Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Ülker'li Turkcell süper lig

2005-2006 Türkiye Profesyonel Ligi'ne Turkcell 5 sezonluk sponsor olmuş, karşılığında da lige adını vermişti. 2006-2007 sezonuna ise büyük kulüplere sponsorluk yapan Ülker damgasını vurdu.
Sponsorluk, sponsora da sponsor olunana da kazandıran son yılların en önemli pazarlama yöntemlerinden biri. Markaya bilinirlik sağlar, sempati kazandırır, marka bağlılığına hizmet eder, tüketici tercihlerine yansır. Nitekim Ülker, Galatasaray'a Cafe Crown'un bir yıllık sponsorluğunun pazar payını yüzde 30 genişlettiğini açıkladı.
Peki neden Ülker spor sponsorluğuna yoğunlaştı? Durum yalnızca yönetim kadrosundaki değişikliklerin pazarlama mantığına yansıyan vizyonuyla açıklanamaz. Diğer nedenlere bakalım:
* Sponsorlukla ilgili yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişiklerle vergi indirimi uygulanması; isim, reklam, tanıtım ve yayın haklarının yeniden düzenlenmesi; bürokratik işlemlerin azalması.
* Küresel düzeyde yaklaşık 200 milyar dolarlık bir ciroya sahip olan spor endüstrisinin aktörleriyle iş birliği yapmanın kılığı. Ülker taraftar sayısı fazla kulüplere, futbol ve basketbol gibi alanlara bu nedenle destek veriyor.
* Ülker'in imaj sorunları. Yeşil sermaye olarak bilinmesi, sağladığı başarıların Başbakan'la ilişkilendirilmesi de söz konusu olunca sempati kazanmak için sponsorluğa yoğunlaşması anlaşılabilir.
Ülker bu çerçevede dört büyük kulüple sponsorluk anlaşmaları imzalayarak bir kulübün yenilgisini diğer kulübün galibiyetiyle dengeleyerek riski de azaltmayı hedefliyor. Ne de olsa Türkiye'de özellikle futbol duygusal bir faaliyet.
Bir takımın sponsoru olarak algılanmak diğer takımların taraftarlarını küstürebilir. Ülker de bu riske girmez. Sponsorlukta kendini geriye çekip alt markalarını öne çıkarması da akıllıca. Üstelik parasızlıktan yakınan dört büyüklerin hali sponsorlar olmasaydı ne olurdu düşünsenize. İlk haftanın iyi oyuncusu Delgado'yu Beşiktaş'a Ülker almamış mıydı?

Nasıl bir lig?

* Tribünlerde anaların anılmadığı, cinsel tercihleri sorgulanmadığı,
* Şampiyonu son haftaya kadar belli olmayan,
* Adnan Polat'ın az konuşup çok iş yaptığı,
* Anadolu kulüplerinin üvey kulüp gibi algılanmadığı,
* Daha az Aziz Yıldırım'ın, daha çok Fenerbahçe'nin konuşulduğu,
* Demirören'in Beşiktaş'ın son haliyle keyiflendiği,
* Canaydın'ın 'bu kulüpte bir başkan var' hissini verdiği,
* Rüştü'nün hem gol yemeye devam edip hem de yine en iyi kaleci seçildiği,
* Hagi'nin (Zidane da olur) yolunun bir gün Galatasaray'dan geçmesi umudunun içimize düşeceği,
* Ve elbette zor olsa da Galatasaray'ın şampiyon olduğu bir lig hoş olurdu..

TSK'nın 'birinci başkan'ı olmak

Genelkurmay başkanlarının TSK içindeki adı 'birinci başkan'dır ve orası Türkiye'nin en zor makamıdır; yorucudur, gerilimlidir.
Birkaç ay önce Özkök Paşa görev süresinin uzatılması konuşulduğunda "Olmaz, yoruldum" demişti. Özkök Paşa'nın bana göre en içten olduğu andı. Dört uzun yıl... Bu sürede olup bitenleri izlemek bile bizi yorarken Özkök Paşa dinlenmek istiyor. Yeni komuta kademesini ise yine zor günler bekliyor. Kolaylık dilemek isterim. Özkök Paşa'nın üslubu tartışılmıştı. Oysa, Türk Genelkurmayı'nın başında bulunan her komutanın tavrını iki temel değer belirler: Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri.
Genellemeleri sevmem ama, her Genelkurmay başkanı bu değerlerin karşısında olanlara şahin, yanında olanlara güvercindir; kişilere göre değişmez. Türkiye'yi yurdu bilen her normal insanın olması gerektiği gibi. Üsluplarda küçük farklar olabilir, o kadar.
Dahası, Büyükanıt Paşa hakkında gönderilen mesajların kaynağının bulunması da namus borcu. Komutanlar değişse de ilkelerin değişmeyeceği herkesçe bilindiğine göre, bu 'organize' mesajların hedefi Büyükanıt Paşa değil, TSK'nın kendisiydi. Dolayısıyla mesajların kaynağı bulunmadıkça her komutan için de aynı mekanizmanın işlemesi muhtemeldir.
Mantık basit: Ordu yıpranırsa devlet yıpranır. Demek ki, TSK'yı yıpratmak için çalışanlar devlet için çalışmazlar.

Glokal bir evlilik daha: Nestle ve Erikli

'GLOKAL' global ve lokal kavramlarının birleşimiyle oluşan, günümüzün ticari ve kültürel ilişkilerini açıklayan bir kavram. Global şirketlerin yeni pazarlarda yerel, kültürel değerlerle ilişkilenme ve kendini yabancı olmaktan çıkarma anlayışını içeriyor. Coca-Cola'nın reklamlarında ramazan sofralarını kullanıp 'yabancı değiliz, sizdeniz' algısını oluşturması gibi. Global şirketler bir yandan yerel/lokal kültürel kodları kullanarak pazara ivme kazandırırken bir yandan da o ülkelerin markalarıyla ortaklığa girerek yeni bir sinerji oluşturuyor. Bu bağlamda Nestle Türkiye'nin şişelenmiş su pazarının en büyük şirketi Erikli ile evleniyor. Kontrolünü Nestle'nin, yöneticiliğini Erikli Yönetim Kurulu Başkanı'nın yapacağı birleşme, dünya su pazarının lideri olan Nestle'nin Türkiye su pazarındaki mevcut payını artırması açısından önemli. Glokal evliliklerde önemli olan yerel şirketin markasını korumayı başarıp başaramayacağı. Marka sadakatini yitirmeden birleşmek sinerji yaratabilir ancak.

Aklımda kalan

Ali Koç'un Koç Holding'in Kurumsal İletişim ve Bilgi Grubu Başkanı olması. Kurumların iletişim yönetiminin kısa etek, yüksek topuk, uzun bacak düzeyine indirildiği, bazı iletişim yöneticilerinin işe müşteri temsilcisi alırken bacak boyunu sorduğu, bazılarının "Mektepli iletişimci çalıştırmam" dediği ülkemizde, Ali Koç'un görevi şirketler için çok şey ifade ediyor. Üstelik, Kurumsal İletişim Başkanlığı'yla Bilgi Grubu'nun birleştirilmesi de önemli. Bilgi olmadan sağlıklı iletişim olmaz.

Mesut Yılmaz'ın dönüşü

GELİŞMİŞ ülkelerde siyasetten çekilen liderler balık tutmaya giderler. Bizde ise 'yeniden nasıl dönerim' stratejileri için kolları sıvarlar. Mesut Yılmaz ANAP'a geri dönüyormuş. Ayrıntıları belli değil. ANAP'ın genel başkanı var. Yılmaz da zaten koltuk istemiyormuş. 'Mumcu ile anlaştık' demiş.
Bunda bir gariplik yok mu? Ya iki başkanlı yeni bir parti modeli var, ya da anlaşma falan yok. Merkez sağın yeni umudu Yılmaz ise ANAP nasıl eridi peki? Korkum Çiller'in de geri dönmesi.
Böyle durumlar için Anadolu'da tam yerinde benzetmeler vardır: "İyi de biz bu haltı niye ettik o zaman?" Dönenlere değil, sağdan sola onlara dönecek boşluk bırakanlara kızmak lazım.

(Sabah Gazetesi 06.08.2006)