Nuran YILDIZ

Radikal İki - Arşiv

Türkiye'nin iletişim çıkmazı

"Onaylanan imaj"a sahip olanlar artık orada rahat, hakim ve saygı duyulan kimliğe öylesine kapılırlar ki mirastan yeme noktasına gelirler

Kimse Galatasaray'ın futbola koyduğu yeni hedeflere ve futbola getirdiği "kendine güven"e bir şey söyleyemez. Kimse Fatih Terim'in teknik adamlığına bir şey söyleyemeyeceği gibi, UEFA kupasını getirmedeki yetenek ve becerilerini son dönemde yitirdiğini de söyleyemez, bir teknik adam iyiyse iyidir ya da kötüye gidiyorsa bu kadar çabuk olmaz. Öyleyse Fatih Terim'i ve dolayısıyla Galatasaray'ı yiyip bitiren ne?
Söylendiği ve sıkça da yazıldığı gibi Galatasaray'ın kasasının boşalmış olması mı? Oysa Galatasaray'ın en büyük başarılara koştuğu dönemde de Real Madrid'in Ronaldo'suna, Beckham'ına değer fiyatta dünya starları yoktu ki. Galatasaray eskimiş ya da kırpılmış yıldızlardan ya da GS'da oynamak fikrine alışamamış yeni yıldızcıklardan yıldızlar yaratan bir ekipti. Ekonomik durumu bir yana, hırsları, stratejileri olan bir lider/teknik adamı, Fatih Terim'i ve onun hedeflerine kanalize olmuş, harcı iyi yoğrulmuş bir ekibi vardı. İnanılacak bir hedef ve inandıracak bir teknik adam vardı. Şimdi yok. Bu yokluğun ipuçlarını görebilmek için inişin başladığı dönemlerdeki Terim'in birkaç basın toplantısına bakmak yeterli olacak. İki yıl önce Terim'i bekleyen en büyük tehlikenin "imaj şişmesi" olduğunu söylemiş ve yazmıştım. İşi doğrudan iletişim yönetmek olmayanlar bu kavramın ne demek olduğunu bilemeyebilirler. İmaj şişmesi, kamuoyu tarafından ya da hedef kitle tarafından "onaylanan", "olumlanan" imaja sahip olan tüm kurum ve kişileri bekleyen tehlikedir. "Onaylanan imaj"a sahip olanlar artık orada rahat, hakim ve saygı duyulan kimliğe öylesine kapılırlar ki mirastan yeme noktasına gelirler. Oysa en zor olan, olumlu imajı zihinlerde tutundurmayı sürdürmektir.
Bugünlerde Beckham'ın da bocalama nedeni budur. Ancak onun iletişim yöneticileri tehlikeyi görüp savuşturacak beceriye sahip gibi görünüyor. Star olma yolunda ilerlerken geri dönen İlhan Mansız'ın durumu bunlara hiç benzemiyor. Çünkü o henüz imaj oluşumunda istenen doygun noktaya gelemeden inişe geçmiş görünüyor. Tuncay'ı bekleyen tehlike de bu.

Tayyip Erdoğan'ı bekleyen

Aslında temel sorun futbol sahasından başlayarak tüm Türkiye için geçerli. Terim'i bir teknik adam olarak lider yapan şey futbol becerisinin yanı sıra kamuoyu ile iletişimi ciddiye almış olmasıydı. Ne zaman ki imajında şişme başladı o zaman, iletişimsel kararları da kendisi vermeye ve dolayısıyla da rasyonel kararların yerini çoğu kez, özellikle de medya önünde duygusal kararlar almaya başladı. Sinirli görüntüler vermeye başladı, oysa iyi bilinir ki kızmak, çabuk sinirlenmek kendine güvensizliğin temel görüntüsüdür liderlikte. Kendine güvenmeyen bir lider/teknik adama da ne ekibi ne de militan taraftarı dışında kalan taraftarları güvenir. Tayyip Erdoğan'ı da yerel seçimler sonrası bekleyen en büyük tehlike bu değil mi? Aslında en çok iletişimi yönetilmesi gereken kişiler başarılı olanlardır, en çok iletişimin yönetilmeye gereksinim duyulduğu zaman da zirvedeki zamandır. Bu ülke insanının temel sıkıntısı da içi ve altı boş kendine duyulan sınırsız güven değil midir?
Sporda, siyasette, ticarette (bu sonuncular daha akıllı davransalar da) önemli adamlarımız o kadar çok şey bilirler ki, bu nedenle önemlidirler ve başarıyı bu nedenle yakalamışlardır, akıl almaya, öğrenmeye gerek duymazlar. Oysa başarıların genellikle kendileriyle değil, iyi rastlantılar
ve doğru zamanda doğru öyküden geçmekle ilgili olduğu akıllarına bile gelmez. Kendisi gibilerin çok olduğu kalabalıklar içinde farklılaşmayı sürdürecek iletişimin yönetimi akla gelmeyeceği gibi, zirveye varıldığında ilk üzeri çizilecek olan da iletişimin kendisidir.
Özellikle spor kulüplerinin durumu iletişimsel facialar yumağıdır. Fatih Terim en önemli, en gerçek, en somut iletişimsel örnek olduğu için yukarıda söze onunla başlandı. Ama onun ötesinde Gençlerbirliği'ne bakın, yıldız fabrikası gibi çalışan, ortalamanın üzerinde ulusal ve uluslararası başarılara sahip olmasına rağmen seyirci sıkıntısı çekiyor. Beşiktaş'ın iletişimi Başkan Serdar Bilgili'nin iletişimi dışında bir şey ifade etmiyor ve boş sahalara oynuyor. Ya Fenerbahçe? O krizsiz yaşayamayan bir takım olmaya öyle alışmış ki, iletişimsel krizler dışında hayata bakışı yok. Dünyanın en iyi futbolcularını getiriyor, neredeyse getirmediği teknik adam kalmadığı için Daum'a dönüyor ama sorunlar hiç değişmiyor, bırakın kamuoyu ile iletişimi kendi içinde kördüğüm bir iletişim krizi yaşıyor, daha doğrusu kriz normalleşiyor.

Vermeden mi kurtulayım?

Hep olduğu gibi, bu ülkede hep yaşandığı gibi, en kolay, en yakındaki mazeretleri bulup, öylece kalıyoruz. Bir türlü ilerleyemeyişin nedeni de bu değil mi? Terim'in krizine bakıyoruz ekonomik kriz deyip geçiyoruz, oysa ekonomik kriz aşılsa GS başarıdan başarıya mı koşacak? Gençlerbirliği'nin boş tribünlere oynamasının nedeni futbola ilgi duymayan Ankaralı mı gerçekten? Beşiktaş'ın tenha tribünlere oynaması açık ara puanla önde olması mı? Bu kadar kolay bir gerekçe bulmak neredeyse komik değil mi? Futbol özünde bir gösteri sporu ise, önde olan takımın göstere göstere oynaması taraftarın ilgisini çekmez miydi? Fenerbahçe yaşadığı krizleri medyanın tutumuna bağlayıp çözüm olarak FB TV'yi kurarak mı krizi aşabilecek? Bu kolaycılık taktiksel bir bütünün içinde anlamlı değilse ne anlama gelecek?
Futboldaki bu iletişimsizlik fotoğrafından giderek Türkiye'ye ve insanlarına dair çıkarımlar yapmak çok kolay aslında. Sosyaldemokrasiyi içinden çıkılmaz duruma getirmiş olan sol partilerin durumu iletişimi ciddiye almamakla ilgili değil mi? AB ile ilgili yasaları topluma uygunlaştırmakta olan ya da Kıbrıs konusunda "vereyim kurtulayım mı?" yoksa "vermeden mi kurtulayım?" tartışmaları arasına sıkışmış olan bir ülkenin yöneticilerine kamuoyunu anımsatanın bir Batılı olmasına ne demeli? Bizim her şeyi bilen önemli kişilerimize neyi bilip neyi bilmediğini iyi bilen Batılı örneği Prodi'nin "iyi de mesele yalnızca yasalar değil ki, AB ülkelerinin kamuoyuna dönük halkla ilişkiler çalışması yapmanız gerekiyor" önerisine ne demeli? Gerçek karar verici olan AB ülkeleri insanlarının Türkiye'yi isteyip istemediğini biz umursamazken, AB Türkiye'de kendi iletişim ofislerini açıyor. Bu bir yana biz hâlâ ülkenin markalaşma sürecini turistik bölgelerdeki yatak sayısı rezervasyonlarına bağlamaktan öteye gidebilmiş değiliz.
Özetle Terim'den FB TV'ye futbolda gördüğümüz kriz Türkiye'nin iletişimsel çıkmazlarını o kadar iyi özetliyor ki, kimse farkında değil (mi?).

(Radikal İki 02.08.2004)