrama oturdu. Bu iki temel kavram da felsefe olarak olmayanı, eksik olanı yerine koymayı amaçlıyordu.
Birisi yitirilen, inandırıcılığını kaybetmiş “Amerikan rüyası”ydı ve o rüyanın diriltilmesi gerekiyordu, diğeri de yerle bir olmuş “güven” hissini yeniden inşa etmekti.
170 milyon dolar harcanarak düzenlenen devir-teslim töreni işte bu ikili felsefeye hizmet için tasarlandı.
Törende görevli 42 bin güvenlik görevlisine harcanan 45 milyon dolar o “güven” hissine duyulan gereksinimin somut haliydi.
Görevi devralınca karısıyla birlikte Beyaz Saray’a doğru el ele güvenle yürümenin maliyeti o kadar da önemli olmasa gerek.
ABD basını bu 170 milyon doları ne kadar eleştirirse eleştirsin Obama’yı kafese alan milyarlarca dolarlık imaj yönetimi harcamaları içinde çok bir anlamı da yoktu bu tutarın. “Amaç” maliyeti önemsizleştirir.
Obama simülasyonu nasıl yaratıldı? Bu soru üzerine binlerce makale yazılacaktır. Ben özetini vereyim:
Yüzüne özenle yerleştirilmiş gülümsemeyle.
Ama en çok Martin Luther King’i neredeyse birebir modelleyen konuşma metinleriyle. Bir konuşma yazarı ordusuyla (özel ilgililere not: ordu burada mecazdır) sözcük sözcük işlenen konuşma metinleriyle.
Konuşmasında kullandığı “60 yıl önce lokantada oturamayan birinin oğlu” olmak cümlesi, King’in “bir gün gelecek siyahlarla beyazlar aynı masanın etrafında oturacaklar” hayalinden ayrılabilir mi?
“ABD barış isteyen ülkelerin yanında olacak” derken kurduğu dünya, ABD ile savaşan ülkeleri baştan haksız duruma düşürmeye hizmet ediyordu. “Çıkacak savaşlardan ABD sorumlu değildir” imajı için ustaca yan yana getirilmiş cümleleri alkışlıyordu tüm dünya.
Simülasyonun gücü Obama’yı çoktan aştı, eminim o bunu ilk olarak, yıllar önce King’in konuşma yaptığı merdivenlerden milyonlarca insanın oluşturduğu kalabalığa bakarken anladı.
Konuşurken görünmez ekranlardan metni okumasındaki ustalıkla, her cümleden sonra durup kalabalıkların tepkisini dinleyerek konuşmaya devam etmenin etkileyici gücüydü hayran olduğumuz.
Çünkü kampanya boyunca en ustaca yaptığı şey kendisini geriye çekmek ve konuşma yazarı ordusuyla danışman ordusunun çizdiği Obama’yı öne sürmekti.
Kongrenin her tarafını süsleyen ABD bayrakları tüm kampanya boyunca gözlerimizin önünde duran en baskın görüntüydü. Obama ve ABD bayrağı ustaca örtüştürüldü.
“ABD için ne yaptın?” sorusunu sürekli gündemde tutarak ABD’ya inancını ve güvenini kaybedenlere inanç ve güven yeniden kazandırıldı.
Soğuk bir kış gününde milyonlarca Amerikalıyı Kongre binasının önüne toplayan, işte o ABD rüyasının diriltilmesi ve “güven” ihtiyacının giderilmesiydi.
Aslında bu, gelmiş geçmiş en olağanüstü imaj kampanyasının başardığı, düne kadar Amerikalı olmaktan kaçmak için Obama’ya yönelenlerin daha da Amerikalı olmasıyla sonuçlanan bir süreçti..
İmaj kampanyası olarak tek kelimeyle muhteşemdi.
Bizimkilerin bu düzeyi anlaması ise olanaksız..

AKLIMDA KALAN

“Peki bu ülke ne olacak?” sorusu: Obama’yı izlerken aklımdan bu soru da geçti. ABD bu kaotik ortamda kendisini hiç değilse bir süre avutacak liderini buldu. Daha doğrusu o lideri yaratmayı başardı. Bizim “Mustafa Kemal’in Türkiye rüyası”nı diriltmeye ve sokakta yürüyenin bile korkudan sindiği bugünlerde “güven” duygusunu yaşamaya ihtiyacımız yok mu? Bu iki ihtiyacı karşılayabilecek bir lider de aynı coşkuyu yaratabilir bu ülkede. Ama yok. Herkes kendisini sahneye atma peşinde. Ağzına geleni söyleme derdinde. Bu çene ishali yüzünden ülkenin siyasetinden kanalizasyon kokuları gelmiyor mu burnunuza?

(Haberturk.com 21.01.2009)