Nuran YILDIZ

Sabah Gazetesi - Arşiv

ENKA'nın iletişim enkazı

Tengiz'de ENKA'nın şantiyesi savaş alanı. 400 kişi olaylara karışıyor, 200 kişi yaralanıyor. Uçaklar dolusu işçi ülkeye dönüyor.
Her ka fadan bir ses; ENKA adına derli toplu bilgi veren yok. Krizden bir hafta sonra içeriği oldukça zayıf gazete ilanı vermek ise sorunu çözmedi. ENKA, kriz iletişiminden enkazla çıktı. Olayların kaynağı Kazaklarla Türkler arasındaki ücret dengesizliği mi, Türklerin sevilmemesi mi, milliyetçi duygusallık mı, taşeronların daha fazla iş istemesi mi? Sorun her neyse, ENKA açıklamalıydı.
Dahası, olayda, binlerce işçi çalıştıran yurtdışındaki şirketlerin bulundukları bölgeyle ve işçilerle iyi iletişim kuramadıklarının ipuçları var. Kazakların kavgacı oldukları bilinir ancak böylesi toplu saldırılarda sorun daha derinlerdedir.
Madem kutu açıldı, bu vesileyle ENKA'ya ve yurtdışında iş yapan diğer firmalara sormalı: İşinizin bulunduğu bölgeye ucuz iş gücü dışında ne katkınız oldu? İyi niyet geliştirmek için nasıl bir iletişim ve toplumsal sorumluluk anlayışı ortaya koydunuz?

Sevgili sipariş veriyoruz!

Postfordizm, kısaca seri üretim zincirinin kırılması olarak tanımlanabilir. Ürün, müşterilerin istekleri dikkate alınarak daha küçük partiler halinde üretilir. Şimdi yeni bir süreçteyiz. Müşteri nasıl bir ürün istediğini firmaya iletiyor, firma ona göre üretim yapıyor. Müşteri kralsa, sonucu bu.
Tüm bunlar Özcan Deniz'in sevgili siparişini okurken aklımdan geçti. Uzun uzun istediği sevgiliyi tanımlıyor: "Aşkım, orası bemol değil, diyez olsun" diyebilmeliymiş sevgilisi. Başkası da, "beyni bakire olsun" demişti. "Beni taşıyacak adam" diye başlayan tarifler de cabası. Neyse, istemek onlardan vermek Allah'tan. Keşke biri de "yüreğimi titretsin yeter" deseydi. Eski kafalılık benimki. Demem o ki, müşteri nasıl istediği ürünü sipariş edebiliyorsa, insanlar da sevgilisini sipariş edebiliyor. Yürekle dil kopuk birbirinden .
Sevgilisinin uygun 'ürün' olup olmadığını test etmek isteyenlere bir iletişimci yöntemi: Başladığınız bir cümleyi ona tamamlatın. Bitmiş cümle sizin de söyleyebileceğiniz bir cümleyse o ürün, pardon sevgili size göredir. Hadi cesaretiniz varsa bu testi uygulayın.

Aklımda kalan

Mehmet Ağar'ın dayanılmaz kırılganlığı
Ağar, Genelkurmay Başkanı'nın sözleri için "Kimsenin beni kırmaya hakkı yok" dedi ya, kafam karıştı. Tam da samimiyet sınavı sırasında, bizim bildiğimiz Ağar, birden İngilizlerin bile unuttuğu aristokratik nezakete büründü ya, şaşırsam mı, gülsem mi bilemedim. Siyasi liderleri birbirine "lütfen öyle demeyin, çok kırılırım bak" derken düşünsenize.

İsmini arayan parti
"Parti adını kendin koy, oyunu kendin ver" gibi bir gayri ciddi siyasallaşma günleri... Turkuaz Hareketi, Türkiye'yi magazin programlarından analiz ediyor olmalı. Ahmet Hakan benden önce davrandı, 4 isim önerdi. Beşincisi benden: ESP (Ekilmiş Saçlar Partisi); Gürtuna ve Mim Kemal Öke'den hareketle.

Bayram mesajları
Her bayram olduğu gibi bu bayram da insanlar bana küstü. Mesaj ve e-postalarına yanıt vermediğim için... Mesajın başına adım konsa da konmasa da, yeni ilişki ve iletişim biçimlerinin zayıflığını hayatımda istemiyorum. Tavrımı koyuyorum. Bayram kutlamak için telefon etmek istemiyorsanız, küsmenizin de sakıncası yok.

Hayallerimiz O'na yakışmalı...

1923... Avrupa'da diktatörlerin ayak sesleri... TBMM karışık. Bakanlar Kurulu çekilmiş, yenisini oluşturmakta güçlük çekiliyor. İçeride de diktatörlük için uygun ortam...
O ise 28 Ekim akşamı İsmet Paşa ile, 1921 Anayasası'nın maddeleri üzerinde çalışıyor. 29 Ekim 1923, TBMM'de O'nun önerdiği maddelerden biri okunur: "Türkiye Devleti'nin Hükümet biçimi Cumhuriyet'tir." İtiraz edenler olsa da madde kabul edilir.
Sonra O, oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçilir. "Yaşasın Cumhuriyet" sesleri arasında kürsüye gelir, konuşur. Konuşmasının bir yerinde der ki: "Her zaman sayın arkadaşlarımın ellerine çok içtenlikle ve sıkıca yapışarak onların varlıklarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Her zaman ulusun sevgisine dayanarak hep birlikte ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır."
O, diktatör olabilecekken "arkadaşlarının ellerine yapışmayı" seçer. Bugünün liderleri için ondan daha iyi örnek alınacak biri yoktur. Sanki hep varmış gibi yaşadığımız Cumhuriyet, O'nun gerçekleşen hayaliydi. Bizim de O'nun hayallerine yakışan hayallerimiz olmalıydı.

'Konut'un sahibi SOYAK mı?

ENKA krizle uğraşırken, Türkiye'de SOYAK reklamlarla gövde gösterisi yapıyor. Gövde gösterisi diyorum çünkü, İzmir'deki 'Panorama Evleri' için büyük gazetelerin Türkiye baskısına sayfa sayfa reklam veriyorlar. Bu projenin tanıtım bütçesi 7 milyon YTL.
Elbette İzmir'de, İstanbul'dan yeni oldukları için reklama g e r e k s i n i m duymaları kaçınılmaz. Ama bu reklamların başka amaçları da var: İzmir'deki projeyi kullanarak Türkiye'ye açılmanın kanallarını oluşturuyorlar. Türkiye genelinde algının temelini atıyorlar. Doğru da yapıyorlar.
Villa, rezidans yapan firmalar bolluğunda 'konut' sözcüğü sahipsizdi. 'SOYAK=konut=ev' algısıyla bu sözcüklerin tek sahibi olmaya da kararlı. Bu açılımda Erkut Soyak'ın iletişim yönetimine inancının katkısı var. SOYAK'ın sponsorluk işlerini başarıyla yürüten Arya'nın yöneticisi Arzu Çekirge Paksoy'dan SOYAK'ı tercih edenlerin markayı seçtiklerini öğrendiğimde de hiç şaşırmamıştım.
SOYAK, "bazen satışa yönelik reklam sadece satışa yönelik değildir, kurumun gelecek tasarımına da hizmet eder" ilkesinin örneğini veriyor.

Tedavi ücretleri markete

İşlevsel gıda reklamları durumu o kadar abartmıştı ki, hastalar neredeyse tedavi ücretlerini marketlere öder olmuşlardı. Önceleri kandırmacalı 'noter huzurunda' taktiği uygulayanlar vardı; sonra o zahmete bile girmediler.
İşlevsel gıdaya "tedavi edici değildir" notu düşmeye bile gerek görülmedi. Reklam Kurulu işlevsel gıda reklamlarıyla ilgili işlem başlattı da üretici firmalar sorumluluklarını hatırladı. "Firmalar tüketiciyi aldatıyorsa neden üretimine izin verildi?" sorusu ise abes.
Bu ürünlerin üretimi, satışı ve reklamıyla ilgili bir sorun yok. Sorun, reklam yoluyla insanlara 'sağlık sorunlarını bu ürünle giderebileceği' vaadindeydi. Bana göre, reklamların yeni hali de yeterli değil ya, neyse.
Reklam Kurulu "dur" demeseydi, hastanedeki muayene kuyruklarının marketlere kayma tehlikesi vardı.

Önemli not:

"Halkla İlişkiler Sefaleti-2"yi neden yazmadığımı soranlar var. Yazıldı, ancak güncel konuları yazmaktan bir türlü sıra gelmiyor. İlgililere duyurulur.

(Sabah Gazetesi 29.10.2006)