Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

Bizim tecavüzcü Coşkun'umuz kim?

Geçen hafta Yapı Kredi'nin yeni logosunu eleştirmiştim. Destekleyen epostalar içinde bazıları vardı ki özetle şöyleydi: "Rakip gazetenin yazarı Arçelik reklamlarını eleştirdiği için işinden oldu. Siz Koç'u eleştirirken başınıza gelecekleri düşünmediniz mi?" Rakip gazetenin genel yayın yönetmeni yapar, benimki yapmaz demek kolaycılık olur. Ne Altaylı ne de Özkök bir reklamveren eleştirildi diye yazarının işine son vermez. Böyle durumlarda "hiçbir şey göründüğü gibi değildir."
Rakip gazetenin yazarının işine son verilme nedeni için önce "DYP'ye danışmanlık yapması" dediler. Gülüp geçtim. Akademisyenler bilgiyi kendilerine sak lamak için mi edindiler? Bilginin adresi akademi değil midir? Danışmanlık akademisyenin işidir, yeter ki köşelerini çok katlı bina arsalarına çevirip yapsatçılık yapmasınlar.
Arçelik eleştirisine gelince. Eleştiri köşe yazarının, akademisyenin, gazetenin ana sermayesidir. Koşul, eleştiri manivelasının dayanağını güçlü bir bilgiden alması.
Dolayısıyla eleştirmek işe son vermenin gerekçesini oluşturmaz. Bahanesi olabilir.
Bu konulara girmek istemezdim. Ama eposta gönderen okurları "eleştiren kovulur" düşüncesine kim itti? Medyanın kötü yola düştüğü hissine kimler yol açtı? Bizi bu çıkarlara endeksli yazma imajına kimler soktu? Bizim Nuri Alço'muz, tecavüzcü Coşkun'umuz kim?

Karakter aşınması ve Fransa

"Karakter Aşınması" kitabında Sennett, yeni kapitalizmde işin kişilik üzerine etkisinden söz eder. Tıpkı Fransa parlamentosundaki 109 vekilin parlamentonun güvenilirliğini bırakıp çıkar ilişkilerinin peşinden gitmesi gibi.. "Böyle durumlar özsaygıyı riske atıyor" der Sennett.
1789'la şekillenen Fransa karakteri 20. yüzyılla birlikte aşınmaya başladı. Ermeni soykırımına ilişkin yasa da Fransa'yı aştı. Çünkü Fransa parlamentosunun karakteri ve özsaygısı başta TBMM olmak üzere parlamentolara modeldi. Fransa parlamentosunun karakteri aşınırsa demokratik ülkelerdeki parlamentoların karakteri de zedelenir. Dolayısıyla ilk itiraz, Türkiye'den önce parlamentonun beşiği İngiltere'ye düşerdi.
Türkiye durumu bu yönüyle Batı'nın kucağına atmalı, kompleksleriyle yine bir fırsatı kaçırmamalı.
Konuyu sevgili Bora'nın gönderdiği ve Fransa'nın durumunu iyi açıklayan bir anekdotla kapatalım:
- "Fransa'nın sembolü neden horozdur biliyor musun?"
- "Neden?"
- "Kendi ayakları pisliğin içindeyken şarkı söyleyen tek hayvan horozdur da ondan."

Mehmet Ağar'ın Auidi'den farkı

Son günlerde Mehme Ağar'ın hızlanmasını izlerken fark ettim, DYP'nin reklam ajansıyla Audi'nin reklam ajansı aynı.
Bu nedenle birkaç hatırlatmada bulunmak şart oldu: DYP ile Audi birbirlerine hiç benzemez. Audi'de gaza basmak iyidir, DYP'de frene basmak gerekebilir. Audi değişime vurgu yapar, Ağar muhafazakarlığa. Audi'de müşteri seçebilirsin, DYP'de seçemezsin. Audi'nin reklamında tabu yıkmak kolaydır. DYP ise tabu yıkarak riske girecek durumda değildir.
Cem Uzan Audi gibi pazarlanabilir ama Mehmet Ağar pazarlanamaz. Yani Cem Uzan reklama yüklenerek kazandıysa DYP de kazanır yargısı siyaset bilmenin yakınından bile geçmez.
DYP ve Ağar bir şey yapmasa bile, yüz yüze iletişimdeki emeğini de katarak mevcut durumdan zaten güçlenerek çıkacak. Durumla fazla oynamak iyi gelmeyebilir.

En büyük pazarlama ödülü: Nobel

Şubat 2005'te, Nethaber'de yazmıştım: "Orhan Pamuk'un ülkesini rencide eden konuşmaları yazdıklarının ticaretini yapmaktır." İyi satıcı ödülü alır. Pazarlamanın gereği devamlı ol, örgütlü ol, dikkat çek. Pamuk da pazarlamanın ilkelerine uydu.
Mehmet Y. Yılmaz sormuş, "Eğer bu ödül halkla ilişkiler faaliyetinin etkisiyle verilseydi bunca yıl saygın kalır mıydı?"
Nobel'in kendisi bir halkla ilişkiler faaliyeti oysa. Nitrogliserinden patlayıcı madde yapan Mr. Nobel'in ölümünden sonra iyi hatırlanma faaliyeti.. Dolayısıyla temelinde tahrip etme icadı var, edebiyatı yüceltme amacı yok.
Pamuk'un ödül gerekçesi edebiyat olsaydı, ödül Yaşar Kemal'in olurdu, "en çok satan, en az okunan" yazarın değil. Yaşar Kemal'in uluslararası pazarlama konusunda bilgi eksiği var demek ki.
Herkes kutlama yarışında, ben değilim. Pamuk'u Nobel sevincimi çaldığı için suçluyorum.

Bir iyi bir kötü

Vakıfbank'ın "İnen Faiz" kampanyası hem görsel açıdan hem de mesajla hedef kitle ilişkisini kurma açısından doğru. Gazete ve tv reklamları uçan, kaçan görüntüler yerine daha rasyonel içerikli. Banka reklamının olması gerektiği gibi.
Eti'nin Wanted reklamları ise bir felaket. Şiddet içeren diziler reklamları da kendilerine benzettiler. Wanted'ın "gördüğün yerde acımayacaksın", "suçsa suç" gibi şiddet içeren reklamlarında payı olanlara sormalı: Reklamın bilinçaltına etkisiyle okullarda artan şiddet arasında bir ilişki olasılığı umurunuzda mı? RÖK, RTÜK bir yana, Eti gibi bir marka bunu kendine nasıl yakıştırıyor?

SPK ve İMKB'ye güvenmek!

Prof. Dr. Aydın Ayaydın şirketlerin bilgilerinin SPK ve İMKB'nin namuslarına teslim edildiğini yazdı. Namus kişileri bağlar. Bu iki kurumu bağlayan, ana sermaye namustan önce güvenilirliktir . Güveni kaybederlerse her şeylerini kaybederler. Çünkü ekonomik yapıyla SPK, İMKB arasındaki bağ güven bağıdır. Her şey alınıp satılabilir, onlar alınıp satılamazlar Kurumların içinden bilgi sızdıran böcek önce itibarı kemirir sonra kurumu çökertir. Bilgi sızmasına bugün tepki vermeyenler yarın kendileri aynı durumda kalabilirler.

Aklımda kalan

"Bir Şampiyonluğun Hikayesi" belgeseli
Galatasaray pazarlamayı beceremez.. Rakipleri kaçırdıkları şampiyonlukları bile paraya çevirir. GS, UEFA kupasını mundar eder. "Türkün aklı sonradan" misali, destansı UEFA kupası sürecinin belgeselini yapıp satışa sundular. Hafızamızın güzel şeyler kısmını uyandırmak için. Nihayet.

Hükümetin yalnızlığı
Başbakan ve bakanlar Esenboğa Havalimanı'nın kurdelasını kesiyorlar. Başkentin havalimanı açılışı. Ne Cumhurbaşkanı var fotoğrafta, ne de muhalefet liderleri. Bu ne yalnızlıktır böyle?

(Sabah Gazetesi 15.10.2006)