Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

Diyarbakır mitingi ve Obama taktiği

Pazar sabahı, Başbakanın Diyarbakır mitinginin ertesi günü telefonum çaldı. Arayan Başbakanla Diyarbakır’a giden, ona yakın isimlerden biriydi.

“Başbakanın mitingini ne köşenizde ne de televizyonların birinde analiz etmemişsiniz” diyordu.

Son zamanlarda sıkça olduğu gibi, “ateşler içinde hasta yattığımı” söyledim, ömrümün bütün griplerini bir arada geçiriyor gibiyim bu aralar.

“Hiçbir televizyonda analiz etmedim ama pür dikkat izledim” dedim, “televizyonlar vermiş olsaydı Baykal’ın mitingini de pür dikkat izlerdim..”

“Obama miting analizinizi izlemiştik” dedi telefondaki ses.

O anda uyandım. Başbakanın mitingine, Türkler-Kürtler döngüsünün dışına çıkarak bir siyasal iletişim tekniği olarak bakmak gerekiyordu.

Habertürk Televizyonunda yaptığım Obama mitingi analizi sonrasında hem ülkemi yönetenlerin bazılarından hem de Nuray Mert gibi değerli fikir üreticilerinden kutlama aldığımı hatırladım.

Yani şimdi analiz Obama’ya var da Başbakana yok mu dedim içimden.

“Berbat sesime sizi muhatap etmek yerine pazartesi yazayım bu konuyu” dedim. İyi dileklerle telefonu kapattık.

Mitingler bir anlamda yüz yüze iletişimin bir uzantısı. Liderleri arada bir araç olmaksızın görmenin cazibesi mitinglerde kendisini gösterir.

Dahası yalnızlaşan bireyin kendisini dahil etmek istediği yalnızlaşan kalabalıklara denk gelir mitingler.

Miting alanındaki kalabalık ise seçim sonuçları için fikir verme konusunda epey yanıltıcıdır.

Eğer mitinge katılanların oy verme garantisinden söz edilecek olursa onlar zaten, halkanın merkezinde, lidere en yakın yerdekilerdir.

Onun ötesi merak da olabilir, taşıma kalabalık da. Çünkü mitingler liderler için bir gövde gösterisidir.

Ve liderlik becerilerinin sınandığı ortamlardır.

Diyarbakır’da Erdoğan’ın hissedilen keyifsizliğine rağmen liderlik becerileri bildiğimiz gibiydi.

Kalabalık arasında kadınların fazlalığı dikkat çekiciydi ki bu ayrı bir analiz gerektirir.

Daha dikkat çekici olan ise, Başbakanın konuşmalarının bir tekniği olduğuydu. Aynı cümlelerin her mitingte değişmeden tekrar edilmesi, bu tekrara meydanların dahil edilmesi gibi.

Başbakan danışmanlarını dinliyor mu demeli?

Bu kez başka bir taktiği daha kullandığını gördüm. Benim “Obama taktiği” dediğim yöntemi çok iyi uyguluyordu:

Konuşmasının en etkili cümlelerinde halkın verdiği tepkiyi dinlemek için susuyordu. O söylüyor, kalabalıklar tepki veriyordu. O da dinliyordu, halkta dikkate alındığı hissini yaymak için iyi bir yöntem.

Bu yöntem, konuşmayı tek yanlı bir eylem olmanın sevimsizliğinden ve soğukluğundan çıkarıp, etkileşimli ve karşılıklı hale getiriyor.

Anlamadığım şey ise, Erdoğan’ın “Bir gün gelecek bir Akparti vardı diyeceksiniz” cümlesini kullanmasındaki ruh haliydi… Konuşma metnindeki en yanlış cümleydi.

Not: Bu arada AKP’nin Diyarbakır seçim stratejisini sorunlu bulduğumu belirtmem lazım.

AKLIMDA KALAN

Ankaralı yazarlardan bir halt olmayacağını anlamış olmam: Dün Ahmet Hakan’ın köşesinde Fehmi Koru’nun fasıl davetini okuyunca anladım ki biz Ankaralı yazarlardan bir halt olmaz. İki yazarın da ortak noktası benim devamlı okurlarım olmaları. Ahmet’in yazdıklarını okudukça kendime kızdım. Yediklerinin ve gezdiklerinin pek azını yazmasıyla bildiğim “en gösterişli mütevazı” Ahmet Hakan, o fasılı öyle bir anlatmış ki… Bir yanında Aydın Doğan, bir yanında başka önemli şahıslar. Günlerce peşlerinden koşsan yanlarına yaklaşamayacağın adamlar. Bir bir sıralamış. Orada olamayanlar gıpta etsinler dercesine. Bense okudukça bin pişman hallere girdim. Fehmi Koru’nun geçenlerde bana “sizi de fasıla bekliyorum” dediğinde, tipik bir Ankaralı gibi davranıp şimdi kim kalkıp da bir fasıl için İstanbul’a gidecek diye düşünüp gitmemiştim. Bizden bir halt olur mu, olmaz! Ne köşe yazarlığının çokça gösteriş olduğunun farkındayız ne de milletin biri bin gösterdiği dünyada elimizdeki binin birini göstermeye hevesliyiz.

(Haberturk.com 23.02.2009)