Nuran YILDIZ

Haberturk.com - Arşiv

İmparatorluk sahte olunca kahramanlık da ucuz olur!

İbrahim Tatlıses deyince kapatın gözlerinizi düşünün, aklınıza ne gelir?

Güzel bir ses. İtirazım yok.

İnşaatlardan yükselen Urfalı.

Onunla ilgili daha da (bu vurguyu Başbakandan öğrendim) iyi bir şey gelmez aklınıza.

Başka ne gelir?

Yüzü ve bedeni yaralı kadınlar.

Otel odalarında yapılan mangal keyfi. Hödüklüğün tadını çıkarma ayini demiştim buna.

Hangisinin esas, hangisinin ikinci, üçüncü, beşinci kadın olduğunu bilmediğimiz cariyeliğe gönüllü kadınlar.

Sauna, çete mete davaları…

Müziğini bir adım öteye taşımış mıdır? Yok.

Bu ülkenin sanatı, eğitimi için taş üstüne bir taş koymuş mudur? Yok.

Ama otobüs işletmiştir.

Lahmacun satmıştır.

Otelcilik yapmıştır.

Ama mutlaka psikolojik bir art alanı olmalı ki, kadınlarla hesabı hiç kapanmamıştır.

Onunla iyi geçinmeyen hiçbir kadının işi yolunda gitmemiştir, ya ona biat edip önüne koyduğu ekmeği yiyeceksin ya da sokaklarda sürüneceksin.

Bu gücü nereden alıyor? Etrafındaki mafyavari kalabalıktan mı? Olabilir ama devlet katında gördüğü itibarı da unutmamalı.

Sanatçısına saygı duymayan “büyükler” ona masalarında yer açıyor. Bakanlar, parti başkanları…

En bildik dostu da kendisi gibi çakma bir imparator olan Fatih Terim nihayetinde.

Bir de Mehmet Barlas var yazlıktan kankası bildiğim.

İbrahim Tatlıses’i ne zaman ki bu önemli şahıslarla meşk ederken görsem yaramaz zihnim sorar “Acaba bu adamlarla kadınları nasıl dövdüğünü, nasıl onları çaresiz bıraktığını konuşup gülüşüyorlar mıdır?”

Şimdi de Yıldız Tilbe’yi dövmüş programda, bu kez ellerini kullanmadan, diliyle.

Bu kez Yıldız Tilbe o çelimsiz kadın bedeninden beklenmeyen cesaretle elini kaldırmış, “hoop” demiş “hoop bir dakika!”

Yıldız Tilbe büyüdükçe, sahte imparator küçülmemiş mi? Küçülmüş.

Demiş ki Tilbe’ye sahte imparatorumuz “Seni pe….klerin elinden kurtardım!” , “Seni kurtardığıma göre sen benim malımsın, sen istediğimi yaparsın, sana istediğimi yaparım, ister şarkı söyletirim ister söyletmem!”

Ömer Seyfettin’in “Diyet”i gibi, adam ikide bir de “elinin diyetini ver” deyip duruyor.

Alnını öpesim geldi Tilbe’nin şu yanıtını okuduğumda: “İbrahim Tatlıses’in diline düşmektense, pezevenklerin eline düşmeyi tercih ederim!”

Sizin de içinizden “İmparator öldü, yaşasın İmparatoriçe!” diyesiniz gelmiyor mu?

Kahramanlıklarla kurulu ülkemde kahramanlığın düştüğü duruma bakın.

Ee, tabii imparatorluğu sahte olunca kahramanlığı da bu kadar ucuz oluyor…

İbrahim Tatlıses karakteri benim midemi o kadar rahatsız eder ki dinlemeyi çok istediğim şarkıları vardır, dinleyemem… çünkü ben sanatçıyı “sanat+karakter” olarak tanımlayan bir kültüre inanırım.

GALATASARAY’IN FENERBAHÇELEŞME SERÜVENİ

Fatih Altaylı gibi bir futbol düşkünü, Galatasaray tutkunu bir adamla aynı web sitesinde Galatasaray yazmak zor ki, ne zor…

Neyse ki ne futbolcuların sahadaki dizilişi ne de teknik adamların taktik yetersizliği üzerine söz söylemeye niyetli değilim.

Beni rahatsız eden Galatasaray’ın gittikçe Fenerbahçe’ye dönüşmesi.

Fener’deki sorunun görünen 4 ayağından söz edilebilir;

Sıkça değiştirilen teknik adamlar nedeniyle istikrarsız takım yönetimi,

Neredeyse kraliyet yapısına dönüşmüş hanedanlaşan kulüp yönetimi,

Sahadaki baskı eksikliğine karşı soyunma odasındaki azar boyutunu aşan yönetici baskısı fazlalığı (sahadakiyle soyunma odasındaki baskılar yer değiştirse sorun çözülecek),

Disiplin anlayışı laçkalaşmış bir takım.

Ya Galatasaray?

Bu dört durumdan ikisi var, ikisi yok. Sevinmeli mi, üzülmeli mi?

Teknik adamların biri gelip biri gidiyor. Artık alıştık ondan mıdır, nedir gelişinden bilir olduk gidişini. Fenerbahçe gibi.

Disiplin anlayışı laçkalaşmaya giden bir anlayış. Fenerbahçe gibi.

Yönetim hanedanlaşmadı henüz ve maç sonları soyunma odalarında “şimdi başkan gelir dilinde kamçısıyla” sinmişliği de yok.

Ama olan ikisi yetiyor. Özellikle de Galatasaray gibi destanlarında takım disiplini başlı başına faktör olan takımda laçka disiplin olmuyor.

Sanki Feldkamp’ın taa işin başında, giderken, Skibbe’ye “Oğlum Skibbe, bu Türkler disiplinden misiplinden hoşlanmaz. Sen en iyisi mi rahat bırak takımı” demiş gibi.

Lincoln, Baros her biri ayrı köy, ayrı hüküm. Bunlardan biri değil miydi “şimdi orası soğuk ben gelemem” deyip deplasmana gitmeyen? Ya da “masaj yaptırdığı” için otobüse yetişemeyen?

Takım ruhunun zemini disiplin anlayışıdır.

Ya o teknik adam gitsin bu gelsin demek de neyin nesi, Fener misali. Skibbe’nin geldiği gün bahse girmiştim arkadaşlarımla kaç gün kalacağı konusunda. O kadar ortadaydı durum.

Bir takımı yönetmenin bir manavda kavun seçmekten farkı olmalı.

Skibbe gitti de ne oldu? Bülent Korkmaz geldi, efsane Bülent… Ben tüm kalbimle ve az biraz aklımla Hagi’yi beklerken..

Bu da yanlış seçim. Takımın kimyası bozulunca hepten bozuluyor demek ki…

AKLIMDA KALAN

Liseli bir okurumun röportaj talebi:

Birkaç gün önce şu e-postayı aldım: “Merhaba. Ben Tuğba Zilif. Ekrem Cevahir Lisesi 3. sınıf öğrencisiyim. Dil ve Anlatım dersimizde röportaj konusu var. Bir röportaj ödevimiz var. Mümkünse eğer sizinle kısacık bir röportaj yapmak istiyorum.. Bana en kısa zamanda cevap verirseniz memnun olurum. Şimdiden teşekkür ederim.” Önce birinin dalga geçtiğini düşündüm ya da biri lüzumsuz bir karakter analizi yapacak. Sonra dalgaysa da analizse de keyifli deyip, Tuğba’nın röportaj dediği sorulara burada yanıt vermek istedim. Hem Tuğba’nın istediği olsun hem biraz da ben eğleneyim diye… Kolay olu sanmıştım ama yanılmışım zorlandım. İşte onun soruları, işte benim parantez içindeki yanıtlarım:
1)En sevdiğiniz kelime nedir? (Ayaz)
2)Nefret ettiğiniz kelime nedir? (İhanet)
3)Ne sizi heyecanlandırır? (Çok özlediğim birinden beklemediğim bir anda aldığım telefon)
4)Heyecanınızı ne öldürür? (O heyecanı paylaşmayan herkes)
5)En sevdiğiniz ses nedir? (Çok sevdiğim biri aradığında, telefonun sesi)
6)Nefret ettiğiniz ses nedir? (Kapı gıcırtısı)
7)Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? (Pilotluk, cerrahlık gibi, birilerinin yaşamının benim başarıma ya da başarısızlığıma bağlı olduğu meslekleri yapmak istemem)
8)Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz? (Şarkı söylemek)
9)Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz? (Bunu düşünmeyecek kadar kendim olmaktan memnunum)
10)Nerede yaşamak isterdiniz? (Roma’da, Pantheon meydanına bakan bir evde)
11)En önemli kusurunuz nedir? (Mükemmelci olmak)
12)Size en fazla keyif veren kötü huyunuz? (Hızlı araba kullanmak)
13)Kahramanınız kim? (Elbette Mustafa Kemal, bir insanın Türkiye’de yaşayıp da başka kahramanı olabilir mi?)
14)En çok kullandığınız küfür nedir? (Yazamam)
15)Şu anki ruh haliniz nasıl? (Yorgun)
16)Hayat felsefenizi hangi slogan özetler? (O kadar dürüst ol ki, sana karşı dürüst olmayanlar suçluluk duysun)
17)Mutluluk rüyanız nedir? (bir özel yanıtı var ki burada yazamam, bir de özel olmayan yanıtı var ki yazabilirim. Tüm sevdiklerimin sağlıkla bir büyük yemek masası etrafında toplanması)
18)Sizce mutluluğun tanımı nedir? (17.soruya verdiğim yanıt bu soru için de geçerli)
19)Nasıl ölmek istersiniz? (İçimdekileri muhataplarına anlatabileceğim mektuplar yazacak zamanım olsun. İçimde bir şey kalmasından hoşlanan biri değilim.)
20)Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı'nın size kapıda ne söylemesini istersiniz? (Görmek istediğin herkes burada olacak:)
Teşekkürler Tuğba ya da her kimsen… Düşünmediğim şeyleri düşündürdün.

(Haberturk.com 25.02.2009)