Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Başbakan'ın 'beyninin yarısı'

Cüneyt Zapsu Başbakan'ın beyninin yarısıymış. Ömer Çelik diğer yarısı, Ahmet Davutoğlu diğer yarısı, Mücahit Arslan diğer yarısı, Egemen Bağış da diğer yarısı. Tam bir beyin enflasyonu. Böyle bir durumda zaman zaman Başbakan'ın kafasının karışması normal.
Başbakan'ın ayaküstü bir konuşmasında danışmanının büyükelçilerle görüşmesi hakkında 'partimle, benimle alakalı bir konu' demesi de bundan olabilir.
Danışmanlara 'beynin yarısı' demek fazlaca değer atfetmek, Başbakan'ın beynine de haksızlık etmek olmuyor mu? Danışmanların görevi beyni paylaşmak değil, bilgi servisi yapmaktır. Başbakan'a ülke yönetmenin parti yönetmekten farkını anlatmaktır.
Yine de danışmanlarından özür dileyerek bu ikisi arasındaki farkı hatırlatalım:
Partisini yöneten lider kısa dönemli, ülkesini yöneten uzun dönemli ilişkilere odaklanır.
Partisini yöneten liderin ayaküstü ettiği lafların riski partisini, ülkesini yönetenin sözleri ülkesini bağlar.
Partisini yöneten lider danışmanların yarattığı krizi çözer, ülkesini yöneten liderin danışmanları ise yaratılan krizi çözer.
Bu nedenle de partisini yöneten lidere 'siyasetçi', ülkesini yöneten lidere 'devlet adamı' denir.
Sahi son danışman krizi yine gelip Gül-Erdoğan ilişkisine dayandı. 'Başbakan'la Dışişleri Bakanı'nın ilişkisi sorunsuz değildir' yazdığımda 'bir bardak s uda fırtına kopardığımı' söyleyenlerin bardağı epeyce büyükmüş demek ki. Türkiye'de danışmanlarla çalışmak üzerine de yazmak lazım sanırım.

Star'ın 'popçu'dan farkı

Her zaman imaj danışmanının acemisinden korkmuşumdur. Onlar kılık kıyafete takılmayı, gündemde kalmak için soytarılığın bin çeşidine kafa yormayı iş yapmak sanır.
Popçular acemi imaj danışmanları için bulunmaz müşteridir. Onları kılıktan kılığa, ilişkiden ilişkiye sokabilirsin. Medya önüne de itiverirsin olur biter. Alan razı, veren razı, buna söyleyecek lafım yok. Ama iş " star " ların medya maymununa dönüştürülmesine gelince canım sıkılıyor. Çünkü "star"ın geldiği yer herkesin imrendiği yerdir.
Mahzar Alanson'u Kuzuların Sessizliği 'ndeki Hannibal kıyafetinde gördüğümde bunu ona kimin yaptığını düşündüm. Müzik tarihimizin en önemli gruplarından birinin üyesinin, müziğin starının medyada yer almak için taklalar atması gerekmiyordu ki. Her dakika medyada da olması gerekmiyordu. Alanson'un başına gelen yalnızca eş durumuyla açıklanamaz. O kimse eşi ya da başkası, olsa olsa bir starla popçu arasındaki farkı bilmeyen acemi bir imaj danışmanıdır.

İTO'nun meselesi Mercedes mi?

İTO Türkiye'nin en büyük odası. Aynı zamanda en sancılı odası. Yeni yönetimin seçilmesi süreciyle başlayan bir sancı bu. Bir yanda bir türlü kurumsallaşamayan, yöneticilere bağımlılık sorunu, diğer yanda oda seçimlerine doğrudan müdahalenin sonuçları. Kişilere bağımlı olduğunu bildiğiniz bir odada hem de seçimden bir gece önce kimin başkan olacağını söylediğinizde akışı bozmuşsunuz demektir. İTO gibi dev bir yapıda bu bozumun rahatsızlığı alttan alta yayılır. İbrahim Çağlar yerine Murat Yalçıntaş'ı aday göstermek, her ikisine de haksızlık etmek değil mi?
Genç, başarılı bir iş adamı olan Yalçıntaş yeni bir yönetici tipi olabilir ama ticaret odaları duvarı kalın yerlerdir. İletişim yönetimi kitaplarında yazar; kimin seçileceğine karar vermek, kimin yöneteceğine de karar vermek anlamına gelmez.
Öyleyse İTO yönetimindeki yumruklaşma Mercedes alımına indirgenemez. Olan iktidar kavgasıdır ve bundan kimlerin sorumlu olduğu da bellidir.

Axess Kızı'nın başına gelen

Sevimli, cici ve güzel kızların başına gelenlerden "Axess kızı" da nasibini aldı. Özgü Namal o kadar güzel, tatlı ve sevimli bir Axess kızıydı ki, onu seyretmekten ne dediğini dinleyen olmadı.
Axess de durumu farketmiş olmalı. Televizyon reklamlarında "teknopuan" mesajını daha sıradan insanların ağzından vermeye başladı. Gazete ilanlarında Axess kızının yeri küçüldü. Ekonominin realitesi sevimli güzelliğe tercih edildi.
Gerçekten de güzel ve cici kızların anlattıklarını dinleyen kaç kişi oluyor acaba? Olsa olsa gözlerinin içine bakıp dinleme taklidi yapılıyordur. Oysa onların da söyleyecekleri vardır mutlaka.

Mordoch'ın getiremeyecekleri

Murdoch'ın TGRT'yi almasıyla daha fazla bilgi, daha fazla basın özgürlüğü, daha çok çeşit bekleyenler yanılıyor. ABD'nin muhafazakarı, ülke çıkarları konusunda Türkiye'nin muhafazakarından daha katıdır. Murdoch da öyledir.
ABD medyasını özgür sananlar da yanılıyor. Orası görünmez kuralların hüküm sürdüğü bir ülke. Medyanın özgürlük sınırları "refah ülkesi", "süper güç", "Amerikan rüyası" imajlarına hizmetin sınırlarıyla belirlenir.
Evet, ABD'de sansür pek kullanılan bir sözcük değil. Ama oto-sansür büyük bir eylem. "Amerikan rüyası"nı desteklemeyen filmlerin çekilmesi, birkaç film dışında (Oliver Stone filmleri gibi) olanaksızdır. ABD'yi iyi, geri kalanı sorunlu göstermeyen programlar yok denilecek kadar azdır. Daha çok bilgi, daha çok özgürlük ideali yoktur. Murdoch da olmayan şeyleri getiremez.
Beyaz Saray'ın stratejisti Thomas BARNETT 2004'de yayınlanan Pentagon'un Yeni Yol Haritası kitabında, Türkiye'yi küreselleşmeyle entegrasyonda "sınır ülkeler" arasına koymuştu.
Murdoch'ın TGRT'yi almasını, küresel ekonominin uzantısı gibi iyimser bir bakışla değerlendirmek yerine "ABD politikaları nasıl üretilir?" sorusunun gizli kodlarını çözmek için analiz etmek gerek. Çünkü milliyetçiliğin yükseldiği bu dönemde, doğrudan ABD'nin denetiminde bir imaj oluşturucumuz daha oldu.

Aklımda kalan

CHP Genel Başkanı'nı Sivas'ta MHP'lilerin karşılaması. Sayın Deniz Baykal'ın politikalarını sahiplenenlerin MHP'li olması sorun değil, ya hiç sahiplenen olmasaydı? Ancak "milliyetçilik altı oktan biri" diyerek, iki partinin milliyetçilik anlayışını aynı "ok"ta hangi paydayla bileştirdiğini anlamakta zorlandım.
Bu hafta aklımda başka bir şey daha kaldı. Bir manken, internette dolandırılan bir profesör dekan için aynen şöyle söyledi: "Keşke dekan magazin programları izleseydi. İnsanların biraz araştırmacı olması gerek." Abzürd bir film gibi, değil mi?

(Sabah Gazetesi 30.07.2006)