Nuran YILDIZ

MEDYADA

Erdoğan iletişim becerisinin zirvesine 22 Temmuz'da çıktı, ancak inişi başladı

İlk kitabı, "Liderler, İmajlar, Medya" adını taşıyordu. Ankara'da yaşayan ve başta siyasetçiler olmak üzere birçok kişinin başucu kitabıydı. Tayyip Erdoğan'ın 2002 seçimleri öncesinde nasıl ve neden siyasette önemli bir lider olacağını bu kitapta yazmıştı. Bu kez karışımıza, çok değişik bir yapıtla çıktı: "Tanklar ve Sözcükler." Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) siyasete ve medyaya etkilerini ve iletişimini sorguluyordu. Ve bu alanda yazılan ilk kitaptı. Alır almaz önce kendisini aradım; bana, "Bu kitap rahat kaçıracak" dedi. Bunu Referans gazetesindeki köşe yazıma taşıdım. Kitabı bir solukta okudum. Ve röportaj yapmam gerektiğine inandım.
Röportaj için bir araya gelmeden önce, gazeteleri karıştırıyordum ve gözüm bir fotoğrafa takıldı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile eski manken yeni şarkıcı sevgilisi Carla Bruni Mısır’da el eleydi. Bir an Fransa basınının bugünlerde bu aşk nedeniyle nasıl gündeminin meşgul olduğunu düşündüm. Bir yandan da bizdeki değer yargıları ve örneklerini kafamdan geçirip, bir cumhurbaşkanının nasıl sıradan bir aşk yaşayabileceğini tam düşünüyordum ki, karşımda Nuran Yıldız'ı bulunca sormadan edemedim. Yorumu ilginçti: Fransa Cumhurbaşkanı'nın yaşadığı olay, sıradan bir ilişki olarak algılanmamalı. Söz konusu olan karısı tarafından terk edilen bir erkek değil, Fransa'nın cumhurbaşkanıdır. Konu doğrudan Fransa’nın ülke gururuyla ilgilidir. İncinen bu gururun tamiri için daha güzel bir kadının Fransa cumhurbaşkanını sevmesi gerekirdi. Fransa’nın üst politikası Carla Bruni aracılığıyla Fransa’nın kırılan gururunu tamir etmeye çalışmaktadır. Aşk, Fransa için yapılan kurmaca bir aşktır.
Anlaşılabileceği üzere, Nuran Yıldız'ı bulmuşken sadece kitabını değil, güncel olan her şeyi sordum. Cevaplar mı? Oldukça cesur. Bu nedenle sanırım kitabıyla olduğu gibi röportajıyla da herkesin rahatını kaçıracak.

Kitabınızın adı ilginç: Tanklar ve Sözcükler. Kitabınızda tanklar mı, sözcükler mi ön planda?
Bu düşüncenin elbette sözcükler tarafındayım. Sözcüklerin hem askerler hem de siyasetçiler tarafından doğru yönetilmesi durumunda tankların şehrin ortasından geçmesine gerek kalmayacağını düşünüyorum.

Kitabın önsözünde “Bu kitabı yazma nedenim katıldığım konferanslarda karşıma çıkan bir soru” diyorsunuz. Size göre TSK siyasete hiç müdahale etmiyor mu?
Bu konuda fikir ileri sürenlerin halkın bu konudaki bilgi eksikliğinden yararlandıklarını düşünüyorum. Mesele ülke güvenliği olduğu sürece, her ülkede ordu siyasete müdahale eder. Bunun sanki bize özgüymüş gibi sunulması canımı sıkıyor. Dolayısıyla elbette TSK da bu çerçevede siyasete müdahil oluyor. Çağdaş ülkeler bu işi kapalı kapılar ardında, bizimkiler kamuoyu önünde yapıyor. Onlar bunu gizlediği için “çağdaş” ve “demokratik” ülke oluyor, biz olmuyoruz. Bu bana çok ikiyüzlü bir tutum gibi geliyor. Asker hangi konularda müdahil oluyor? Terör ve irtica. Bunlar size göre ülke güvenliğiyle ilgili değil mi? Bana göre ilgili.

Peki madem böyle bir tespit yaptınız. Bugün Türkiye’de siyasetin bir eksikliği söz konusu mu?
Bu konuya pek çok açıdan yanıt verilebilir. Ülke güvenliğiyle ilgili konularda elbette eksiklik söz konusu. Ancak bu sadece Türkiye’ye özgü bir eksiklik değil. Pek çok ülkede güvenlik konusunda siyasetçinin yeterince deneyimli ve bilgili olmamasının sıkıntısını yaşıyor. Zaten yeterince bilgili ve deneyimli olsalar kendileri askere müdahale ettirmez. Dolayısıyla da ülke güvenliğinden söz edilen her konuda bir şekilde karar vericiler arasında askerler de bulunuyor. İşte Türkiye’de de bu bir sorun olarak sunuluyor. Ben bunu bir sorun ve tehlike olarak görmüyorum. Yani siyasete müdahale başka bir şey, darbe başka bir şey. Darbe tehlikeli ve istenmeyen bir durum.

Kitabınızın son bölümünde her zaman darbelerin mümkün olduğunu, bunun bazen tanklar yürümeden de yapılabileceğine dikkat çekiyorsunuz. Sizce biz farkında olmadan müdahale oluyor mu?
Bunu bilemem, kimse de bilemez. Ancak kavramları doğru kullanmamız lazım. Özellikle bu konularda. Müdahale nedir? Gidişatı, kararları değiştirmeye etki etmek değil midir kısaca? Öyleyse hükümetle askerlerin normal koşullarda görüşmeleri, diyalogları sürdükçe, taraflar birbirinin kararlarına müdahale ediyor demektir. Devlet tek taraflı kararlar alarak yönetilemez ki. Sözcüklere doğru anlamlar yüklemediğimiz sürece birileri bu durumu kolaylıkla manipüle edebilir. Bu kavram kargaşası “Kuzey Irak” ve “Irak’ın kuzeyi” kavramlarında da yaşanmıyor mu? Siyasetçi de medya da “Kuzey Irak” diyor, askerler demiyor. "Kuzey Irak" kavramı Irak'ı bölmeye hizmet eder. Çünkü hangi sözcüğün ne anlamı inşa edeceğinin farkında olarak konuşuyorlar. Farkında değiliz ama çoğu zaman sözcükler masum değildir.

TSK, sade vatandaş için bilinmez bir dünyadır. Bilinmemek TSK'nın kendi tercihi mi size göre?
Elbette kendi tercihleri değil. Askerlik işinin bir gereği. Ne var ki bu gerek çoğu zaman askerlerin ve genel olarak ordunun karizmasını güçlendirici bir sonuç doğuruyor. Ordunun siville arasına koyduğu mesafe aslında sadece görünen mesafeyi kastetmiyorum, tavırları da buna dahil ediyorum. Ordunun kurum olarak karizmasını olumlu etkiliyor. Üstelik günümüzde şeffaflaşmanın bir değer olarak sunulması, kurumlara da kişilere de büyük zarar veriyor. Çünkü şeffaflaşma da içi yanlış doldurulan bir kavram ülkemizde. İnsanlar ve medya bundan her şeyin ortaya gözler önüne dökülmesini anlıyor. Oysa kamusal anlamda şeffaflıkla kastedilen kamunun bilmesi gereken konuların karşılığıdır.

Son dönemde Türkiye’de “daha çok demokrasi” diye bir kavram çok tartışılıyor. TSK demokrasiye nasıl yaklaşıyor?
Yeryüzünde hiçbir ordu, yapısı itibariyle demokratik değildir. Katı bir hiyerarşi ve emir-komuta zinciri vardır. Demokrasi sivil dünyanın bir sözcüğüdür. Belki de sorunuza verilebilecek en doğru yanıt Denizde İsyan filminde Gene Hackman’ın oynadığı Amerikalı albay karakterinin sözleridir: "Burada demokrasiyi sağlamak için bulunuyoruz, uygulamak için değil." TSK da yakın tarihe baktığımızda, Türkiye’de demokrasiyi sağlamaya özel bir çaba göstermiştir. TSK diğer ülkelerin ordularıyla karşılaştırılamayacak kadar demokrasiye saygılıdır. Güçlü bir ordunuz yoksa, demokrasiyi hayata geçirme olanağınız da olamaz.

Son dönemde Türk halkının askerlere güveninde eksilme olduğunu söylüyorlar? Ne düşünüyorsunuz?
Bunu söyleyenlerin Türk halkı ve Türk ordusu hakkında bir fikri olduğunu sanmıyorum. Olsa olsa konjonktürel bir dururmdan söz edilebilir, ki bunu da sanmıyorum.

Askerler her konuştuğunda cümlelerinin arkasındaki cümleleri buluyoruz. Biz gazeteciler, önce konuşma metnini haber yapıyoruz, sonra da köşelerimizde ya da yaptığımız programlarda, o cümlelerin aslında ne anlama geldiğini yorumluyoruz. Bunu neden yapıyoruz?
Medya en karmaşık konuları en anlaşılabilir, en doğrudan anlatmaya koşullanmıştır. Oysa askerler için her sözcük adeta miligramla ölçülerek cümlelere yerleştirilir. Dolayısıyla her okumada yeni şeyler keşfedilebilir.

İletişimci gözüyle Başbakan Erdoğan'ı değerlendirebilir misiniz?
2002 seçimleri öncesinde Erdoğan'ın karizmasının değerini anlattığımda, neden söz ettiğimi anlamakta zorlananlar çoktu. Şimdi hemen herkes benzer tanımlamalar yapıyor. Bence Erdoğan'ın iletişim becerilerinin zirvesi 22 Temmuz'dur. Yalnızca seçim sonuçları için söylemiyorum. AK Parti'nin balkonundan yaptığı konuşmayı da kastediyorum. O konuşma zirveydi ve elbette zirveye çıkmışsanız inmeye başlamanız muhtemeldir. Başbakan'ın da iletişimsel anlamda inişe geçtiğini düşünüyorum.

Nasıl yani?
Başbakan'ın iletişimsel niteliklerinden en önemlisi karizmasıydı. Karizma, mücadeleyle ve zoru başarmayla oluşur. Erdoğan’ın siyasi kariyeri, devlet kurumlarıyla mücadele ederek biçimlenmiştir. Ancak bugün bu kurumların önemli bir bölümünün yöneticilerini kendi dünya görüşü doğrultusunda atayarak, kendisine en büyük zararı veriyor. Kimileri buna iktidarın yıpratıcılığı der, bense yanlış durum tespiti ve yanlış iletişim stratejisi derim. Uzun dönemli bir siyaset anlayışınız varsa, elbette kendi mücadele odaklarınızı da yaşatmanız gerekir. Kim olduğunuzu anlatabilmek için her zaman ötekine ihtiyacınız vardır.

Askerin 27 Nisan bildirisi size göre, gerçekten AK Parti'ye yüzde 47'lik oy kazandıran önemli etkenler arasında mı?
Araştırmalar bu sorunuzdaki bilgiyi yanlışlıyor. AK Parti’ye oy verme gerekçesi, büyük oranda ekonomik istikrarı sürdürmek olarak araştırmalarda ortaya çıkıyor. 27 Nisan bildirisinin oy sonuçlarını etkilediği düşüncesi veya görüşü, "İkinci Cumhuriyetçiler" olarak tanımlanan bir kesimle, TSK’yı yıpratmak isteyenlerin ortaya attığı bir düşünce.

Uzun süre, "PKK'ya nasıl bir operasyon olmalı" tartışıldı. Ve nihayet TSK, Irak’ın kuzeyinde geniş çaplı bir operasyon başlattı. Bu sürecin işleyişini ve sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Operasyonun yapılıp yapılmayacağı konusunun yoğun olarak gündemde tutulmasına, Kara Kuvvetleri Komutanı yanıt verdi. “Karar vericileri rahat bırakın” dedi ve bu talebinde de haklıydı. Çünkü bu tamamen askeri kararlar ve uygulamalar süreciydi. Ancak terör konusunda TSK, son zamanlara kadar fazlasıyla yalnız bırakılmıştı. Son dönemde TSK da medyaya verdiği görüntü desteğiyle PKK’nın yandaş medyası, buna interneti dahil etmek çok önemli, aracılığıyla yaptığı propaganda çalışmalarına karşılık vermeye başladı. Terör örgütünün dezenformasyonunu görüntülerle eritmeye başladılar. Bu konuda medyadan da destek almayı sağladı. Şimdi önemli olan bunu korumak.

AK Parti'nin iletişimini başarılı buluyor musunuz? Bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Halkla kurduğu iletişimi ve siyasi parti olarak örgütlenmesini çok başarılı buluyorum. Siyasi Partiler Kanunu'nun dayattığı tektip örgütlenmeyi aşan, parti içerisinde kurduğu birimlerle bu örgütlenmenin açıklarını kapatan yapısıyla halkla son derece başarılı bir iletişim kuruyorlar. Ne var ki devlet kurumları açısından bunu söylemem mümkün değil. Devlet kurumlarıyla yaşanan sürekli bir kriz durumu söz konusuydu.

Askerlerin akreditasyon uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kurumsal iletişim açısından doğru buluyorum. Eğer verdiğiniz bilgiler taraflı olarak eksik ve yanlış veriliyorsa bu halkı bilgilendirmek anlamına gelebilir mi? Her kurum benzer kriterler uygulama özgürlüğüne sahiptir. Basın özgürlüğü demek, çarpıtılmış, anlamı bozulmuş bilgi verme özgürlüğünü içermez. İçeriyorsa kurumlar da kendilerini buna karşı önlem almak zorunda hisseder. Bu, deneyimlerle biçimlenen bir karar. Bireylerin de bu özgürlüğü vardır.

Medyayı nasıl görüyorsunuz? Geçmişte 4. kuvvet olan medyanın, bugünkü derecesi nedir?

Nuran Yıldız kimdir
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Doktora sahibi Yıldız, 2006-2007'de Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından çıkarılan İletişim Araştırmaları dergisinin editörlüğünü yapmaktadır.


Bu sorunun yanıtı birçok kişiyi kızdırabilir. Derinlikli düşünmeyen birçok kişi, şimdi medyanın birinci kuvvet olduğunu söylüyor. Medyanın o derece büyük gücü yok. İlk dörtte olmadığı kesin. Bunun medyanın içinde bulunduğu güvenilirlik kriziyle ilgisi var. Medyanın nasıl düşüneceğimizi belirlediği gibi yaygın bir yanılgı var. Oysa medya, nasıl düşüneceğimizi değil, daha çok neyi düşüneceğimizi belirliyor.

(Referans - Nuray Başaran - Söyleşi - 28.12.2007 )