Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Bir 14 Şubat yazısı: Çekirdek çitlemeden olmaz!

İki gün önce. Bir akşam. Ankara’da küçük bir meyhane. Tüm masaları dolu. Bizim masada üç kişiyiz. Ben ve iki dünya tatlısı adam. İkisi de çok yakışıklı. Yan masalardaki kadınların bakışlarından biliyorum bunu.

Biri alanında çok önemli ve ünlü bir doktor. İkincisi önemli bir iş adamı. Adlarını yazmayacağıma söz verdim ama yazmak isterdim, hatta yan yana fotoğraflarını koymak.

Yakışıklı adam çıtasını George Clooney kadar yukarı çekmiş benim gibi birinin hem de iki adama birden yakışıklı demesi neredeyse gerçek üstü bir durum. İkisi de o kadar hoş ve keyifli, keyifli ve matrak. Anlayacağınız, durumum mekanın kadın sakinleri tarafından acayip kıskanılası bir durum.

Durun, dahası var. Üstelik iki adam da romantik ötesi romantik.

Sohbetin en koyu yerinde, fonda Zeki Müren’in “Gözlerinin içine başka hayal girmesin” çalarken adamlardan biri cebinden bir kağıt çıkarıp önüme koyuyor.

“Oku bunu” diyor.

“Oku” denen yazının başlığı “Birinin kadını olmak.” Kendisini “birinin bir şeyi olmak” olarak konumlanmaktan ve konumlayanlardan zerre hazzetmeyen ben, başlığı görünce irkiliyorum. Başlıktaki “mülkiyet” hissi acayip itici geliyor.

“Oku” diyen o kadar içten ki isteğine itaat edip okuyorum. Okudukça yazının ruhu, kokusu mülkiyet hissinden baskın geliyor. Yazıyı seviyorum. Ama en çok yazıdaki samimiyeti seviyorum. Tüm kadınların ve çoğu adamın da seveceğini biliyorum.

Bu yazıyı “sevgililer günü” yazısı yapmalıyım diyorum. Sonra bir akademisyen olmanın namusuyla, kimin yazdığını bulmalı ve adını anmalıyım da diyorum.

Google’da buluyorum, yazının sahibi Yasemin Pulat. İşte hoş bir adamın cebinden çıkan o yazı:

“Birinin kadını olmak…

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta !

Biraz korunmak, biraz şımarmak…

Birkaç çeşit yemek yapmak, İstiklal Caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, pazar kahvaltısı yapmak uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?

Herkesin eli tutulmaz,

Herkesle film seyredilmez,

Herkesle çekirdek çitlenmez,

Herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli….

Hücrelerine kadar hissetmeli, dna’larına kadar bilmeli insan!

Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.

Bir de şu yakın geçmiş duvarları olamasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar….

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajlarını görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara … Gülümsediğim için daha çok çalışmak….

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi….

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!

O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!

Biliyo musun ne oldu? ile başlayan heyecanlı cümlelerin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası yada işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben her seferinde sanki bahçeyi kazmışım da hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda….

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?

İstesem benimle çekirdek çitleyip aynı anda film setretmeyi başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?

Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olur muydum?

Hiç sanmam!

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!

Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.

Ben yapmam!

Bunu zaten bilirsin.

Kimin elini tutacağını yani.

Deneyerek bulamazsın.

Sadece bilirsin.

Bilmek!

Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!

Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!

Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.

Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!

Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz konuşmak, biraz şımarmak…

Çekirdek mutlaka olsun!”

DIŞARIDA ESEN ACAYİP RÜZGAR

Dün akşamdan bu yana Ankara’da rüzgâr esiyor. Rüzgâr fırtına arası bir şey. Öyle delice esiyor ki yürümekte zorlanıyor insan. Birine ya da bir yere sığınmak istiyor.

Ağaçların kocaman dalları bir yatıp bir kalkıyor. Kapıdan çıkıp arabaya binene kadar etekler savruluyor, saçlar uçuyor, karışıyor, darmadağın oluyor.

Öyle bir halde, güç bela arabama binebiliyorum. Dikiz aynasından bakınca yeni nesil bir çılgın modele benziyor benim de saçlarım. O an, aynada saçlarıma rüzgârın verdiği şekli görünce İlhan Selçuk’un gözaltına alınma nedenlerinden biri olan konuşması aklıma geliyor.

O konuşmadaki bir cümle zihnimin oltasına takılıveriyor. İlhan Selçuk kadınların örtünmesini özgürlük olarak yorumlayanlara diyordu ki “Bir kadının saçlarının rüzgarda dağılmasıdır özgürlük..”

AKLIMDA KALAN

TSK açıklamasının düşündürdükleri ve Murat Yetkin’in pozisyonu: Biliyorum ki benim okurlarım “sevgililer günü yazısı”yla yetinmez, dün yapılan TSK açıklamasının yorumunu da beklerler benden.

Açıklamaya, içeriğine, üslubuna girmeyeceğim. Beni düşündüren başka.

Beni düşündüren İbrahim Şahin’in Genelkurmay’la ilgili abukluk ölçüsündeki açıklamalarına Radikal Gazetesinin gösterdiği ilgi.

Herkes bilir ki Radikal, Doğan Grubu’nun kötü polisi rolünü yürütür. Olabilir. İlginç olan bu değil, ilginç olan Radikal’in Ankara Temsilcisi olan Murat Yetkin’in yetkinliği.

Bildiğim kadarıyla Murat Yetkin, İbrahim Şahin’in açıklamalarında yer alan durumların ciddiye alınmaması gerektiğini bilecek kadar TSK konusunda uzmanlaşmıştır. Kaldı ki Nazlı Ilıcak’ın bile inandırıcı bulmadığı kadar “gülünç” bir durumu neden ciddiye almış olabilir ki…

Murat Yetkin gibi deneyimli bir gazeteci TSK’da, İletişim Daire Başkanının yetki, sorumluluk ve yoğunluğunun çerçevesini de o kadar iyi bilir ki, o Tuğgeneral ile ilgili iddianın saçmalık olduğunu da anında fark edebilir. Hatta bunu fark etmek Murat Yetkin için çocuk oyuncağıdır.

Murat Yetkin o kadar ama o kadar TSK konusunda deneyimlidir ki, TSK’nın bu kadar acemice, telefon trafikleriyle ve vasıfsız bir telefon memuresine indirgeyerek vs. bir organizasyon içinde olmayacağını da bilebilir. O bilgi, birikim ve akıl Murat Yetkin’de vardır.

Yine Murat Yetkin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un bu tür gayri ciddi işlerle uğraşmayacak kadar ciddi ve titiz olduğunu en iyi bilen gazetecilerden belki de birincisidir.

O yüzden gazetesinin böyle madara bir duruma düşmesine nasıl izin verebilir?

Basireti mi bağlanmıştır, akıl tutulması mı yaşamıştır, etkisi mi kalmamıştır?

Beni düşündüren budur.

(Haberturk.com 13.02.2009)