Nuran YILDIZ

Radikal İki - Arşiv

Gazeteci ve askerin bilgilendirmesi

Türk Silahlı Kuvvetleri, kabul edelim etmeyelim çeşitli brifinglerle biz sivillerin dikkatini çekmeye devam ediyor. Öncelikle siyasilerin dikkatini çekiyor

İlginç bir şekilde bu ülkede kuruluşundan bu yana roller çoğumuzun da bildiği gibi ters işliyor: Başkalarında halk demokrasiyi yönetime karşı ayaklanarak kazanırken burada demokrasiyi yönetenler sunuyor. Cumhuriyet halkın değil, yönetenin çizdiği bir model oluyor. Başka ülkelerin tek partisi iktidardayken şiddet, baskı, sansürle orada kalmanın yollarını arıyor, burada ise çok partili sistem denemelerine tek parti yol açıyor. Başka ülkelerde laikliği zedeleyecek en küçük girişimde halk sokağa dökülürken burada laik sistemi zedeleyebilecek yasak Kuran kurslarına yasal izin çıkıyor, "gık" çıkmıyor.
O ülkelerde yasama, yürütme, yargının bağımsız üç ayrı güç olması sağlamlaştırılırken burada yargının bağımlılaştırılması söz konusu olabiliyor. Onlarda ana muhalefet iktidar partisini seçime götürmek için
elinden gelen politik oyunları sahneye koyarken burada ana muhalefet "yanlış anlaşılmasın erken seçim istemiyoruz" diyebiliyor. (Sosyolojik ve tarihi analizleri yok saymayarak) sizlerin de katkısıyla bu ters rollerin listesi çok daha uzayıp gider.

Bu kez farklı

Aslında demek istediğim çok başka. Demek istediğim, Türkiye'de siyasetin, gazeteciliğin ve ordunun bilgilendirme bağlamında oynadığı rollerin karmaşası. Bu konuda yazma kararsızlığım Yıldırım Türker'in geçen pazar yazısıyla karara dönüştü. Sayın Türker TSK'nın terör brifinginde medyaya "gözdağı" verildiğini yazmıştı.
İki yıl önce bu sayfalarda "Ordu konuşuyor, karizma gidiyor" başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Bu yazıda yine ordunun konuşmasından söz edeceğim ama bu kez kaotik bir konuşma tarzında değil, düzenli bir bilgilendirme üzerinde duracağım. Kanımca Türkiye'de ordu-toplum ilişkisini
analiz edenlerin bir kısmı bazı şeyleri gözden kaçırıyor. Bu ilişkiyi antimilitarist bir bakış açısından yorumlarken haklı olarak yeterince nesnel olunamıyor.
TSK kamuoyunu bilgilendirme toplantılarından sonuncusunu "terör değerlendirmesi" başlığında yaptı. Bütün bilgilendirme toplantılarının tam metnini internet sitelerinde yayınlıyorlar. Sonuncusunu okudum ve gördüm ki her sözcüğün değerini gramaj hesabıyla yapmışlar. Aziz Nesin'in dediği gibi ağızlarına geleni değil, kendi konularında akıllarına geleni özenle söylemişler. Terörle mücadelenin elbette silahlı kuvvetlerin görevi olduğunu söylerken dikkatli bir üslupla "ama" demişler, "bu tek başına yeterli değil, işsizlik ve eğitim sorununa da çözümler bulunmalı." Brifinge katılan bir arkadaşımın gözlemlediği üç şey, ama en çok da üçüncüsü beni oldukça etkiledi.
Birincisi, Org. Başbuğ toplantıya başlarken ve bitirirken yanlış anlamalar olmaması için anlaşılmayan her noktanın sorulmasını tekrar tekrar anımsatmış. Yuvarlak sözlerin, her şeyin söylenir gibi yapılıp hiçbir şeyin söylenmediği zamanların altın çağında, ordunun tepesinden bu netlik... İkincisi, terör örgütüne son zamanlarda katılıp da suç işlememiş olanların kazanılması için "bir şeyler yapılabilir mi değerlendirmek lazım" demiş. Ne genel aftan ne de kesin bir çözümden söz etmiş, yalnızca dikkatleri bir noktaya çekmiş.
Üçüncüsü ise en çarpıcı olanı. Konuşması bitince bir soru üzerine diyor ki Org. Başbuğ "belki bir ya da iki cümleye off the record diyebilirdim ama nasılsa işe yaramayacaktı.." Arkadaşım bu cümleyi söyler söylemez brifingle ilgili tüm haberlere baktım değerlendirmelerde bu cümleye rastlamadım. Bana göre bu cümle Türkiye'de gazeteciliğin nasıl algılandığını gösteriyor. Meslek örgütlerinin yıl dönümlerinde yaptıkları hamasi metinler dışında neler yapıp yapmadıklarını, gazeteciliğin acımasız rekabeti içerisinde nelerden vazgeçildiğinin çarpıcı örneği. Tüm iletişim örgütlenmelerinin bu cümle üzerine kafa yorması gerekmez mi? Brifinge katılan gazetecilerin kafalarındaki en büyük soru işareti bu cümle olmalı bana göre. Bu cümle "deve kuşu kompleksi"yle yaklaşılamayacak kadar ciddi bir cümledir. Eğer okurun haber kaynağının güveni kaybedilirse, cinsellik ve estetik haberleri dışında yazacak bir şey bulunamaz. Derslerde öğrencilere etikten söz ederken "iyi de hocam bu etikle sektörde kim bize iş verir?" sorularından yara almasak olmaz mı?

Farklı olmayan görüşler

Bence TSK kabul edelim etmeyelim çeşitli brifinglerle biz sivillerin dikkatini çekmeye devam ediyor. Öncelikle siyasilerin dikkatini çekiyor. Onların bıraktığı tüm bilgi boşluklarını dolduruyor (kimileri muhalefetin boşluğunu dolduruyor dese de, o da mümkün). Kasım 2004'de verilen brifingi hatırlayın. AB Komisyonu'nun içinde defalarca "azınlık" sözcüğünün geçtiği raporların açıklandığı 6 Ekim'den neredeyse tam bir ay sonra azınlık konusunun nasıl değerlendirilmesi gerektiği anlatılmıştı TSK tarafından. Bu yapılırken kendi sorumluluk alanlarında durduklarını da söylemişlerdi. Ardından Fransa da azınlık konusunda benzer bir açıklama yapmıştı. TSK bu konuda ciddi bir bilgilendirmenin yapılmasını bir ay beklemiş, çeşitli toplum kesimleri de zaman geçmeden Türkiye'nin olmazsa olmazlarının ortaya konduğu siyasi bir açıklamayı beklemişti. Ancak bu brifingin sonrasında Dışişleri Bakanı "bu konudaki görüşlerimiz TSK'dan farklı değil" demişti de kamuoyu da bilgilenmiş olmuştu. Kimi önemli köşe yazarları da ülkenin tutumu konusunda bilgi açığını kapattığı için TSK'ya övgü düzmüştü.
Ülkede her gün terör olayları olurken, asker sivil insanlar ölürken yine tespitler, öneriler içeren Hükümetin görüşünü, duruşunu belirten derli toplu bir bilgilendirme ne Hükümet'ten ne de İçişleri Bakanlığı'ndan gelmedi. (Başbakanlık sözcüsü Akif Beki'ye de razıydık, olmadı.) Hükümetin terör demeçleri de ancak TSK brifinginden sonra geldi.
Belki de bir şekilde bilgi açığının kapanması açığı kapatanın kim olduğu durumunu geri plana ittiğinden, başlarda "demokratik ülkelerde asker açıklama yapmaz" diyenler, başka "bilgi" veren olmadığı için bu durumu kabullenmişti. Askerin açıklama yapmadığı ülkelerin benzemez koşulları bir yana, o ülkelerde siyaset boşluk bırakmaz, toplumsa sorunlarına sahip çıkar. Üstelik hızlı tren kazasından sonra soru soran gazeteciye "haddini bil" diyen bir siyasetçiyle "her şeyi sorun ki yanlış anlama olmasın" diyen askerler.. İşte bu da bir ters replik dağılımı...
TSK bu son brifingle gazetecilerin ve gazetecilik meslek kuruluşlarının da dikkatini çekiyor. İyi niyetle yapıldığı düşünülen terör haberlerinin nasıl sonuçlar doğurduğunu, gazetecinin toplumsal sorumluluğunu (bu sorumluluk olmalı mı sorusuna ABD gazeteciler yüzde 85 oranında olmalı yanıtını verdiğine göre bizim gazetecilerimizin daha aşağıda bir orana sahip olduklarını sanmam) hatırlatıyor. "Off the record" kavramını yeniden gündeme getiriyor. Elbette kimileri meslek kuruluşlarının dikkatini çekmeyi ya da gazetecilere hatırlatma yapmayı "gözdağı" olarak okuyabilir bu da bir bakış açısı ama sorun çözücü değil. Ama bildiğim hatırlatmayla gözdağı arasında iki büyük fark var birincisi üslup, ikincisi de tehdit. Brifinge katılan gazeteci arkadaşlarım üslubun gözdağı algılamasına yol açamayacak kadar nazik ve özenli olduğunu tehdit olarak algılanabilecek bir imanın da olmadığını belirtiyorlar.
TSK son yıllarda güvenlikle yakından ya da uzaktan ilişkili tüm konularda "think-thank" kuruluşu gibi çalışıyor. Böylelikle kabul edelim ya da etmeyelim TSK kendisini eleştirenlerin de bilgi açığını kapatıyor bunu yaparken de tek bir silah kullanıyor: Sözcükler...

(Radikal İki 31.07.2005)