Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Psikolojik baskı altında...

Bu yazının başlığı, bu yazının son cümlesi olacaktı. Ne var ki böyle bir başlık gündeme daha bir uydu.
Kadın-erkek ilişkilerini anlatan yazılarımın satır aralarında bile psikolojik harp teknikleri arayanlar muhtemeldir ki hayal kırıklığına uğrayacak.
Ama bana göre kadın-erkek ilişkilerinin söz konusu olduğu her durum bir psikolojik harp durumudur zaten. Bundan zerre kuşkum yok. (En önemli stratejistlerden Robert Greene’in bir kitabının da “Baştan Çıkarma Sanatı” üzerine olması tesadüf olabilir mi?)
Hayal kırıklığına uğrayanlardan özür dileyerek, bugünün cuma yazısı günü olduğunu anımsatıp konumuza gelelim.
“Reklamı sürdüğü sürece Issız Adam filmine gitmeyeceğim” diye yazdığım günden beri süren psikolojik baskıya dayanamadım ve Issız Adam’a gittim.
Gerçek bir psikolojik baskı altında gittim hem de. Gitmeliymişim de, ben pek severmişim de, inadı bırakmalıymışım da falan…
Üç arkadaş vardık sinemaya. Dizildik yan yana.
İlk yarıda bir sıkıldık bir sıkıldık anlatamam. Klişe yüklü sahneler bastı ruhumuzu… Önüne geleni “götüren” bir adamı izleyip duruyoruz. Belki de hayatın klişesi bu, ondan sıkıldık.
“Götürme” fiilinin basitliğinin kaçınılmaz olarak götürdüğü alabildiğince basit kadınların yataklarından çıkmayan hasta ruhlu bir adam. Sıkıcı.
Arkadaşım "Ne kadar tanıdık bir adam, yeni bir şey yok mu?” diye söylendi.
İçimizden en az dayanıksızı film ara verince gitmeyi bile teklif etti.
Başladığım bir şeyi yarıda bırakmayı hiç sevmem huyum kurusun “kalalım” dedim, “Belki o ağlayışlı sahneler sıkıntımızı giderir.”
Gerçekten de filme gidenler ağlıyormuş ya, ben de neye ağladıklarını pek merak ediyordum, aradığımı buldum.
Bu filmde ağlayan herkes kendine ağlıyormuş meğer.
60’ına merdiven dayamış bir adam “Ah, ah 18 yaşımdayken saatlerce okulunun kapısında beklediğim aşkımı bırakmakla hata ettim” diyordu filmden çıkarken. Geç kalmış bir yüzleşme.
Üzerine konuşulanlar, “AROG”da gülme beklentimizi, “Issız Adam”da ağlama beklentimizi yükselterek filmlere haksızlık yapıyorlar.
Öyle kötü pazarlanıyor ki filmler, kendisi olmak dışında her şey oluyorlar.
“Issız Adam”ı izledim sonuçta.
Bazı kitaplar bir tek cümle için yazılır aslında. Yazar o cümle için koca bir kitap kor ortaya.
Bazı şiirler bir tek sözcük içindir, onu yazan bilir.
“Issız Adam” iki cümle için yazılmış bana göre. Yanılıyorsam Çağan Irmak düzeltsin.
O cümlelerden ilki kadın kahramanın sevişmeyi tanımlarken kullandığı cümleydi:
“Bir hikayesi olmalı.”
Neredeyse önüne gelen herkesle birlikte olan adama söylüyordu bunu. Yalnızca skor peşinde olan, paylaşmak, aşk gibi şeylerden haberi olmayan adama..
Hani benim “Aşk yüzyılı bitti, seks yüzyılı başladı” yazımda anlattığım gibi yaşayan adama.
Çelişki ise masumiyeti temsil eden bir kadının seksle sevişme arasındaki farkı adama öğretirken, yatakta Kama sutra kamplarında eğitim almışçasına ustalığıydı.
Yine de seksle sevişme arasındaki farkı bu kadar güzel ortaya koyan başka cümle olamazdı:

“Bir hikayesi olmalı..”

Eğer bir hikayesi yoksa geriye koskocaman bir boşluk kalması da kaçınılmaz.
Gelelim ikinci cümleye…
Adam kadını bırakırken söylüyordu onu da..
Ayrıldıklarını söylediği an hani kadının önce sessiz, sonra da çığlık çığlığa bağırarak, küfrederek, tokat atarak isyan ettiği sahne vardı.
En çok imrendiğim ayrılıklardır kadının kadın gibi davrandığı, ağlayıp, kriz geçirdiği ayrılıklar. Acı çekip de çekmiyormuş gibi yapıp sessizce çekip gitmek hiç insanca değil.
Adamların karşısında salya sümük ağlayan, bağırıp çağıran, tabak bardak fırlatan kadınlara pek imrenirim. İnsan yapamadığı bir şeyi yapana imrenmez mi?
İkinci cümle adamın ağzından çıkıyor. Ayrılığa bir mantık kazandırma çabası:

“Kanımda mikrop var…”

Aşk, iyilik, paylaşma istemeyişinin, korkaklığının nedeni bu.
Her kadının hayatından mutlaka kanında mikrop olan bir adam geçiyor. O mikrop öyle bir şey ki adamın ruhunu da çürütmüş oluyor.
Bu yazının başlığı da işte bu cümle olacaktı, gündem izin verseydi:
“Her kadının hayatından kanında mikrop olan bir adam geçer.”

Not: Internet’te yazmanın gazetede yazmaktan güzel yanı, yazıyı bir sütuna sığdırmak için zorlanmıyorsun. Ne kadar istersen o kadar yazıyorsun. Yazının uzunluğunu yazma isteğin belirliyor. Bu yazının uzunluğu nedeniyle buraya kadar okuyabilmiş okura belirteyim dedim.

BİR FİLM SEYREDER GİBİYİM…

Yok canım Türkiye’de olup bitenden söz etmiyorum. ABD Başkanı Obama’nın ilk iş günü yaptıklarından söz ediyorum.
Kötü bir elbise içinde, onca korumaya rağmen sevdiği adamın bakışları dışında hiçbir sığınağı yokmuş görüntüsü veren eşiyle sabahlara kadar dans eden karizmatik, sevimli, mutevazı siyah başkan.
İlk iş gününde masasına oturur oturmaz Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı arayıp “uzun ömürlü bir barış” sözü veriyor.
O zaman anlıyorum ki Gazze’de ateşkes çocuklar ölmesin diye değil, Başkan Obama’nın iyi dileği duyulsun diye yapılmış.
Ardından İsrail aranıyor. Reel siyaset denge istiyor çünkü..
Sonra “Guantanamo 1 yıl içinde kapansın” diyor. Kulağa hoş geliyor. Dünya Guantanamo’yu kapatacak Başkana sevgi dolu yüreğini uzatırken bir yerlerde yeni Guantanamo inşa edilmiyor olabilir mi gerçekten?
Tüm bunları izlerken yalnızca ve yalnızca bir film seyreder gibi hissediyorum. Ancak bir filmde olabilecek kadar kusursuz ve mükemmel bir Başkan imajı çiziliyor çünkü.
Siz benim gibi düşünmüyor musunuz? Öyleyse Dustin Hofman’ın başrolünde oynadığı “Başkanın Adamları” filmini bir kez daha izlemenizin vakti gelmiştir.
Bir daha, bir daha izleyin.

AKLIMDA KALAN
“Anlamazdın” deyip “Tükeneceğiz” şarkısının hakkının yenmesi: Ayla Dikmen’in “Anlamazdın” şarkısı o kadar aldı başını gitti ki, “Issız Adam”ın üzerini örtüp gitti. Çağan Irmak’ın egosu ve beğenileri, nostaljisi izleyicinin de beğenilerini belirledi. Çoğu insan için geçmişin en güzel şarkısı “Anlamazdın” oluverdi. Geçmişin şarkılarına da filmin diğer şarkılarına da haksızlık bu. Oysa Sezen Aksu’nun “Tükeneceğiz” şarkısı nasıl da parlıyordu filmde. Bir çok Sezen şarkısı gibi, tüm görkemine rağmen mütevazı olabildiği için belki, filmin en lezzetli yerindeki “Tükeneceğiz”i anmadı kimse. Oysa bakın, siz sözlerini okurken bile müziği zihninizde çalmaya başlayacak:

“Ne böyle senle ne de sensiz
Yazık yaşanmıyor çaresiz
Ne bir arada ne de ayrı
Olmak imkansız hiç sebepsiz

Ne hayallerle ümitlerle
Mutlu olmaktı dileğimiz
Suçlu ne sensin ne de benim
Şimdi sensizim sen de bensiz

Bir an gelip de küllenince
Yüreklerimiz dinlenince
Başka sevgilerde teselli bulunca
İşte biz o gün düşüneceğiz

Bir an gelip de küllenince
Yüreklerimiz dinlenince
Başka sevgilerde teselli bulunca
İşte biz o gün düşüneceğiz

Etrafımızı sarıverecek
Bir boşluk ki asla bitmeyecek
Herşey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz…”

Not: Eğer hatırlatırsanız önümüzdeki günlerde geçmişten bir Sezen Aksu şarkı sözünü daha getireceğim zihinlerinize…

(Haberturk.com 23.01.2009)