Nuran YILDIZ

Radikal İki - Arşiv

Ordu konuşuyor, karizma gidiyor

Ordu ya Coca Cola, Nike gibi bir firma olarak pazarlanmayı seçecek ya da yalnızca kendi işlevlerini yerine getirecek

Belki de ilk kez siyasetin stratejisi ordunun stratejisi karşısında kazanıyor. Çok değil bundan birkaç yıl önce (zaman gerçekten ne kadar da hızlı geçiyor) bir MGK toplantısında Cumhurbaşkanı'yla Başbakan'ın sonucu çok pahalıya mal olan bir "anayasa krizi" yaşamıştık. Krizin hemen ardından, sürekli bir önceki açıklamasını düzeltici açıklamalar yapan bir Başbakan'la, kendini ve makamını hiç savunmaya gerek duymayan, sessiz kalmayı seçen, "suçlanan" bir Cumhurbaşkanı profili algılamıştı bilinçaltılarımız. Yalnızca iki gün sonra yapılan kamuoyu yoklamaları yüzde 90'lar civarında Cumhurbaşkanını haklı bulmuştu. Neredeyse tüm milletçe anayasanın fırlatılması olayında suskun kalan (o günün akşamı yapılan kısa bir açıklamayı saymazsak) Cumhurbaşkanı'nı haklı bulmuş ve neredeyse "fırlatmışsa iyi yapmış, hak etmiştir" noktasında yeminler bile edebilir duruma gelmiştik. Bu aslında iletişimciler için sonuçları açısından incelenmesi gereken çok çarpıcı bir olaydı.
Geçen günlerde özellikle hem 30 Ağustos törenleri hem de ordudaki emeklilik
silsileleri nedeniyle iletişim açısından yine önemli şeyler yaşandı. Günlerdir gazetelerde asker konuşmalı mı, konuşmalıysa emeklisi mi, emekli olmayanı mı konuşmalı, nerde konuşmalı, ne zaman konuşmalı, ne söylemeli konusunda yüzlerce yazı yazıldı, tavlanın strateji oyunu olup olmadığı saçma tartışmaları arasına sıkışmış olsa da oldukça fazla yer tuttu gazetelerde. Emekli generaller ve genel yayın yönetmenleri düellolarına da tanık olduk hep birlikte. Gazetecilerin önemli bir kısmı AKP hükümetine gülücük göndermek için asker konuşmasa iyi olur demeye getirdi, oysa yıllardır askerin konuşması konu sıkıntısı çeken basının imdadına yetişiyor. Büyük olasılık "asker konuşmasa" diye yazarken içlerinden "ah şunu da söyleseydi, bunu da söyleseydi" düşünceleri geçiyor, bu doğal, askerin konuşması birçok ülkede hâlâ önemli haber.
İşte bu tartışmaların arasında asker ya da ordu diyelim, Türkiye tarihinde belki de ilk kez siyasetin, AKP'nin stratejisi karşısında (konjonktürün de yardımıyla) yenilgiye uğruyor. Türkiye'de ordunun tarihsel durumuyla pekiştirdiği karizmatik bir duruşu vardı. Bu karizmatik duruşun önemli kaynaklarından biri Mustafa Kemal'di. Eskiden beri Türkiye'de ordu konuşmazdı. Ordu konuşursa mutlaka önemli şeyler olurdu. Hatta o kadar ki emekli olan paşalardan biri konuştuğunda günlerce tartışılır, satır araları çözülmeye çalışılırdı. Ordu üst kademesi konuşmak için önemli tarihler belirlerdi, diploma törenleri, 30 Ağustos Bayramı, Anıtkabir defteri gibi... Çok kızdıkları zaman bunu belirtmek için mutlaka bir şey söylemekten kendilerini alıkoymadıklarında Hava Kuvvetleri'nin filoları Ankara üzerinde uçar ya da tanklar bir semtten geçerdi. Bu iletişim için sözcükler gerekmezdi, simgeler yeterdi. Ordunun karizması için simgesel söylem neredeyse techizat kadar önemli bir araçtı. Konuşmadığı zaman kafalar bulanır, ordu ne düşünüyor gerilimi doğar, aracılar salınırdı. Bu derin suskunluk ordunun karizmasını perçinler, kurumsal duruşuna güç ve güven kazandırırdı. Aslında bu durumu çözmek Türkiye'nin toplumsal tarih sürecine bakıldığında çok kolay olabilir. Türkiye'de önemli adamların konuşması çok önemli oldu, Osmanlı'da padişahlar değil konuşmak, yüzünü bile göstermez, böylece zihinsel/bedensel yetenekleri ne olursa olsun bir "sultanlar sultanı" efsanesi deli padişahlar için bile kolayca yayılabilirdi. Ya da padişahlara kadar gitmeden, bugün halâ birçok ailede evin büyüğünün küçüklere söyleyecekleri varsa "yüzgöz olmak" yerine aracı kullanarak (çoğunlukla evin annesi aracılığıyla) iletir söyleyeceklerini. Söz gümüşse sükut hâlâ altındır ya da ağır olunduğunda molla denme olasılığı konuşulduğunda yetenek fakirliğinin görülmesinden daha tercih edilebilir değil midir?

Ordunun seçimi

Bugün AKP, arkasına AB desteğini de alarak yaptığı düzenlemelerle bakışları
orduya çeviriyor. Ama artık kimse ordu ne düşünüyor diye meraklanıp kafa yormuyor, çünkü nasılsa birileri konuşuyor, birileri konuşanı yalanlıyor, ordu adına kimlerin konuşabileceği sıralanıyor ve ordu karizmasında yitirmeye devam ediyor. Irak konusundaki tezkere çıkmazında bile AKP kendini çekip orduyu karmaşanın içinde gösterebiliyor ve her defasında Başbakan Erdoğan'ın bunu gerçekten stratejik olarak mı yoksa rastlantılarla mı başardığını anlamak için çaba sarfediyorum ama anlayamıyorum.
Genelkurmay Başkanı'nın 30 Ağustos törenleri nedeniyle yaptığı konuşmada altı çizilen "yeni dünyada artık kanın, barut kokusunun yerini bilgi ve itidal almaktadır" sözleri çok önemli. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de (belki diğer ülkelerden daha çok) gelişmenin ve yeniliğin öncüsü ordudur. Ancak bilgi yalnızca askeri ve teknolojik alanlarda değil her alanda iyi yönetilebilmeli. Düzenin (teknoloji, ekonomi ve bunların ortak noktası medyanın) orduyu getirdiği bir yol ayrımı var; ya Coca Cola, Nike gibi bir firma olarak pazarlanmayı seçecek ya da ticari bir kurum olarak algılanma yerine yalnızca kendi işlevlerini yerine getirecek. Birinci seçeneğin tercih edileceği günler de kaçınılmaz olarak gelecek, ancak bugün ordunun Türkiye'nin tarihsel ve toplumsal koşullarını değerlendirdiğinde ne zaman, nasıl, kimin ne söyleyeceğini sürekli hazırda tutarak sessizliğe bürünmesi en önemli strateji. Belki de böylece AKP'nin orduyu çekmeye çalıştığı konuşma ve yıpranma stratejisini bozarak yeniden strateji oyununda kazanma olasılığı olabilecek.

(Radikal İki 07.09.2003)