Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Büyükelçi Wilson ABD'yi uyarmalı

ABD Büyükelçisi Ross Wilson kendisini sıkıntıya sokan, ABD'nin resmi söylemini yineledi: 'Daha önce de pekçok kez söyledikleri gibi PKK sorununa karşı en doğru yaklaşımın, birden fazla noktanın ele alınacağı kompleks bir yaklaşım olduğunu, Irak, Türkiye ve ABD arasında bulunacak bir çözümün, bu sorunda tek taraflı bir eylemden çok daha faydalı olacağını' belirtti.
Sanki alay eder gibi... Evet, daha önce de ABD Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı da aynı şeyi defalarca söylemişlerdi.
Wilson, Türkiye'ye dönük resmi söylemlerini yeniden gözden geçirmeleri için kendi ülkesini uyarsa diyorum. Elçisini inandırıcılıktan bu kadar uzak bir noktaya ittiği için ABD'ye 'bana bunu yapmayın' demek de kendisine düşüyor. Belli ki Beyaz Saray'ın iletişim stratejisti David Gergen'in geçen yıl ölümünden doğan boşluk doldurulamamış henüz. Çünkü bu ülkenin PKK konusundaki tavrı, Türkiye ile ilgili hafızasında kalanı da, planlarını da gizlemeye artık yetmiyor.
Büyükelçi 'kişisel olarak' üzüntülüymüş, bildiğim kadarıyla diplomaside kişisel üzüntünün değeri yoktur. Elçilerin üzüntüsü ancak kurumsal olursa anlamlı değil midir?

Aklımda kalan

Onlarca şehit cenazesi... Şehit cenazelerini izlerken içim sızlıyor diye zaplamak yerine inadına orada kalıyorum; acının paylaşılamazlığını bile bile paylaşmak için... Yabancılaşmamak için... Susan Sontag'ın izleyici ile medya arasındaki mesafeyi ortaya koyan "Başkalarının acısını izlerken hissettiklerimizle kendi acımızda hissettiğimiz aynı olamaz" saptamasını da, Hasan Pulur'un 31 Ocak 1999'da, "Hiçbir devlet ülkenin bölünmezliği için süren bir mücadelenin öyküsünü milletine duyurmamakta bu kadar becerikli olamaz" saptamasını da aklımda tutuyorum.

Biri bana da anlatsın

Beyaz ve Kadir Çöpdemir bazen aksasa da iyi bir elektrik yakalamış. Pozitif elektrik dediğimiz uyum, birlikte çalışanlar arasında olmazsa olmaz. 'Biri Bana Anlatsın' programıyla, NTV'nin imajına ne oldu bilmem ama, NTV imajının Beyaz ve Kadir Çöpdemir'e transfer edildiği kesin.
'Biri Bana Anlatsın' bol konuklu, espri serpintili ve 'hafif' konu başlıklarıyla bir yaz programı olsa da, aslında kış programlarının karikatürize edilmiş şekli. Yüzeysel, hareketli, uçucu... Beyaz'ın geçen programda söylediği gibi 'vır vır programı'. Konuklar bir masa etrafında, ama konular dünyayı kurtaracak türden değil. Konuk çokluğundan sohbet de yok aslında. Kimin ne dediğinin önemi de, kimsenin kimseyi dinlediği de yok. Herkes içi boşaltılmış bir gösteri için orda; gözleri meşgul etmek için, zihinleri değil. Tam bir yaz programı diyeceğim, değil; kış programları da degil.
Öyle de... Beyaz gibi hayata dair dertleri olan bir adamın bunca yıl sürdürdüğü 'sohbetimizi yapalım, dalgamıza bakalım' anlayışını yazın da sürdürmesini anlamış değilim. 'Dönemim kapanıyor' telaşı olmasın sakın? Her defasında kendini ikna etme yolunu bir şekilde buluyor olmalı, NTV'de olmak gibi...
İyi de kimsenin kimseye bir şey anlatmadığı bu programın iki sunucusu da konuklara bakıp 'ben burada ne arıyorum' diye düşünmüyor mu acaba? Biri bana da anlatsın..

Zerrin Özer'i dinlemek lazım

Zerrin Özer de kitap yazmış: Bir Sarışın Küçük Kız. Kızgınlıklarını yazıp, kızgın olduğu insanlar hakkında içini dökmüş. Kimi onu öfkeli bulmuş, kimiyse sevimsiz... Kitabının adında iç dünyasını ortaya koymuş oysa.
O gerçek bir sarışın değildi ama 'sarışın küçük kız'dı hâlâ. Etrafı yakıp yıkacak kadar kızgın... Aslında kızgınlığı kendineydi, kimseye değil. Kendisiyle hesaplaşmasının çevreye verdiği zarar onun karakteri sanıldı. Diyelim ki karakteriydi.. Diyelim ki iletişimini yönetmekte başarısızdı. Gözlerinizi kapatıp onun sesini dinleyin; plaktan, kasetten, cd'den değil, zihninizden.. Bu yürek vurucu sesin ve yorumun sahibi varsayın ki huysuzdu... O huysuzluğun üstesinden gelmek mümkün değil miydi? Küçük, köhne barlarda bile dinlemeyeceğiniz onca popçunun kaprisinden, huysuzluğundan daha mı çekilmezdi Zerrin Özer? 1980'lerin sonunda söylediği 'bırak ellerimi', 'dünya tatlısı' şarkılarıyla çınlamıyor mu kulaklarınız? Yaşadıklarıyla baş edemeyişine kızgınlığını dizginlemeksizin savrulduğu için, son 15 yılda daha iyi bir Zerrin Özer dinleyemediysek eğer kulaklarımızın bu mahrum bırakılmışlığından onu o kuyudan çıkarmayanlar da sorumlu değil mi? Zerrin Özer'i anlıyorum. Yüksek IQ'lu yaramaz çocuklar gibi, güzel sesli hırçın kadın. O da anlasın ki, gerçekte koyu saçlı olan küçük kız artık büyümeli. Kendisiyle ve kızdıklarıyla barışıp, yaralarını sarmalı. Çabuk ol Zerrin Özer. Çünkü bu ses çoraklığında seni yeniden dinlemek lazım.

Turkcell'in iletişiminde yeni dönem

Turkcell kurumsal iletişiminin ilk döneminde lansmana yoğunlaşmış, ikinci dönemde kurumsal değerlerini yerleştirmeyi hedeflemişti. Şimdi üçüncü dönem başlıyor; markasını gençleştiriyor. Minik 'selocan'larla yapıyor bunu. Yüz yıllık markalara bakınca Turkcell çok yaşlı sayılmasa da, rakiplerin daha yeni oluşu ve devlerin piyasaya girişiyle markanın kapsadığı alanı yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissetmiş olmalı. Daha renkli, daha genç bir marka olarak konumluyor kendini. Üstelik bunu yaparken yüksek indirim oranlarını devreye sokarak bir süredir küstürdüğü müşterisinin de gönlünü almaya çalışıyor. 'Marka sadakati yaratmak' yeni rakipler karşısında tutunmanın kolaylaştırıcısıdır. Çoğu zaman markayı yaratmaktan daha zor olan 'sadakatini' yaratmaktır. Uzun, emek ve titizlik isteyen bir iş. Markaların ömrünün gittikçe kısaldığı bir zamandan geçiyoruz. Her şeyin sürekli akıp gitmesiyle, değişmesiyle markalar da akıntıya kapılıyor. Kalıcı olmak, tutunmak isteyen markaların hem kendisini hem de tüketiciyi 'değişim' ve 'genç kalma' anlayışıyla buluşturması gerek. Coca-cola yıllardır bunu -üstelik küresel ölçekte- başarıyor, sonuçta marka değeri sahip olduğu diğer varlıkların değerinden daha büyük.
Markaya dönük her strateji değişikliğinde zamanın nabzını tutmak da çok önemli. Turkcell yeni kampanyasıyla ilk ve büyük olma mirasının bu dönemde artık yetmeyeceğini fark etmiş görünüyor. Bu kez kurumsal değerlerini anlatmayı bir kenara bırakıp cep telefonunun işlevine, yaşamımıza getirdiklerine vurgu yapıyor. İyi de yapıyor.
Her ne kadar 'Turkcell'le hayata bağlan' sloganı Nokia'nın 'connecting people' sloganını anımsatsa da, annebaba olarak zihnimize yerleşen ana karakterleri patron-çalışan ilişkisine dönmüşse de olur o kadar...

(Sabah Gazetesi 23.07.2006)