Nuran YILDIZ

MEDYADA

Nuran Yıldız Röportajı - "Üniversitede hoca olmak bilim kurgu filminde oynamak gibi"

Önce Sabah gazetesinde, sonra Haberturk.com’da yazılarını keyifle takip ettiğimiz Nuran Yıldız şimdi de ‘Türkiye’nin tek değişik gazetesi’ sloganıyla yola çıkan Habertürk gazetesinde okurlarıyla buluşuyor. Nuran Yıldız’a akademisyenliğini, köşe yazarlığını ve daha fazlasını sorduk…

Hem gazeteci, hem akademisyensiniz, hatta danışmanlık da var bunların yanında. Hangisi sizin için asıl meslek konumunda? Hangisi size daha çok doyum sağlıyor?

Bir de Ankara Üniversitesi Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü yapıyorum. Hepsinin içinde elbette akademisyenlik asıl işim. Bildiklerimi gençlerle paylaşmak, dünyada ve ülkemizde iletişim alanındaki olup bitenleri onlarla tartışmak inanılmaz bir keyif. Hayat akıp giderken bir yerlerde mezun öğrencilerle karşılaşmak inanılmaz keyifli. Üniversitede hoca olmak bilim kurgu filminde oynamak gibi. Biz her yıl biraz daha yaşlanıyoruz, öğrenciler her yıl aynı yaşta oluyorlar. Onların yaşı değişmiyor. Internet ya da gazete yazılarımın sonrasında eski öğrencilerimden “siz beni hatırlamasınız ama…” diye başlayan e-postalar almak da öyle. Ama köşe yazma konusuna da (gazeteci dememek lazım) haksızlık etmek istemem. Yazmak her zaman heyecanlı bir serüven olmuştur benim için.

Türkiye’de gündem çok hızlı değişiyor ve sizin de bu değişen gündem üzerine çarpıcı analizleriniz var. Tamamen varsayımlar üzerine palavralarla yazanlar da var. Fakat sizin yazılarınızın savunma mekanizması çok güçlü. Akademisyen olmanızın etkisi var mı bunda?

Olmaz mı? Akademiden bakmak konulara hem dışarıdan bakmayı hem de olup biteni sorgulama becerisini sağlıyor. İçinden geçtiğimiz zamanlarda bilginin her yerdeliği herkesin her şeyi bildiği hissini yayıyor. Oysa bu kocaman bir yanılsama. Bir konuda özet cümleler bilmek anlamaya yetmez. Anlamak için tarihsel, toplumsal bir analiz süzgecinden geçirmek gerek. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Mesela herkesin kullandığı klişe bir cümle var: “Her şey çok hızlı değişiyor.” İyi de neden değişiyor? Bu değişim, o değişimi sürükleyen bireyde neleri değiştiriyor ve neden değiştiriyor? Bu sorguları yapıp, yanıtlara ulaşmazsanız değişimin mantığını anlayamazsınız. Anlayamayınca da değişim nehrinin içinde çaresizce sürüklenirsiniz. Benim öğrencilerime vermek istediğim şey bu, değişimi anlama ve onu etkileme. Bunu başararak akıp giden nehrin içinde tutunacak bir ağaç dalı, ya da üzerine çıkabilecekleri bir kaya parçası bulsunlar istiyorum.

Yakınlarda, bir yazınızda “zor hoca” imajınıza rağmen derslerinize yoğun talep olduğunu yazmışsınız. İmaj sizin işiniz. İstediğiniz gibi mi görünüyorsunuz, olduğunuz gibi mi? Diğer taraftan yoğun ilgiye bakılırsa öğrenciler sizden alacakları çok şey olduğunu düşünüyor olmalı. Bu noktada imajınız öğreten-öğrenci ilişkisinde nasıl rol oynuyor?

Kesinlikle olduğum gibi görünüyorum. Başka türlüsü yaşama haksızlık olmaz mı? Olduğunuz gibi görünmek kendinizden ve hayatın içinde duruşunuzdan memnun olmak demek. Hayata hakkını vermek demek. Kendinize güvenmek demek. Tüm bunlar benim için vazgeçilemez şeyler. Zaten imaj kavramı da haksızlık edilen bir kavram. İmaj öyle içi başka dışı başka demek değil ki. Öyle insanların büyüsü çabuk bozulur, inandırıcılık sağlayamazlar. Başka insanları hafife almamak lazım. Öğrencileri de ikiye ayırmak gerek. Bir kısmı kendisini pek sıkıntıya sokmak istemiyor. Ezber derslere yönelip bir an önce üniversiteden mezun olmayı istiyorlar. Onlara kızmıyorum ki eskiden kızardım. Neden bu kadar kolaycı olduklarını anlamazdım. Zamanla hayatın onlara zaten bu yaklaşımlarının karşılığını ona göre verdiğini fark ettim, kızmaktan vazgeçtim. Kolaycıların başarısı rastlantılara bağlı oluyor ya da önemli birinin bir şeyi olmaları gerekiyor. Diğer öğrenci grubu gerçekten öğrenmek isteyen, bunun için de zorlanmayı seçecek cesarete sahip olanlar. Onlar için seçtikleri yol kolay olmuyor ama keyifli oluyor. Kendilerine güvenen bireyler olarak hayatın içinde rol almak istiyorlar. Benim derslerimi seçenler de onlar oluyor genellikle. Tepside sunulanı değil söke söke almayı daha cazip bulanlar…

Öğrencilerinize bakarak Türkiye’ye nasıl bir gelecek öngörürsünüz?

Bu soruya öğrencilerime bakarak yanıt vermek öğrencilerime haksızlık olur.

İlker Başbuğ’un sözleri ile ilgili söylediğiniz “bağırmazsan duyulmuyor” sözlerinizle gündeme geldiniz . Tanklar ve Sözcükler kitabınızda da işaret ettiğiniz bir düşünce mi bu? Askerin bağırabilmesi sizce gücü müdür, hakkı mıdır? Siyasete ve basına ses yükseltilmesinin sınırları nerede başlar?

Bu söz “bağırma”yı kutsayan değil, medyayı eleştiren bir saptamaydı ve haberturk.com’da yazdığım bir analizde kullanmıştım. Tanklar ve Sözcükler, hakkında en çok konuşulan ama en az şey bilinen Türk Ordusunun iletişim analizini yapan bir kitap ve alanındaki ilk çalışma. Bu nedenle kitabımla çok gurur duyuyorum. Çünkü son yıllarda akademi dünyasında daha önce ortaya konan bilgilerin yeniden sisteme sokulması akademik üretimmiş gibi ağırlık kazandı. Oysa yeni bir şey söylemek, çalıştığınız alana katkı yapmak gerekiyor. Ben de her iki kitabımla da bunu yapmaya çalıştım, sanırım da başardım. Bu konuda mütevazı olmak istemiyorum. Çünkü çok zor çalışmalardı. Sorunuza gelince, yalnızca askerin değil hiç kimsenin bağırması bir “güç” değildir, olmamalıdır. Ancak o saptamayı yaptığım ortamı doğru analiz etmeden o cümle anlaşılamaz. O günlerde sistemli bir TSK’yı yıpratma çalışması vardı. Yanlış ve yanlı haberler yapılıyordu. Bu haberlerin yanlışlığını ifade eden onlarca basın açıklaması yayınlanmıştı Genelkurmay sitesinde. Nereden mi biliyorum? Bu alanla ilgilenen bir akademisyen olarak incelediğim web sitelerinden biri de Genelkurmay’ın web sitesidir. Ne yazık ki medyanın geneli bu açıklama ve düzeltmelere yer vermedi. Taa ki Genelkurmay Başkanı sesini yükseltinceye kadar. O olaydan sonra medyanın tavrı değişti. Zaten dikkat ederseniz Tanklar ve Sözcükler kitabımın üst başlığı “Türk ordusunun medya ve siyasette spin etkisi”dir. Üstelik dediğim gibi “bağırmazsan duyulmuyor” bağırmayı kutsayan değil, medyanın tavrını eleştiren bir saptamadır ama kimse bunun üzerinde durmuyor.. Ne hazin değil mi?

Internet gazeteciliği yaptınız. Internet sizce nasıl bir bilgi kaynağı? Internet kullanımının bilginin dağıtılmasına, medyaya nasıl bir etkisi var sizce?

Internet gazeteciliği yapmadım, köşe yazarlığı yaptım. Üstelik dünyanın her yerinden binlerce okurum oldu. Sabah gazetesinde, hem Pazar günleri hem de neredeyse tam sayfaya yakın yazılar yazdım ama asıl haberturk.com yazılarımla okuyucuyla buluştum. Onlarla aramda sıcak ve içten bir yakınlık oluştu. E-postalar gönderdiler, bir kısmını köşeme koydum ama hepsini zamanım olduğunca yanıtladım. Öyle bir noktaya geldik ki okurlarımdan bazıları “Nuran Yıldız okumadan güne başlama, başladıysan da bitirme” şeklinde sloganlar oluşturdular. Şimdilerde gazete yazılarım nedeniyle internet okurlarımla eski sıklıkta buluşamıyorum ama en kısa sürede bunun bir çözümünü bulmak istiyorum.
Ancak Internet ortamını hem bir çöplüğün hem bir hazinenin gizli olduğu vahşi bir ormana benzetiyorum.

Medyayı nasıl takip ediyorsunuz? Özellikle yazılarını takip ettiğiniz yazarlar kimler mesela?

Medyayı yoğun olarak takip ediyorum. Hem iletişim akademisyeni olduğum için hem siyasal iletişimle ilgilendiğim için hem de köşe yazdığım için. Yani her taraftan elim mahkum. Özellikle takip ettiğim yazar Bekir Coşkun, Fatih Altaylı ve Yılmaz Özdil.

Gazete mi alırsınız, interneti mi kullanırsınız medyayı takip ederken?

Gazete alırım. Bekir Coşkun’un bir sözü vardı “bir fırından yeni çıkmış ekmek kokusu bir de gazete kokusu” diye. İşte bu söz beni de tarif ediyor. Ben de dokunmayı, koklamayı tercih eden eski, modası geçmiş insan grubuna dahilim yani..

“Aşk yüzyılı bitti, seks yüzyılı başladı.” başlıklı yazınız çok ilgi çekmişti. Bu yaptığınız analiz, daha çok bizdeki kültürel değişimi özetlemiyor mu? Avrupa’da bu denli bir değişim yaşanmamıştır herhalde, veya onlarda seks yüzyılı çok daha öncelerden başlamıştır…

Bu durum zamanın ruhuyla ilgili. “Her şey ne kadar hızlı” diyoruz ya. İşte o saptamanın başka türlü, başka alanda söylenmiş hali bu. Aşk zaman, özen, yavaşlık, keşif, erotizm demek. Seks ise bunların hiç biri. Hemen, şimdi, sonrayı sonra düşünürüz demek.

Toplumdaki duyarsızlıktan bahsediyorsunuz bazı yazılarınızda. Başlıklara takılıp, ayrıntıları göremediğimizi söylüyorsunuz. Haberlere alakasız, yönlendirme başlıklar atan medyanın da suçu var mı bu konuda? Çözüm ne olabilir?

Çözümü bilinç düzeyi yüksek, farkındalığı, sorgulama becerisi gelişmiş bireylerin sayısını artırmak. Tam da bugünün dayattığı şey, sloganı “kendi işini kendin göreceksin!”

Gazeversite.com’u nasıl buldunuz?

Gençlerin bir araya gelip iyi şeyler yapması, üretmeleri çok anlamlı. Bence iyi bir başlangıç ve düzeyi aşağıya çekmedikçe de önemli bir platform olacağına inandım. Zaten başka türlü düşünsem bu söyleşiyi yapmayı kabul etmezdim. Bu çorbada tuzum olsun istedim. Çok sevdiğim bir dilek vardır: Yolunuz açık olsun.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

(Gazeversite - Furkan Devran - Sami Arpa - 11.03.2009)