Nuran YILDIZ

MEDYADA

Askerin en başarılı iletişimi milli mücadele döneminde

SON dönemdeki siyasi iklimde sürekli ön plana çıkan ordunun siyaset ve kamuoyuyla iletişimi kitap oldu. Öğretim Üyesi Yard. Doç. Doç. Dr. Yıldız, "Son yıllarda ordunun siyasete müdahalesinin sadece Türkiye'ye özgüymüş gibi sunulmasına itirazım var. Ben müdahaleden yana değilim. Siyasetçiler darbe olur mu olmaz mı diye Genelkurmay'ın ışıklarına bakmak yerine kendi eylemlerine bakmalılar" dedi.

ANKARA Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nuran Yıldız, "Tanklar ve Sözcükler" adlı kitabında, "ordular ve iletişim" ile "TSK ve iletişim" sorun alanlarında değerlendirmelerde bulunuyor.

Alfa Yayınlarından yayımlanan kitapta, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK)iletişim yapısı, diğer ülkelerin ordularıyla karşılaştırılıyor. Yıldız, Ankara Hürriyet'in sorularını yanıtladı.

Müdahalenin stili ve biçimi ülkenin gelişmişlik düzeyiyle mi ilgili?

- Gelişmişlik düzeyiyle de ilgili, yeni iletişim ortamını doğru analiz edip doğru yöntemleri geliştirmekle de ilgili. Çünkü müdahale de sonuçta bir iletişim yöntemi, eğer içinde silah yoksa. Sözlü açıklamalar da bizim ülkemizde askerin iletişim yöntemi olarak ortaya çıkıyor. Ama çağdaş ülkelerde bunu çok daha derinden, çok daha zarflayarak yapmanın yöntemleri geliştirdi. Bunun için de bir çok uzman çalıştırıyorlar. Sosyologlar, psikologlar, medya uzmanları çalıştırarak bu yöntemi olabildiğince kamuoyuna rahatsız etmeden hayata geçirmenin yollarını geliştiriyorlar. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ise her şey daha doğrudan yapılıyor. Siyaset de daha doğrudan yapılıyor, müdahaleler de doğrudan yapılıyor. Herkesin gözleri önünde oluyor. Dolayısıyla, dışarıdan baktığında da sanki bu ülkelerde daha çok müdahil oluyor, diğerlerinde olmuyor gibi bir yanlış sonuca varılıyor.

Siyasetçiyle olan çatışma önemli sanırım. Gelişmiş ülkelerde temel değerlerde sıkıntı yok. Türkiye'de kimi zaman bu değerlerde çatışma olduğu için mi müdahaleler daha sert oluyor?

- Türkiye ile Avrupa ülkelerine, ABD'yi hem ordu siyaset ilişkisi içinde hem de siyaset kamuoyu ilişkisi içinde karşılaştırmayı doğru bulmuyorum. Çünkü hepsinin kendine özgü koşulları var. Zaten sorun da oradan çıkıyor. Özellikle asker ve siyaset arasındaki ilişkileri Avrupa veya ABD ile kıyasladığımızda bir kere doğru bir şey yapmıyoruz. Ayrıca yanlış yerden kıyaslıyoruz. 'Bizde ordu siyasete müdahale ediyor, Avrupa ve ABD'de müdahale etmiyor' yanlış bakış açısı. Onlar bunu kamufle ediyor. Bu kitabı yazarken de temel derdim, doğru bildiğimiz ama aslında yanlış olan şeyleri düzeltmek. Çünkü görüyorum ki askerle siyasetçiler arasındaki ilişkiyi değerlendiren tek taraflı bir bakış açısı var. Ve bu bakış açısı, sokaktaki insanın bu alandaki bilgiye sahip değil. Bir kısım entelektüeller, halkın bu konudaki bilgi eksikliğini kullanıyorlar. Ben de buna itiraz ediyorum.

Herkes 'Asker konuşmasın' diyor. Ben aslında konuşmayan askerden korkulması gerektiğini düşünüyorum. Asker konuşuyor ve ne düşündüğünü söylüyor. Buna katılırsınız ya da katılmazsınız ama en azından bir kurumun ne düşündüğünü öğrenmiş olursunuz. Ben şahsen konuşmayan askerden sıkıntı duymak gerektiğini düşünüyorum. Bu, asker konuşmalı anlamını taşımıyor. Askerin konuşmasını savunuyor değilim ama susan askerin konuşan askerden daha gerilimli bir şey olduğunu düşünüyorum.

PENTAGON BAŞKA YÖNTEMLERLE ÇALIŞIYOR

Gelişmiş ülkelerle farklılıklarda askerin konuştuğu konuların detaylılığı fark ediyor mu? Amerika'da mesela eğitim sorunuyla ilgili askerin açıklama yaptığını çok görmüyoruz.

- Gelişmiş ülkelerde asker müdahaleyi konuşarak yapmıyor. Çeşitli uygulama alanlarını geliştirerek yapıyor. Bizdeyse uygulama alanları yerine görüş belirterek daha söze dönük bir anlayış söz konusu. Örneğin ABD'de eğitim, güvenlik, gündelik hayat, uluslararası ilişkiler tüm bu konularda Pentagon'un kapalı kapılar ardında başka araç ve yöntemlerle çalışıyor. Ama o bunların uygulama alanlarını geliştirmiş. Amerika'nın uluslararası ilişkilerine zarar verecek hiçbir sinema filminin üretilmemesine özel bir önem göstermiş. Bizim son derece masumane sinema filmi diye baktığımız Rambo var, James Bond serileri aklınıza gelecek başka popüler bütün filmlerde Pentagon'un bütün diyaloglara müdahalesi söz konusu. Bunun da temel gerekçesini Pentagon şöyle açıklıyor: Bu diyalog X ülkeyle ilişkilerime zarar verir. Dolayısıyla bu diyaloğu değiştirin. Eğer yapımcı bu teklifi kabul ederse filmi çekmesi çok daha ucuz ve çok daha kolay olur.

12 Eylül'den sonra hem 28 Şubat hem 27 Nisan müdahalelerine baktığımızda farklılıklar görüyoruz. Bu, Türkiye'de ordunun iletişimini geliştirmese bile yöntemlerini değiştirdiğinin bir işareti değil mi?

- 28 Şubat ile 27 Nisan'ın yöntemleri birbirinden tamamen farklı. Hangisi daha başarılı diye sorarsanız 28 Şubat'ın çok daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Çünkü 28 Şubat'ta bütün hedef gruplar var. Kamuoyunu biçimlendiren medya, karar süreçlerindeki bürokrasi, üniversiteler, hukuk adamları bunlara sürekli olarak brifingler verilerek ülkenin içinde bulunduğu durum ve gelecekte karşılaşacağı tehlikelerle ilgili algı biçimlendirildi. Dolayısıyla 28 Şubat'ın kansız bir şekilde çözülmesinin en önemli gerekçesi bu iletişim yöntemlerini kullanmak ve medya kuruluşlarını bilgilendirmekti. Bu yeni ve çok doğru bir şey. Fakat 27 Nisan'da olan çok daha farklı bir şey. Sanıyorum 27 Nisan'da yalnızca yazılı bir açıklama yaparak siyasetçinin sağduyusuna güvenilebileceğini düşündüler ve bununla yetinmek istediler. Siyasetçinin sağduyusuna güvenerek ve demokrasiye zarar vermeden sürece müdahale edeceklerini düşündüler ama öyle olmadığını gördüler.

STRATEJİ OYUNLARINI İYİ BİLEN ORDU

Askerin iletişiminin en başarılı olduğu dönem hangisi?

- Milli mücadele dönemi. Halkı mücadelenin içine dahil edebilme çok önemli hem milli mücadele kadrolarının inanmışlığı ve ikna gücü, hem de Mustafa Kemal'in iletişim yönetimine verdiği önem rol oynuyor. Düşünün ki Anadolu Ajansı'nı bile milli mücadele döneminde Türk ordusunun haberleşmesi için tesis ediyor ve kullanıyor. Diğeri 27 Mayıs. Öncesinde ve sonrasında neden yapıldığı konusunda özellikle de gençlerin desteğini alarak Anadolu'da insanları bilgilendirme kampanyası düzenliyor. Hemen arkasında 28 Şubat... Yönetimin siyasetçilerden askerlere geçmesi anlamına gelecek bir darbenin önüne geçmeyi başarması da 28 Şubat'ın iletişim başarısı.

Laikliği Türkiye'de tesis etmiş kurum olma açısından önemli ve Türk halkının da orduya olan güveni Kurtuluş Savaşı'na kadar dayanıyor.

Hem öyle hem de de her evden asker çıkıyor. Yani bir askerden söz ettiğimiz zaman aslında aynı zamandan babamızdan ve oğlumuzdan söz ediyoruz yani bu iç içelik de o güvenin en sağlam parçalarından biri. Türk ordusuna güveniyoruz, neden?Çünkü hepimizin evinden dün ve bugün asker çıktı çıkacak.

Askerlerin her yaptığının bir nedeni vardır gibi bir inanış var. Bu gerçekten böyle mi? Yoksa bunun aktarılmasında mı sorun yaşanıyor?

Buna katılıyorum. TSK'nın dünya ordularıyla kıyaslandığında bile strateji oyunlarını en iyi bilen ordulardan biri olduğunu düşünüyorum. Pentagon'un zaman zaman açıklamalarında da bunun kabul gördüğünü görüyorum. Gerçekten savaş oyunlarını çok iyi öğreniyor ve çok iyi analiz ediyorlar, savaş stratejilerini çok iyi biliyorlar. Ancak son dönemde bizim yeni iletişim ortamı dediğimiz ortamı analiz etmekte zorlanıyorlar. Çünkü askerin dünyası tanımlı bir dünya, kuralları olan, sıkı denetlenen bir dünya. Medyanın ve siyasetin ortamı ise bunların neredeyse tam tersi hem medyada hem siyasette kuralsızlık, sürekli değişim olumlanan bir şey. Askerler, medya ve siyasetteki bu duruma kendilerini adapte etmekte geçici bir sıkıntı yaşıyorlar. Yakın gelecekte bu mantığı çözeceklerini düşünüyorum. Yakın bir gelecekte savaş stratejilerindeki başarılarını iletişim stratejilerine dönüştüreceklerini düşünüyorum. Türkiye'de Türk ordusuyla ilgili en çok konuştuğumuz, en az şey bildiğimiz Türk ordusuyla ilgili 3-5 tane film var ve bunlar da gerçekle alakasız, tamamen komedi düzeyinde. 1960'larda sinema ile Türk ordusu arasındaki ilişki son derece yoğun ve anlamlıydı. Bugün o bağ tamamen kopmuş durumda. Bunun yeniden tesis edilebileceğini düşünüyorum. TSK'nın yeni iletişim olanaklarıyla anlatabileceği ve yapabileceği çok şey var aslında ama henüz bunun farkında değiller. Benim bu kitabı yazmaktaki onlarca amacımdan biri de onlara bunu fark ettirmek.

PENTAGON'UN ONAYLAMADIĞI BÜTÇE KONGRE'DE GÖRÜŞÜLMEZ

Bizim asker sivil ilişkilerine bakarken batının bizi itmiş olduğu kompleksler dünyasından çıkarak bakmak lazım. Bunu yapmazsak, bizde olanlar kötü, onlarda olanlar iyi diye tanımlarsak bu bir kere bu ülkeye haksızlık olur. Eğer güvenlik söz konusuysa bütün ülkelerde güvenliğin temel sorumlusu ordular, siyasete bir şekilde müdahale ederler. Irak'ta olup bitenler konusunda İngiltere'de ordu komutanlarının siyasete yoğun baskısı vardı. Bunu kapalı kapılar ardında çözümleyemeyeceklerini görünce bu kez kamuoyu desteğini de alabilmek için askerler İngiltere'de de kamuoyu önünde düşüncelerini seslendirmeye başladılar. Her ülke için değişik zamanlarda bu söz konusu olabilir. Pentagonun onaylamadığı hiçbir bütçe Kongre'de görüşülemez Amerika'da. Bizim bunları bilmememizden de TSK'yı yıpratmak isteyen bir çok insan faydalanmaya çalışıyor. Bizde neden oluyor da onlarda neden olmuyor bakış açısından kurtulmamız lazım. çok sık yapılan bir yanlış Avrupa ordularıyla Türk ordusunu asker siyaset ilişkileri üzerinden karşılaştırmak. Avrupa'nın ordu deneyimiyle Türkiye'nin ordu deneyimi ben artık buna elma armut değil de elmayla soğan gibi farklı deneyimler olduğunu söylüyorum. Avrupa saldırgan ve faşist ordu deneyimleri yaşadılar Almanya'nın Fransa'ya yaptığı örneğinde olduğu gibi. Dolayısıyla onların kafasında ordu, özgürlük ve demokrasinin karşıtı bir kavram. Oysa Türkiye'de TSK'nın başka ülkelerin topraklarına müdahale etmek veya özgürlüklerine müdahale etmek gibi bir uygulaması hiç olmadı. Tam tersine kendi yurdunda demokrasiyi kurmak ve insanlar arasındaki eşitliğin en temel kavramı olan laikliğin teşkil etmek gibi öncü bir rolü var. Avrupa'da demokrasi orduya rağmendir, Türkiye'de demokrasi orduyla birliktedir. Bu iki karşılaştırma TSK ya yapılan en büyük haksızlıklardan biridir bana göre.

27 Nisan'da ordunun bu halktan aldığı destekte bir zaaf mı söz konusu?

- 27 Nisan'ın Türk ordusuyla Türk halkı arasında bir zaafiyet oluşturduğu görüşüne kesinlikle katılmıyorum. Aksine bu görüşün TSK'yı yıpratmak amacını taşıdığını düşünüyorum. 22 Temmuz seçim sonuçlarının 27 Nisan'la ilişkilendirilmesini hiçbir araştırma doğrulamıyor. Aksine yüzde 60'ların üzerinde ekonomik istikrarı korumak için AKP'ye oy verildiğini gösteriyor. Ancak 27 Nisan açıklamasıyla arkasından gelen 22 Temmuz'un sonuçlarındaki yüzde 47 TSK'yı yıpratmak isteyenlerin eline verilebilecek bir rastlantıydı. Onun ötesinde bir anlamı olduğunu sanmıyorum.

Siyasetteki bir takım boşluklar mı asker tarafında dolduruluyor? Muhalefetin etkisizliğinden mi kaynaklanıyor? Daha etkin bir muhalefet olsaydı 27 Nisan'a gerek kalmayabilir miydi?

Tabi ki demokrasilerde muhalefet muhalefetlik görevini doğru yaparsa sistem kendi içinde el değiştireceğinden orduların müdahalesine gerek kalmaz.

Uzun vadeli bakınca 28 Şubat döneminde giden iktidar ve 2002 seçimlerinden hemen beş yıl sonrasında gelen iktidarı düşündüğümüz zaman 28 Şubat'ı yine başarılı olarak nitelendirebiliyor muyuz?

Bir müdahalenin başarısına siyasetin el değiştirme biçimi olarak bakmaktansa o müdahalenin şiddetine göre bakmayı tercih ederim. Eğer ki siyasete bir müdahale olacaksa bunun şiddet içeren ve insanlara cezalar veren bir müdahaledense iktidarın el değiştirmesiyle uzun dönemde de başka siyasi partilere yol açmasıyla sonuçlanabilecek bir müdahalenin Türkiye için daha kabul edilebilir olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat müdahale biçimi olarak başarılı ama sonuçları itibarıyla başarısız. Bugün AKP'nin iktidarda oluşunu ben 28 Şubatla açıklamam, 12 Eylül ile açıklarım. 12 Eylül Türkiye'de ibrenin muhafazakarlara doğru dönmesini sağlamış ve sol düşünceyi yok etmiştir. Sağ düşünceyi budayarak gürleşmesine neden olmuş ama sol düşünceyi köklerinden kopartarak yok etmiştir.

TSK'nın onaylanan imajlar üretmede Pentagon kadar bütçe ayırmadığı konu. Bunu Türkiye'de yapmak çok kolay değil parasal anlamda. TSK, ilerleyen dönemlerde böyle bir yapıya geçmesine olasılık veriyor musunuz?

- İletişimin de tanklar toplar tüfekler kadar önemli bir savunma aracı olduğunu fark ettikleri noktada bütün bakış açılarını ve harcamalarını ona göre düzenleyeceklerini düşünüyorum.

Milat 27 Nisan mı?

- Benim kitabımın olmasını tercih ederim.

Demokraside asker de var

Kitapta sözünü ettiğiniz, askerin dil inceliklerine verilecek örnekler var mı?

Yakın zamanda kullandıkları şeyler var. Mesela cevap vermek istemedikleri sorulara son derece nazik bir şekilde başka bir yoldan yanıt verebiliyorlar. Siz ne sorarsanız sorun onlar size Fenerbahçe'nin maçlarından bahsedebiliyorlar. Gerilim ortamında bile üsluplarındaki nezaket hiçbir zaman bozulmuyor, ona çok dikkat sarf ediyorlar. Hatta Türk askerinin nezaketi Avrupa ve ABD askerleri tarafından da fark edilecek kadar göze çarpar bir şey. Türk askerinin özellikle komutanlarla Mehmetçiklerin arasında son derece özel bir bağ var. Her Mehmetçik için komutanı baba ve ağabey gibi görünüyor her komutan için de Mehmetçik nöbetteyken acaba üşüyor mu diye çocuğu yerine düşünebildiği bir şey. Sivil dünyayla askeri dünya birbirinden zıtmış gibi konumlandırılıyor Türkiye'de. Oysa bir ülkede demokrasi varsa asker de o demokrasinin en önemli parçalarından biri asker yoksa demokrasi olamaz ki zaten.

Sözcükler sandığımız kadar masum değildir

ASKERLER yeni iletişim ortamını analiz etmekte güçlük çekiyor olsalar da sözcüklerin değerinin çok farkındalar. Yaptıkları bütün açıklamalarda kullandıkları her sözcüğün özel bir anlam inşa etmek için konduğunu görebiliriz. Bunu hayatın her alanında da sözcükleri kullanırken dikkatli olmak gerektiğine örnek olarak gösterebilirim. Aslında sözcükler sandığımız kadar masum değildir.

Yeni kitap 'Sevgiliyi nasıl elde tutarım'

Bu kitabı rafta gördüğümde bir sonraki kitabımın "Yedi derste sevgilinizi elinizde nasıl tutarsınız" konulu olmasına karar verdim. Daha az yorulacağım ve daha eğlenceli, kolay olacağı kesin.

(Hürriyet - Ankara - Fatih AKTİMUR - 01.01.2008 )